Bize her yer açık hava müzesi

Tahran’dan New York’a, Paris’ten İstanbul’a artık tüm sokaklar birer sergi salonu gibi. 100 yıl önce Meksika’da başlayıp tüm dünyayı etkisi altına alan bir fenomene dönüşen sokak sanatı, önümüzdeki yüzyılın da alametifarikası olacak.

Bize her yer açık hava müzesi
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 04.05.2015 - 15:02

Dünyanın neresine giderseniz gidin, müzelerin yanında sokakları da karşılıyor sizi. Duvarlar, bir şehri anlamanın en kolay yolu. Üzerleri boyanmış mı boyanmamış mı? Ne yazıyor sahi orada? Sanat kendi başına politik, sokakta olunca bir adım daha ileri gidiyor. Fransız Beaux-Arts Dergisi bu ay kapak konusunu sokak sanatına ayırmış. 100 yıl önce başlayan tarihiyle sokak sanatının yürüdüğü duvarlar, kentlerin ve sanatçıların geçmiş ve tarihine de el sallıyor. 

Sokak sanatının kökenine daldığımızda, kendimizi Meksika’da buluyoruz. 1920’ler. Devrimden hemen sonra. José Clemente Orozco, David Alfaro Siquerios ve Diego Rivera, ülkelerinin tarihini herkesin ulaşabileceği şekilde ilk resmedenler. Aynı dönem Sovyet propagandası da duvarlarda yapılıyor. 

Duvarları boyamak en başından beri bir politik iddiayla, bir fikrin aktarılmasıyla ve isyanla ilintili. 1940’larda Los Angeles’ın Latin Amerikalıların yaşadığı mahallelerde, siyah renkli isimler görülmeye başlıyor duvarlarda. Stilleri Meksikalı, söylemleri politik. Los Angeles’ta denizcileri ve Meksikalıları karşı karşıya getiren olaylara karşı cevap veriyorlar. 

 

 

GRAFİTİ PARİS’TE DOĞDU TÜM DÜNYAYA YAYILDI 

1960’larda grafiti kelimesi Fransa’da da kulaktan kulağa yayılmaya başlıyor. 1966’da Ernest Pignon-Ernest, Hiroşima’ya atom bombası atıldıktan hemen sonra, nükleer silahların konuşlanacağı Albion bölgesinde bir sokağa yanmış bir insanın gölgesini çiziyor. 

70’lere, tam da graffitinin patladığı yere geldiğimizde ise New York’tayız. Metrolarda, sokaklarda cümleler ve takma isimlerle imzalar sıralanıyor. Taki 183, Tracy 168… Yeni bir estetik ve şöhret türü tanımlanmaya başlıyor. 10 yıl içinde hip-hop’un da ortaya çıkmasıyla sokak sanatı gelişmeye ve giderek sanatsal bir dil kazanmaya başlıyor. Ne müzik, ne resim, ne moda, ne dans bu laf dinlemeyen, genç ve tutkulu çocukların, zincirinden boşanmış gibi gelen etkisinden kurtulamıyor. Bazıları 20 yaşında bile değilken galerilerin ilgisini çekiyor: Rammellzee, Blade, Seen, Comet, Futura 2000… Jean Michelle Basquiat, Keith Haring, Madonna onlarla çalışmaya başlıyor. İsimleri, rengârenk çizgileri bütün şehri, metroları kaplıyor. 

Sanatın kalbi Paris’te grafitiye karşı bir direnç de yok değil. Ancak bu direnç, hareketin yurtdışına ve müzelere kaymasını engellemiyor. Böylelikle Avrupa oyuna girmiş oluyor. Hollanda, Londra, Paris, New York’ta punk’çı gruplar, sprey boyaları ve stensil kalıplarıyla geziyor. Asya ve Latin Amerika ile kapışmaya burada da hazırlar. Aynı dönemde Sao Paulo’da ‘pixaçao’ doğuyor, sokak sanatında mucizeler yaratıyor. Bollywood’da zaten kaligrafiye aşina toplumun çocukları duvarlara çizimler yapıyor. Sanat tarihi bir daha çıkmayacak bir mürekkeple boyanmaya başlıyor. 

 

SÜSLEMEK VE SORGULAMAK İSTEYEN SANATIN DOĞUŞU

Stak ve Honet’nin logotype’ları, André’nin Shadokları, Zevs’in bulut ve şimşekleri, Space Invader’ın mozaikleri. Yazılamanın devri yavaş yavaş geçmeye başlıyor. Dönemin efsanelerinden Invader anlatıyor: “Sokak sanatının doğuşuna bizzat tanıklık ettim ve çok heyecan vericiydi. Etki alanımın daha geniş olması için çok fazla seyahat ediyordum. Gittiğim her büyük şehirde, yeni bir görsel dil yaratmak için çalışan yerel çizimler görüyordum. Kimse farkında olmadığı zaman bile uluslararası bir hareketti. Los Angeles’ta Shepard Fairey ve Obey’in çıkartmaları, Tokyo’da Kami’nin minimalist çizimleri, New York’ta Bast’ın afişleri, Londra’da Banksy’nin stensilleri ile tanıştım. Yepyeni bir şey doğuyordu.” Kanundan, müzelerden, pazardan bağımsız, dünyayla karşı karşıya gelmek, dünyayı kurtarmak, zarar vermek, süslemek, eleştirmek, sorgulamak isteyen bir sanat doğuyordu. Bu artık graffiti değildi, graffitinin harfleri ve kuralları bir kenara koyulmuştu. “Bu artık güncel sanat olarak da görülmüyordu, evet, buna daha sonra sokak sanatı diyecektik. Bugün hâlâ bu harekete karşı direnç var ama devasa bir şeyle, zamanımıza damga vuracak bir şeyle karşı karşıyayız.”

 

MEDVEDEV’İ PROTESTO İÇİN 65 METRELİK PENİS

1921’de Diego Rivera “Bir ressam toplumun özlemleriyle yakınlık kuramıyorsa, makbul bir eser ortaya çıkaramaz” diyordu. Sokağa çizmek tek başına politik bir eylemken, bazı sanatçılar eserlerinin içeriklerini de politikleştiriyordu. İtalya’da Blu, Almanya’da Evol, İran’da a1one ve Icy and Sot. Liste epey uzun. Amerikalı sanatçı Swoon şöyle diyordu: “Kültürler ve eylemler arasında bir diyalogu kışkırtabilecek her şey dünyayı değiştirebilir. Ben yaptığım projelerle, insanlar arasında bağ kurmaya çalışıyorum.” Avrupa’da grafiti genel anlamda kamusal alanların izinsiz bir şekilde kullanılması sık sık hapis cezalarına da yol açıyordu sanatçılar için. Onlar da Interrail ile başka ülkelere seyahat ederek devam ediyorlardı. Paris’te Tokyo Sarayı’nı boyayan Cokney, “Bu hareket otoriteyi rahatsız ediyor çünkü toplumsal kurallara karşı koymanın önünü açıyor” diyordu. ‘Grafitinin Bonnie ve Clyde’ı’ Ether&Utah sık sık tutuklanıyor, hapiste geçen günlerini çoğaltıyorlardı Amerika’da. Rusya’da Voina adını verdikleri sokak sanatı grubunun kurucuları Oleg Vorotnikov ve Natalia Sokol da hemfikirdi: “Eğer sanatçı politik düşüncesini geçiremiyorsa sanatçı değil, tasarımcıdır.” Voina iddialıydı. Medvedev’in seçilmesini kutlamak için bir müzede grup seks yaptılar, eski KGB binasının karşısındaki köprüye 65 metrelik bir penis çizdiler. Rusya’da sokak sanatı radikaldi gerçekten de. Rusya’da 2013’te hayatını kaybeden efsanevi sokak sanatçısı Pavel 183’ün eserleri tüm dünyada çok ünlüydü. 

 

İNTERNET ÇIKTI, SOKAK SANATININ MERTLİĞİ BOZULDU 

Aynı şekilde Arap ülkelerinde de sokak sanatı, devrimin görsel bir tezahürüydü. Suriye’de öldürülen Nur Hatem Zahra’yı hatırlarsınız. Sokak sanatını yeniden politikleştiren isimlerdendi. İngiliz sokak sanatçısı Banksy de Gazze’ye gitmiş, orada çizimler yapmıştı ve şöyle demişti: “Gazze çoğu zaman ‘dünyanın en büyük açık hava hapishanesi’ olarak tasvir ediliyor. Çünkü kimsenin şehre girmesine ve şehirden çıkmasına izin verilmiyor. Ancak böyle söylemek, hapishanelere haksızlık. Gazze’de elektrik yok ve içme suları da neredeyse her gün, her an kesilebiliyor. Orada bir adam yanıma gelip çizdiğim resmin ne anlama geldiğini sordu. Ona Gazze’deki yıkıma dikkat çekmek istediğimi, bu yüzden de bu fotoğrafları internet sitemde paylaşacağımı, çünkü insanların yalnızca kedi yavrularının fotoğraflarına baktığını söyledim” demişti. Gerçekten de Banksy’nin Gazze’de yaptıklarını herkes görebildi. 

Barselona, Moskova, Sao Paulo, Lizbon, Tokyo, Atina, Melbourne, Şangay dünyadaki tüm şehirler artık sokak sanatçılarının etkisi altında. Sokak Sanatı 2.0 zamanındayız. Artık sokakta olan biteni görebiliyoruz. Paris sokaklarında Horfée’yi, Portekiz’de Vhils’i, Dex Fernandez’inkileri Filipinler’de, Stachu Szumski’yi Polonya’dan tanıyoruz. Instagram’da azıcık gezmemiz yeterli. Amerikalı sokak sanatçısı Craig “KR” Costello, “İnternet her şeyi yerle bir etti. Eskiden bu tür çizimleri yerel bağlamlarından, tarihlerinden anlayabiliyorduk. Geldiği ülkeye bakarak, ressamların işlerini tanıyabiliyorduk. Artık dünyanın stili biraz fazla sıradan ve birbirine benzer” diyor.

YİNE Mİ GRİ?

Türkiye’de sokak sanatına aşinalığımız çok da eski değil. Bizim aşina olduğumuz şey, yazılamalar. 70’lerde, 80’lerde duvarların en çok konuştuğu dönem yaşandı. 30 yıl sonra, hiç politize olmamış kuşaklar dahi, Gezi Direnişi zamanında söyleyeceklerini duvarlarda söyledi. Her biri griye boyanan duvarların üstünde bu sefer “Yine mi gri?” soruları belirdi. Belki de sokak sanatının kıymetini bilmeye başladığımız zamanlar, gökkuşağı renklerindeki merdivenlerin de griye boyandığı gündü. Artık, pek çok semtte sokak sanatı örnekleri günlerimizi renklendirmeye devam ediyor.

RENKLİ SOKAĞI KİM SEVMEZ Kİ?

Colorwagon - Sedat Tünay 

@colorwagon 

Boş duvarları renklendirmemizle sokaklar canlanıyor. Sokak sanatının bir müzik, tiyatro gibi kabul görmesiyle gelişimi ve yaygınlaşması kolaylaşıyor. Sonuçta renkli sokakları kim sevmez ki? 2007 yılında duvarları boyamaya başladım. Çizimlerimin beğenilmesi, güzel yorumların gelmesi beni daha çok motive ediyor ve kendimi bu şekilde ifade edebilmem, iç dünyamın renkliliğini dışavurabilmem mutlu ediyor. Tüm çalışmalarım renkli dünyamın karmaşasını ifade ediyor diyebilirim, yeri geldiğinde mesaj amaçlı yaptığım oluyor ama her zaman sanat için boyuyorum. 

Geçmiş dönemde duvarlara siyasi içerikli yazılar yazılıyordu ve bu suçtu. Yakın geçmişe kadar bizim yaptığımız işi de bu şekilde algılayanlar olup, bizi yargılıyorlardı. Yaptığımızın bambaşka bir şey olduğunu ifade ederken zorlanmıyor değildik. Fakat günümüzde sokak sanatçıları artıp, çalışmalar çoğaldıkça farkındalık arttı.

 

ÖZEL MESAJ KAYGIM YOK

Turbo 

@tuncdindas

Bence sokaklara yapılan yazılamalar ilk dönemlerde bizim başımıza bir sürü dert açtı. 80'lerin ortalarından sonra sokağa ne yaparsanız yapın sizi politik gruplara bağlıyorlardı. Hemen yaptıklarınızda orak, çekip vs görüyorlardı. Aslında yaptıklarımızın bunlarla bir alakası yoktu. Nedendir bilinmez ama insanoğlunun duvarlar ile hep bir sorunu olmuş. Hep bir şeyleri duvarlara yazmış çizmiş. Mağara resimlerinden yazıtlara kadar hep bir duvar sorunsalı var. Ben 1980'lerin başında Türkiye'de de çok popüler olan Break Dance ile başladım aslında. Sokaklara bir şeyler yapmak ve insanların bunu görmesi hoşuma gitti diyebilirim. Bir yandan da gizli bir meşhur olma duygusu var. Bir şeyler yapıyorsunuz, en yakınınızdaki insan bile sizin yaptığınızı bilmiyor ve size, sizin yaptığınız işi anlatıyor. Aslında özel bir mesaj kaygım yok. 

Ben yaşadığım şehirde gri duvarları renklendirmek, birkaç iz bırakmak istiyorum. Zaten ülkemizde yeteri kadar mesaj kaygısı olan insan var. Benim de olmasın. Ben bu şehirde varım ve gri duvarlar yerine renkli duvarlarımız olsun, onlara bakalım, bir şeyler hayal edelim demek istiyorum. Ben grafiti artist'im. Benim işim yazılarla. Yaptığım şeylerde ise politik bir şey de yok. Sanatıma politika bulaştırmak istemiyorum açıkçası. Benim işlerimde yazılar, grafitinin kendine ait dünyasını, renkleri ve sokağın ruhunu görmek mümkün. Beni zaten ötekilerden ayıran şey de o oluyor aslında.

 


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon