Bir sinemasever asla vazgeçmez!

Olamamış bir festival galasından büyük güçlüklerle evde seyretmesi başarılmış bir film izlenimi.

Bir sinemasever asla vazgeçmez!
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 18.05.2020 - 06:00

Baharın en güzel etkinliği sinemaseverler için İKSV Film Festivali’dir. Hatta Nevruz ve Hıdrellez gibi baharın gelişini müjdeleyen bir ritüel adeta! Listeler açıklanınca filmleri seçme heyecanı, sonra sanal kuyruklar ve bilet almalar, sonra iyi hesaplayamayıp art arda iki seanstan birini Atlas, birini Citys’ten seçip koşturmacalar! Ve bu yıl, hayatımızın bütün güzellikleri gibi onu da dolaba koyma süreci.

Temmuza ertelendi derken önümüz karanlık gözüküyor ki festival başlayıverdi, Türkiye’de hiç gösterilmemiş, ödüllü 15 seçkilik bir listeyle evlerde, internet üzerinden. Galalar, yönetmenlerin film sonrası seyircinin karşısına çıkıp sorulara yanıt vermesi gibi güzellikler de bir başka bahara, inşallah. Ama yine de inanılmaz bir şey, satışa çıkan biletler bir günde tükendi, her film, en fazla 1200 kişiye satıldı. Sözleştik, akşam 19.00’dan sonra ilk filmimizi (3.5 saatlik) izlemek üzere ayarladık kendimizi.

Ama o ne? Zaten herkes ekran başında, zaten herkes bir biçimde internet tüketiminde, bir de film indir işi çıkınca beş saniyede bir yüklenen görüntü vaziyeti. Oda, salon, yer değiştir, alet değiştir, bilgisayar değiştir. Maalesef. Olmuyor! Teknoloji özürlüyüm diye bir ben mi yapamıyorum, yoksa başkaları da paylaşıyor mu kaderimi? Birkaç soruşturma sonucunda yalnız olmadığımı görüp teselli buluyorum.

O gece pes ettim. Ama ertesi gün tekrar başladım denemeye. Ve filmin altyazı butonunu keşfettiğim gibi bir buton daha keşfettim, sağ alt köşede: Filmin çözünülürlük katsayısı. Oradan en düşüğünü seçip açınca oldu! Beş saniyede bir yüklemeler bitti, kesintisiz izleyebildim. Bu kıyağımı unutmayın. Buyurun gala filminin yorumuna:

DOĞDUĞUN COĞRAFYA KADERİNDİR!

Berlin-Alexander Meydanı’nda, kuzguni siyah derisi pırıl pırıl parlayan Francis, yeni adıyla Franz, istediği kadar bağırsın, “Ben Franz, ben Almanım, burası benim, Bu benim Almanya Rüyam!” Francis, istediği kadar kötülüğe bulaşmamak için çırpınsın, istediği kadar dirensin, o işi, parası, kâğıtları olmayan bir mülteci. O bir Afrikalı olarak Akdeniz’in sularında boğulmaya ramak kalmış olarak çıktığı Avrupa topraklarında kurtuluşunun mükafatını kan ve gözyaşı olarak alacak. Çünkü hep saf ve iyi kalacak.

Francis eşcinsel bir uyuşturucu satıcısının sarmalında kaderine istediği kadar dirensin, yeraltı dünyasında kötülüğün dibine inecek. Sömürülecek, dayak yiyecek, kolunu kaybedecek. İnandığı herkesten kazık yiyecek.

Aşık olacak, sevecek, üç kişilik bir aile hayal edecek ama kan ve pislik bulaşmış parayla nereye kadar? Üç buçuk saat boyunca seyirci, Almanya’nın uyuşturucu, kadın ticareti, mafya dünyasında hayal peşinde koşan ama gerçekten kaçamayan Francis’in macerasını bu kez Dublin’in eserini dizi olarak çekmiş Fassbinder değil, kendisi de Afgan göçmeni olan yönetmen Burhan Qurbani’nin gözünden izliyor.

Bütün bu olumsuz atmosfer, kötülük dünyası, bunaltan çaresizliğe rağmen filmi seyredilir kılan elbette bunları başarıyla yansıtması. Francis’in kaçak yolculuğunda Akdeniz’de boğulmadan atlattığı ama travmasını ömür boyu yaşadığı o korkunç anlar bana kumsala vuran o küçük bedenleri hatırlattı hep.

Filmde ise zaman zaman geri gelen kırmızı dalgalar görüntü yönetmeni Yoshi Heimrath’ın başarısı. Tıpkı gece kulübü sahnelerinin tedirgin ediciliği gibi. Filmin başka bir başarısı da karakterlerin iyi işlenmiş olması kadar yetenekli oyunculara emanet edilmiş olmasında:

Francis’i Afrika kökenli Welket Bungue oynarken ondan çok daha başarılı bence Francis’in belalısı, ona aslında âşık ama her türlü kötülüğü de gözünü kırpmadan yapabilen şeytan ruhlu Reinholdt’tan nefret etmemizi sağlayan Albrecht Schuch! O kadar iğrenç olabilmek kolay mı? Kadınların da hakkını yememek için seks işçisi Jella Haase’ye de bir selam çakmak gerek. Alfred Dublin’in 1929’da yayımlanan romanının bugün bile geçerliliğini koruması, Almanya’nın Francis’in çığlığına karşın bir “Dream of Germany” rüyası olamamasının nedeni doğduğun coğrafyanın kaderin olması değilse nedir?

DAHA BÜYÜK BİR DÜNYA

Bu akşam gösterime açılacak film Şamanların izinde Moğolistan’da geçiyor.

Fransız - Belçika ortak yapımı “Daha büyük bir Dünya” Fransız oyuncu, yönetmen yazar Fabienne Berhaud’nun geçen yıl Venedik Film Festivali’nde seçkide gösterilmiş filmi. Film gerçek bir hikâyeden yola çıkarak çekilmiş, hem de ne hikaye: Moğolistan’da Corine Sombrun’un, Şamanların izini arayışı ve orada transa geçerek başka bir dünyayla tanışmasından hareketle yazılmış senaryoda yazarı Cecile de France canlandırıyor. İlgimizi çekeceği kesin, kaçırmayın derim. Tabii bilet kaldıysa. (Un monde plus grand / A Bigger World / Fabienne Berthaud)


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon