Bora Abdo'dan 'Balık Boğulması'
Bora Abdo’nun ‘Unutma Beni Dörtlemesi’nin ikinci kitabı “Balık Boğulması”, denize kıyısı olan bir Bilecik’te geçiyor. Balık Boğulması aynı zamanda Abdo’nun ilk romanı olma özelliğini de taşıyor.
‘Bu dünyada olmanın acısı hepsinden korkunç’
Edebiyatının sınırlarını sınırsızlıktan başka bir birimle ölçmek mümkün değil. Tıpkı edebiyatın kendisi gibi hayal gücünden varlık bulmuş her ‘şey’ bağlamında düşünülebilecek bu fikirucu üzerinden gittiğimizde, varlıkla yokluk arasındaki çizginin ortadan kalktığını, salt gerçekliğin kendini ince bir bulut tabakasının ardına gizlediğini ve bu yaratılan yeni âlemden dünyayı izlemenin ya da bu yeni âlemin bir parçası olarak kendi gerçekliğinde gezinmenin tadına varmaya başlarız. Bu gerçekliğin bizi illa ki sevindirmesi gerekmez, aynı şey bunun tam tersi için de geçerli... Tam olması gerektiği gibi de gitmeyebilir bu dünyada elbette her şey ama hiçbir şey olmasa bile hayal gücünün yarattığı özgürlük alanlarının farkına varabiliriz. Bu özgürlük alanlarında ise ne mekânın ne de artık ardımızda bıraktığımız dünyanın gerçekliği bizi etki altına alabilir ve tam da bu nedenle hayal gücünün gücüne inanan bir kalem, deniz havası dahi almayan Bilecik’in, denize nazır atmosferinden seslenebiliyorsa size, her şeyi bırakıp ona kulak kesilirsiniz.
Bora Abdo’nun ‘Unutma Beni Dörtlemesi’nin ikinci kitabı Balık Boğulması, denize kıyısı olan bir Bilecik’te geçiyor ve yukarıda okuduğunuz birkaç cümle; Abdo’nun sadece bir kenti alıp deniz kıyısına taşımasını vurgulamak için değil, romanın genel atmosferinin de gerçek ve hayal arasındaki çizgide yürüdüğünü dile getirebilmek için yazıldı...
Balık Boğulması aynı zamanda Abdo’nun ilk romanı olma özelliğini de taşıyor. Öyküleriyle tanıyıp bildiğimiz, Sait Faik Hikâye Armağanı’nın da sahibi olan Abdo bu ilk romanında, bir travmanın izinden giderek okurunu farklı duygulardan yarattığı bir girdabın içine çekiyor. Bir olayın birkaç farklı karakterden yansımalarını anlatarak yürüyen hikâye an geliyor tek bir noktada buluşuyor ve tüm bir roman aslında çıkış noktasına, yani başlangıcına geri dönüyor. Duygusal anlamda bir spiralin içindeyiz Balık Boğulması’nda fakat bu spiralin kurgusal anlamda da geçerli olduğunu kabul edebiliriz. Tüm bir romanın var olmasına sebep olan travmatik olay ise etrafında varoluşa dair pek çok soruyu da taşıyarak geliyor ve bir başka yazarın kaleminde ciddi bir polisiye hikâyeye dönüşecek olay, Abdo’nun kaleminde derin bir sızının romanına dönüşüyor.
İKİ ÖLÜM
Bora Abdo evrenini daha önce ziyaret etmiş okurlar, yazarın yarattığı dünyanın karanlığını hatırlayacaktır muhakkak. Fakat bu karanlık, okuru metinden uzaklaştırmaktan çok kendi karanlıkları üzerine düşünmesini sağlar ve metinler arasında ilerledikçe, kahramanların karakterlerindeki karanlıklarla beraber kendi karanlıklarımızla da yüzleşirken buluruz kendimizi.
Bu paralelde bir parantez açmakta yarar var: Bora Abdo yazdıklarıyla bir büyük kitabın değişik bölümlerini tamamlıyor aslında. Abdo’nun yazdıkları arasında dolaşırken insanın içindeki karanlıkta kalmış yanları duyumsarız her noktada. Karanlıkta kalmış yanların bir şekilde gün yüzüne çıkmasını, onların karakterler üzerindeki etkilerini, bu etkilerin hikâyeyi nereye vardıracağını okuruz. Balık Boğulması için de farklı bir durumdan söz etmek imkânsız ve bu bağlamda -yazarın ilk romanı olmasını da işin içine katarak- az önce bahsettiğim büyük kitabın önemli bir noktasında duruyor.
Üzerinden uzun yıllar geçmesine rağmen atlatılamayan, gücünü yitirmeyen bir travmanın eşiğinde gezinip, etrafına insanlar toplayarak gösteriyor bu kez Abdo bu karanlığı. İki ölümün yön verdiği hikâye, eksenini geçmiş yaraların güne nasıl etki ettiği ve geleceği şekillendirdiği üzerinden buluyor. Bu noktadan hareketle Balık Boğulması’nın odağını meydana getiren, romanda meydana gelecek tüm olayların çıkış noktasını oluşturan kahramanın bir ölü olması kimseyi şaşırtmayacaktır... Fakat bu ölüyü biz romanın sayfaları arasında göremeyeceğiz. Bizi ilgilendiren bu ölünün ardına bıraktığı miras ki bu miras da Balık Boğulması’nın bize bıraktığı miras hâline geliyor. Bu mirasın ardına taktığı ve bir kaderde birleştirdiği kahramanlar da hikâyenin kimliğini oluşturuyor.
VAROLUŞ SORU(N)LARI
Romanın geçtiği zamandan yıllar önce yaşamını yitirmiş Müşfik’in adı, ondan sonra dünyaya gelmiş kardeşine verilir. Bu sadece bir ismin aktarılması olmaz elbette, bir kaderin de el değiştirmesidir aynı zamanda ve bu kara kader Müşfik ve tüm çevresindedir artık. Yaşamın tam içinde olup da yaşayamama hâlidir kahramanımız Müşfik’in başından geçen. Roman da buna bakarak adının tam karşılığını Müşfik’te buluyor. “Bu dünyada olmanın acısı hepsinden korkunç,” dedirtirken kahrmanına Abdo, balık boğulmasının nasıl bir yankısı olduğunu da anlatıyor gibi bize. Fakat hikâyenin geri kalan kadrosu da, yazarlarının kendilerine biçtiği ve kurgusal anlamda incelikle örülmüş bu yazgıdan nasiplerini alıyor. Bilecik Vapur İskelesi’ni tam cepheden gören bir hastanede suskunluk ve romanın seyrini derinden etkileyen bir ölümle başlayan roman, yavaş yavaş ilerleyip kahramanlarının sesini ve geçmişlerini deşerek genişliyor.
Romanın eksenini belirleyen ilk ölümün Müşfik’in abisine ait olduğunu söylemiştik. Hastane odasındaki diğer ölüm ise Müşfik’in sevgilisi Behice’nin... Gizemli bir cinayete kurban gitmiştir Behice. Polisiye anlamda ortada bir ceset var yani ama bu ceset binbir türlü polisiye hikâyenin üzerine örtülebileceği bir ölüm değil Baro Abdo için. Bu cesedin üstünü varoluşsal soru(n)larla örtüyor yazar. Soruların cevabını aradığı zemin de, yanıtlar da tıpkı romanın kendi gerçekliği gibi kaygan ve okuru, hikâyenin yaşananları üzerine düşünmeye zorluyor. Bu kaygan zeminin geçmişini hikâyenin düğümleri çözüldükçe Müşfik’in annesi Zülal, babası ve annenin ikinci eşi Çarkçıbaşı meydana getiriyor. Kolsuz polis ise hikâyenin gizemli adamı... Bütün karakterlerin yolu bir şekilde onda kesişiyor.
Karakterler üzerinden giderek Abdo’nun romanında çok kollu bir yapı kurduğunu söyleyebiliriz. Romanın merkezindeki olay ve kahraman belli ama diğer karakterler de ayrı zenginlikler katarak eklemleniyor hikâyeye. Hem kurgusal hem de duygusal bir katılış bu. Romanın sayfaları arasında bu zenginliğin içinde dolaşıyoruz.
Balık Boulması’nın bir ilk roman olduğundan söz edilmişti; fakat aynı şekilde bu ilk romanın, Abdo’nun ilk yazı deneyimi olmadığından da... Yolu öykülerden geçmiş bir yazarın ilk romanı Balık Boğulması. Kelimelerin kıymetini bilen, kısa sayfalara derinlikli manzaralar kondurmayı becerebilen bir yazar Bora Abdo ve bunu ilk romanına ustalıkla taşımış. Gerçekle hayal arasındaki çizgide belirip sönen, hayallari gerçekle, gerçekleri de hayallerle beslediği hikâyesi ise Abdo’dan artık daha fazlasını bekleyebileceğimizin kanıtı.
Balık Boğulması / Bora Abdo / Doğan Kitap / 188 s.
En Çok Okunan Haberler
- Kılıçdaroğlu'na 'Meral Akşener' yanıtı
- 'Hadi gelin kapatın!'
- Yeni dönem başlıyor: Taksi, otobüs, dolmuş...
- Bir sonraki ve en büyük ekonomik patlama...
- Ulaşım durma noktasına geldi!
- Tarihi geçmiş ürün satan zincir market şubesine mühür
- Ünlü kebapçının kardeşi 20. kattan aşağı düştü!
- İl başkanı hayatını kaybetti!
- Kayyum belediyeyi kapattı!
- Fenerbahçe Kayseri'de gol oldu yağdı!