Bir kıvılcımla enflasyon yüzde 50’ye çıkabilir

Koç Üniversitesi’nden Prof. Dr. Kamil Yılmaz: Belirsizlik devam ederse gelebilecek dışsal şokların sonucunda ekonomideki küçülme yüzde 3’leri geçebilir.

Bir kıvılcımla enflasyon yüzde 50’ye çıkabilir
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 21.04.2019 - 23:07

Türkiye’de artan belirsizlikler ve şoklar nedeniyle enflasyonun yüzde 40-50’ye kadar yükselebileceği vurgulanıyor.

Koç Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Ekonomi Bölümü’nden Prof. Dr. Kamil Yılmaz, şu anda ekonominin en can yakıcı sorununun işsizlik ve enflasyon olduğunu vurgulayarak, “Bu yıl ekonominin yüzde 2-3 arasında küçüleceğini düşünüyorum. Eğer hiçbir şey yapılmazsa, belirsizlik devam ederse yeni şoklara açık bir ekonomi olursa küçülme yüzde 3’leri de geçebilir. Yıl sonunda enflasyonun yüzde 20’nin altına inmesi oldukça zor gözüküyor. İşsizlik yılı yüzde 16-17 civarında tamamlayabilir” dedi. Belirsizlik ortamında, Merkez Bankası’nın rezervlerinin yetersiz olduğunu yatırımcıların bildiği bir dönemde, yapılacak yeni bir politika hatası ya da dışsal şoklardan gelebilecek bir kıvılcımın enflasyonu yüzde 25’in çok daha üzerine çıkaracağını vurgulayan Prof. Dr.

Yılmaz ile ekonomideki son gelişmeleri ve krizden çıkış yollarını konuştuk.

Yerel seçim sürecinin uzun sürmesi ve sonuçların netleşmemesi ekonomiyi nasıl etkiledi?
- Bu sürecin uzaması var olan belirsizliği daha da artırdı. Belirsizlik bir binaya dökülmüş benzin gibidir. Sadece bir kıvılcıma ihtiyaç duyar, büyük bir yangına dönüşmek ve binaya büyük hasar vermek için. 2001’deki krizde kıvılcım Anayasa kitapçığının atılmasıydı. Geçen yıl mayısta Cumhurbaşkanı’nın Bloomberg’de faizin ‘0’ olması gerektiğini düşünüyorum demesi bir kıvılcımdı. ABD Başkanı Trump’ın Rahip Brunson konusunda attığı tehdit tviti bir kıvılcımdı. Bunların sonunda TL aşırı şekilde değer kaybetti. TL’nin değer kaybı enflasyon olarak geri dönüyor.

Şimdi S-400’ler konusunda yine Trump bir tvit atsa alın size bir yangın daha. O yangını söndürmek yine yoksulun sofrasında sabit gelirlinin sofrasındaki aşını etkiliyor. İşsizliğin yükseldiği, enflasyonun yüzde 25’e çıktığı bir ortamda insanların tepki vermemesini bekleyemezsiniz. AKP’nin İstanbul ve Ankara’nın yanı sıra Türkiye nüfusunun yüzde 60’ının yaşadığı yerel yönetimleri kaybetmesi ekonomik krizden zarar gören bu kesimlerin iktidardan umudunu kesmesinin sonucudur.
Belirsizlikler giderilmeli

Yeni bir kıvılcım olur mu?
- Buradaki sorun bir ölçüde binadaki ve o binayı kontrol altında tutması gereken bekçi ya da diğer kişilerin binayı yeterince korumaması. Yılın sonuna kadar belirsizlikler sürerse atlatmamız çok daha güç olacak. Ne zaman siyasi elitlerin bekası ön plana çıkıyorsa o zaman Türkiye’de ekonomi her zaman arka arkaya şoklarla karşı karşıya kalıyor. Hiçbir ekonomi üst üste her yıl yapılan seçimleri kaldırmaz.

Hükümet ekonomide nasıl bu noktaya geldi?
- 2011’den bugüne 4 seçim olması beklenirken AKP iktidarı bu ülkeye 7 seçim/referandum yaşattı. Bu süreçte tamamen seçimlere odaklanan siyasi otorite 2014’ten bu yana her bir sonraki seçimi kazanmak için popülizm dozunu artırdı. Her seçim öncesinde mutlaka kazanmak için dışarıdan gelen sermaye ve kamu kaynakları kullanılarak kredi genişlemesi tetiklenmiş ve hane halklarının kredi imkânlarıyla borçlandırılarak ev satın alması teşvik edildi. Her kredi genişlemesinde geri ödeme kabiliyeti olmayan şirket ve kişilere de kredi imkânına kavuştu ve bu krediler 2018’den itibaren sorun olmaya başladı. Türkiye gibi dış kaynağa bağımlı bir ekonominin üst üste beş yıl seçime yönelik olarak yaratılan kredi genişlemesi sonucu ortaya çıkan büyük borç yükünün altından kalkması oldukça güç olacak.

Batık oranı netleşmeli

Takipteki krediler artıyor, bunun riskleri ne olur?
- Son yıllarda verilen kredilerde ciddi sorunlar var. Son açıklanan reform paketinde kamu bankalarına 28 milyar TL yeni sermaye ekleneceği açıklandı. Kamu bankaları seçim dönemlerinde kredi vermeye zorlandı. Kamu bankaları son yıllardaki yap-işlet-devret yöntemiyle gerçekleştirilen yatırım projelerine çok kredi kullandırdı. Seçim döneminde özellikle kamu bankaları düşük faizlerle ciddi krediler verdi. Bunun bir kısmı dönmeyecek, görev zararları tekrar gündemde. Şu anda bankacılık sektörü genelinin de takipteki krediler sorununun bilmediğimiz tek şey batık kredilerin oranı. Resmi istatistiklere göre takipteki kredilerin oranı yüzde 4. Gerçek rakamın daha da yüksek olduğu söyleniyor. Bu da yerli ve yabancı yatırımcıların Türkiye ekonomisine olan güvenini azaltıyor. Bir an önce bankaların bir röntgeninin çekilmeli. Takipteki kredilerin temizlenmesi gerekiyor. 

IMF’den kredi alma seçeneğini naıl değerlendiriyorsunuz?
- Batık kredileri bankaların bilançolarından temizlemek bir gecede olacak bir iş değil. Bize bu parayı verecek tek bir kurum var, o da IMF. Finans sektöründe batık kredilerin yaratılmasının asıl sebebi hükümet ve onun popülist politikaları. O zaman bu batık kredileri temizlemek için de fon bulmak hükümetin görevi. Bize 50 milyar doları aşacak bir miktar kredi imkânı tanıyabilecek tek bir uluslararası kurum var, o da IMF. Ülkesinin bekasını halkının refahını önemseyen bir siyasetçi kendi inancı ne olursa olsun IMF’ye gitmeyeceğiz’ dememeli.

 

 

Can yakıcı sorun işsizlik

2019 ile ilgili öngörüleriniz neler?
- Bu yıl ekonominin küçüleceği konusunda bütün ekonomistler anlaşıyor. Benim beklentim ekonominin yüzde 2-3 arasında küçülmesi. Eğer hiçbir şey yapılmazsa, belirsizlik devam ederse gelebilecek dışsal şokların sonucunda ekonomideki küçülme yüzde 3’leri de geçebilir. Yıl sonunda enflasyonun yüzde 20’nin altına inmesi oldukça zor gözüküyor. İşsizliğin ise yılı yüzde 16-17 civarında tamamlamasını öngörüyorum.

Şu anda Türkiye ekonomisinin en can yakıcı sorunu nedir?
- İşsizlik ve yüksek enflasyon. Ne yazık ki, üzerinden 20 yıl geçmeden 2001 krizi benzeri bir mali krizle ve onun yol açtığı ekonomik daralmayla karşı karşıyayız. Ocak 2018’den Ocak 2019’a işsiz sayısı 3.4 milyondan 4.7 milyona çıktı. Genç işsizlik oranı yüzde 27’ye yaklaştı. Seçimin geride kaldığını, kamuda ve özel sektörde ‘istihdam seferberliği’nden kimsenin bahsetmediğini ve özellikle yılın ilk çeyreğinde kamu bankaları vasıtasıyla yaratılan kredi büyümesinin yerini kredi daralmasına bırakacağını düşünürsek işsizliğin daha da artacağını öngörmek yanlış olmaz. Seçim döneminde yapılan müdahalelerle mali piyasalar çok daha kırılgan hale gelmiştir. Oluşabilecek irili ufaklı şoklar kurun tekrar kontrolden çıkmasına yol açar. Öncelikle 2019’un kayıp yıl olduğu kabul edilmeli. Ekonominin daralacağı, işsizliğin yüksek seyredeceği kabul edilmeli. Acil olarak atılması gereken adımlar kesinlikle sıkı para politikası ve maliye politikalarıyla enflasyonun gelecek yıl tekrar yüzde 10’un altına çekilmesi sağlanmalı.

AKP fabrika ayarlarına dönmeli

Krizden nasıl bir çıkış öngörüyorsunuz, bazı uzmanlar V şekli bazıları L ve U şekli diyen var?
- L ve U şekli dip taramasına karşılık geliyor. Siyaset sürekli ön planda olursa dip taramasından da kötüsü gerçekleşebilir. Bu aşamada olması gereken yapılması gereken var olan sorunların kabul edilmesi. Enflasyon ve işsizliği mutlaka kontrol altına almalısınız. Geçen yıl içinde enflasyon yüzde 25’e çıktı. Talep kaynaklı bir enflasyon değil bu. Doğrudan geçen yıl yaşanan iki kur şoku sonrasında artan üretim maliyetlerinden kaynaklandı. Şimdi böyle bir belirsizlik ortamında, Merkez Bankası’nın rezervlerinizin yetersiz olduğunu yatırımcıların bildiği bir ortamda, yapılacak yeni bir yanlış ya da dışarıdan gelecek kıvılcım niteliğindeki bir tvit ya da siyasi bir sorun enflasyonu yüzde 25’in de üzerine taşıyacak.

Var mı öyle bir risk?
- Elbette böyle bir risk var. 1977’den 2003’e kadar Türkiye yüzde 65-70 civarında enflasyonla yaşadı. Dünyada başka hiçbir ülke yok ki yüzde 70 ortalama enflasyonla bu kadar uzun süre yaşasın. Siyaset ve seçimler ön plana çıktığı sürece bunları yaşarız. Öncelikle AKP’nin fabrika ayarlarına geri dönmesi lazım. Fabrika ayarları nedir? 2002-2007 arasında ekonomik program uygulayan bir AKP vardı. Popülist politikalardan uzak duran, teknokrat ekonomi bakanlarına ihtiyaç var. Bu dönüşüm sağlanmazsa, ekonomi politikaları öncelik kazanmazsa bir sonraki seçime kadar geçecek olan 4.5 yıllık süre hem AKP hem de ülke için çok iyi geçmeyecek.

Şimdi reform olmaz

Ekonomi yönetiminden iş insanına, ekonomistine kadar herkes yapısal reformlardan bahsediyor, ne olmalı bunların içeriğinde?

- Türkiye’nin yapması gereken yapısal reformların arasında eğitim, vergi, emek piyasası gibi alanlarda alınacak kapsamlı önlemler bulunmaktadır. Ancak yapısal reformlar mutlaka toplumun farklı kesimlerini olumsuz etkileyecek. O yüzden yapısal reformları peyderpey uygulamak yerine, farklı kesimlerden farklı özveriler isteyebileceğiniz toplumsal bir seferberlik ortamı da yaratacak şekilde uygulamak en doğrusu olacak. Bu arada ülkeyi yönetenlerin de kendilerinin de özveride bulunması bu reformların başarılı olması için zorunluluk arzetmekte.
12 yıl önce siz kıdem tazminatı reformunu yapmış olsaydınız bugün kıdem tazminatı engel olarak durmayacaktı. Yüzde 7 büyüyen bir ekonomide kıdem tazminatı ya da vergi reformunu yapabilirsiniz. Ama yüzde 2-3 küçülmesi beklenen bir ekonomide bu reformları bu ortamda vergi reformu gerçekleştiremezsiniz olmaz. Şirketler, iş insanları, işveren bırakın vergisini vermeyi işçisinin maaşını bile ödeyemezken yeni bir vergi reformunu kaldıramaz. İşsizlik tehdidiyle karşı karşıya olan bir çalışanın elinde yıllardır hak kazandığı kıdem tazminatını kaldırdım ya da azalttım diyemezsiniz.
Asgari ücretlinin ücretini artık vergi dışına çıkarılması lazım. Devletin toplandığı bizim toplam bireysel gelir vergisinin yarısını asgari ücretli ödüyor. Bu adaletli değil.
Eğitim reformunu 2006’da yapsaydınız bugüne 13 yılda belki ilk mezunları görmeye başlayacaktık. Eğitim kurumu, dünyanın her yerinde rekabet edebilecek kapasitede, kendisi kadar toplumuna da katkısı olacak çağdaş bireyler yetiştirmeli.

Bağımsız kurum şart

Tekrar güven sağlaması, yatırımların yapılması için hangi adımlar atılmalı?
- Herkes ilk olarak hukuksuzluğun her türlüsüne son verilmesi olduğunda anlaşıyor. İkincisi, 2002-2007 döneminde gerçekleştirilen ancak 2011 sonrasında tamamen geriye alınan makroekonomik kurumsal reformların tekrardan hayata geçirilmesi gerekiyor. Bu reformlarla bağımsızlığı tanınmış olan Merkez Bankası’nın, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu, Sermaye Piyasası Kurulu ve diğer düzenleyici ve denetleyici kurumların siyasi otoriteden bağımsızlığı teyit edilmesi gerekir. Bu adımlar kaybolan yerli ve yabancı yatırımcı güveninin tekrar ihdas edilmesi için ilk adımlar olacak. Siyasetin ekonomi üzerinde gölgesi kalktığı zaman yatırımcı güveni geri gelir.

 

 


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler