‘Biz Cumhuriyetin kadınlarıyız’

Gelibolu Kültür ve Sanat Sardalya Günleri’nin ilki sona erdi. İki gün süren etkinlikle ilgili yazar ve sanatçı Gürol Sözen ile konuştuk.

Yayınlanma: 26.08.2019 - 23:07
Abone Ol google-news

Gürol Sözen’in sesi epey heyecanlıydı telefonda: “Emrah Bey, müthiş bir şey yapıldı Gelibolu’da, mutlaka konuşmalıyız.” Gürol Hoca bu kadar heyecanlanır da biz merak etmez miyiz, konuşmaz mıyız? İstanbul’a dönüş yolunda olduğu için yazılı olarak yolladığımız sorulara yine yazılı olarak hemen ertesi gün yanıt verdi Gürol Hoca. Tabii ki bir sonraki etkinlik için sözleşmeyi de ihmal etmedik.

“Gelibolu Kültür ve Sanat Sardalya Günleri” etkinliğinin çıkış noktasını anlatır mısınız ve neden Sardalya?
“Hallaç pamuğu gibi savrulan” bir coğrafyada sığınılacak bir limandı sanki Gelibolu... Yıllarca önce Bakırköy Akıl Hastahanesi’nde bir psikolog arkadaşım, iyileştirmenin farklı yöntemi olan resim ve yazı aracılığı ile hastalardan bir ödev ister. Bir hastanın uzattığı kâğıt parçasındaki kargacık burgacık yazıyı okuyunca donakalmıştım, hiç unutamadım. “Hayallerin işsizliğine akıl hastalığı diyorum ben” diyordu. Sanırım, “Hayallerimizin işsiz kaldığı” bu görkemli coğrafyada yalnız olmamalıydık, yaşadıklarımıza inat... Ben, Troya’nın destansı ve tarihsel kimliği, kurtuluşun yoksul ama başkaldıran dramatik yapısı, bitimsiz acıları ve bu başkaldırışın onuruna, görkemli coğrafyasına da tanıktım Gelibolu’nun. Tüm bunların ötesinde, 1928 doğumlu, kutu kapağında bir sarışın güzele tav olmuştum! “Kızlı Sardalya ve Alaaddin Sardalya konserveleri”ndeki damak tadından da tanıyordum Gelibolu’yu. Derin ve çırpıntılı ve efsanelerle yüklü denizinin tuzlu sularında bir masal ve masalsı gerçek vardı, Çanakkale anıtındaki gibi... Ama büyük bir “organizasyon” benim işim değildi; yapılacaksa farklı, kendiliğinden, abartısız, etkin ve içten gelen, yerel doku ve kişilerin ağırlıklı yer aldığı yapmacıksız bir şölen olabilmeliydi bu etkinlik. İlk toplantıda Gelibolulu Afet Ayalp ve Süleyman Taş dostları görünce bizi “Sardalya paklar” diye düşündüm: Küçük, ama güzel. Küçük, ama damak tadı. Kimseye bulaşmayan, saldırmayan ve sevecen...

Katılımcıların çoğu kadındı

Bu yılki etkinlik boyunca neler yapıldı ve kimler katıldı? Ve en önemlisi ilgi nasıldı?
Etkinliğin 3 günü savaş alanından notlar gibiydi. Balıkçılar, eski kaptanlar, satıcılar ve kentteki kültür, sanat kurumlarına umut olarak bağlanmışların yansımalarıydı; yaşlı, genç ama birikimli, eğitimli, aileden görgülü kişilerin yaklaşımlarının özetiydi: Bilim ve sanat esintisi ile gülümseyen her şey damak tadıydı. Üstelik katılımcı ve katkıda bulunan gönüllülerin yüzde doksanı kadınlardı. Sordum nedenini: Gül Hanım, kahvaltıda gülümseyerek alçak bir ses ile yanıtladı: “Biz Cumhuriyetin kadınlarıyız.” O zaman hızlıca yola koyulduk. Oturum yöneticisi olarak Prof. Dr. Nihat Falay, “Küçük kentlerin ölçeği ve su kültürü” başlığı ile Prof. Dr. Zeynep Sözen, Çellist ve öğretim üyesi Prof. Reşit Erzin, Arthouse adına Zeynep Özay genel koordinatörlüğü yükümlendi. Çanakkale Anıtı’nın rölyef ve heykellerini yapan Prof. Ferit Özşen, mimar/öğretim görevlisi ve restoratör Kutyar Özer, film yönetmeni ve etkinliğin tasarımlarını da gerçekleştiren Turgut Türkadıgüzel, mimar Nuray Ünal bu gemide yer aldı.

Ama bizi can evimizden vuran asıl neden Gelibolulu konuşmacılardı. Hepsi yüreğinin sesi ile bir “halk kürsüsü”nde gibi hepimizi sorguladılar ve “damak tadı”nın doruğunda ağırladılar, hünerlerini gösterdiler ve tüm canlılığı ile savaşı anlattılar. Çok kısa süre içinde, bir kent sorumlusu gibi bu etkinlikte iletişim ağını sezdirmeden ve ustaca yöneten Süleyman Taş başta olmak üzere Afet Ayalp, Gül Aksoy-Banse, Dilek Mildon, Tülay Kemerli, Emel Okandan, Aygül Kemerli, Rifat Şener gibi konuşmacılar, “Bir kültür/ damak tadı Gelibolu”, “Bir kent masalı: Gelibolu anıları” ile (yörenin gerçek sahipleri olarak çekinmeden) hepimizi şık giysileriyle sorguladılar.
Bir tek aykırılıktan da söz etmeden geçemem: “Yerel Yönetim”in bu etkinlikteki yaklaşımı, umarsızlığı, ilgisizliği, yoklarmış gibi varlıkları ve iğretili yaklaşımları ise düşündürücü idi ve hepimizi gülümsetti. Halkçı gibi görünmek hiçbir şeye yetmiyordu.

Önümüzdeki yıllarda sürecek

“Kültür ve Sanat Sardalya Günleri” etkinliğinin gelecek yıllarda geliştirerek sürdürülmesi konusunda ne düşünüyorsunuz? Anlattıklarınız içinde sanki bu bir başlangıç, sürdürülecek gibi bir izlenim var.
Evet! Tüymek ve “ceee” deyip yan çizmek yok! Hele yangından geçen acılı bir coğrafyada özveriyle yaklaşanları gördükçe bu bir sınamaydı. Bu topraklarda şiire, öyküye, masala, resme ve heykellere yansıyan savaş izlerini de gördük. Mustafa Kemal ve arkadaşlarının Gelibolu savaşları sırasında konakladığı ev, çarpıcı bir yorumla sunulmuştu ve var olmamızın tanığıydı..
Tabii ki bu mutfağın arka planında, bilim ve sanat adına anlatıların yanı sıra edebiyat, resim heykel, şiir, masal ve ilginç resitaller, triolar yer almalıydı; hayallerimizin işsiz kalmaması için. Her etkinlik, bir başka etkinlikle perçinleşmiş olsun istiyoruz. Bir bütünü oluştursun. Biz “cumbala cop festivallerden” yana olmamalıyız. Karınca kaderince damak tadında... Ama kadınlarımız, Sardalya ayıklar gibi başköşede olacak, yerel kimlik için.

 


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler