Berna Laçin'den boyun eğenlere: Bir duruş sergileyemediniz!

Türkiye'de benzeri görülmemiş bir TV ambargosu yaşayan Berna Laçin, Turkuvaz Medya'ya dava açtı. "Bu kadar ikiyüzlülük karşısında kalbim kırıldı tabii ki ama yıkılmadım. Koronadan ülkecek sağ salim çıkabilelim diye bakıyorum. Onlar kura bakmıyor ama ben bakıyorum. Ve ülkemiz iflas edecek diye çok korkuyorum. Ebleh, şapşal troller “Beğenmiyorsan git” diyor. Ben de diyorum ki “Beğenmediğim ülke değil ki sizsiniz.” İmkanı olsa ilk önce gidecek olanlar söylüyor bunu. Gitmiyorsak bu ülkeyi sevdiğimizden, mücadelemiz bunun için" diyor.

Berna Laçin'den boyun eğenlere: Bir duruş sergileyemediniz!
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 16.11.2020 - 16:01

Berna Laçin, Kenter Tiyatrosu’nda Yıldız Kenter’le ilk başrolünü oynadığında 19 yaşındaydı... Şimdi sahnedeki 30. yılını kutluyor. İki tiyatro oyunuyla salgın izin verdiği ölçüde izleyicisiyle buluşuyor. 30. yılına özel sahnelediği Hayal Satıcısı, Karadeniz turnesinde yasaklanmak istendi, hatırlayacaksınız. Laçin, boyun eğmeden oyununu oynuyor ama havuz medyasının ona yönelik keyfi ambargosu da sürüyor. Reklamları, içinde sesi bile olsa hiçbir işi kanallarda gösterilmiyor, az sayıda dik durabilen yayın organı hariç. O ise itirazını mahkemeye yeni yapabildi! Yağmurlu bir günde Göksu Deresi’nin yanında bir araya geldik. Hem falcı Serpil’e hayat verdiği Hayal Satıcısı’nı hem de Amerika’da adalet raporlarına dahi giren ambargoyu konuştuk. Ve tabii salgını...

"Bu hayatta önceliğimiz doktorlar, hemşireler, sağlık görevlileri. Bunun çok ciddi farkına varmış olmamızı bekliyorum. Olmadığımızı görüyorum ama olsak iyi olur. Ne politikacı, ne cumhurbaşkanı, ne başka biri, hepimizi toplasan bir doktorun tırnağı etmiyoruz günün sonunda. Bu can hepimize bir tane bahşediliyor, gitti mi gitti…"

Fotoğraflar: Kaan Sağanak

Evinizin baş köşesindeki kolonyadan başlayalım mı? Ben unutmuştum mesela kolonyayı...

Elimin altında her zaman kolonya vardır. Gelene bir tur dökerim. Ne kadar haklıymışım (gülüyor). Ada iki buçuk yaşındaydı ona da öğretmiştim. Oyun gibi çok hoşuna gidiyordu. Eve biri geldiği zaman ilk iş kolonya dökerdi, millet de bayılıyordu. Çantamda hep minnacık bir kolonya vardır. Özellikle uçağa bindiğim an illa çıkarıp ağzımı burnumu kolonyalarım. Hele kışsa. Çok grip olmak bir dert, oyuncu için. Sahneye çıkmak zorundaysan, boğazın ağrırken, nefes darlığı çekerken oyun oynamanın ne kadar ıstıraplı bir şey olduğunu anlatamam. Kendi çocuğuma bile okuldan gelirdi, ‘aman aman yaklaşma, bu hafta çok oyunum var’ derdim.

Koronadan önce de böyle yaşıyordunuz yani dikkatli, titiz…

Aslında disiplinli yaşayan oyuncular sporcular gibidir. Uzaktan bakıldığında çok rahat bir yaşam gibi görülür. Öyle yaşayan oyuncular da var ama öyle olanları görüyorsunuz. Birlikte yola çıktığımız arkadaşlarımız çok erken yaşta çöktüler. Bazılarına bakıp “Nasıl bu hale geldi” diyorsun. Onlar işte kendilerine bakmayanlar. Aynı tempoda devam edenlere bakın, büyüklerimize, çok disiplinli yaşarlar. Genco Erkal mesela, üç ayrı oyunu üst üste oynadıktan sonra sabah hepimizden daha dimdik kalkıyor. Yıldız (Kenter) hoca da öyleydi. Oyundan önce yediği belliydi, yatması, kalkması her şeyi belliydi. Yüksek performanslı işler yapanlar, genellikle dikkatli yaşarlar. Bu bir disiplin işidir. Cihan Ünal... O kadar disiplinli ki espri konusu olur, takılıp kızdırır kendisini. Oturduğu yerdeki pencerelerin açısına bile dikkat eder. O kadar önem veriyor ki sahnede sesinin bozulmamasına... Birlikte çok oyun oynadık, gezmediğimiz yer kalmadı Türkiye’de. ‘Beni bir tek sen anlıyorsun’ diyordu. Bir gün birbirimize itiraf ettik. Turnelerde meğer o da benim gibi, önce odada bütün kapı kollarını, kumandaları, muslukları, elektrik düğmelerine kadar dezenfektan ya da kolonya ile siliyormuş.

Güzelmiş…

Korona yokken daha dezenfektan bende hep vardı. Gittiğim yerde hiçbir şeye dokunmam çünkü. Ben elimi de hiç yüzüme değdirmem, saçımı düzeltmem. Telefonumu masaya koymam gibi manyaklıklarım vardır. Millet dedi ki ‘sen biliyormuşsun koronaya hazırlanmışsın bunca yıldır.’ Bunlar koronada avantaj oldu ama maske çok zorlayıcı. O yüzden hiç evden çıkmıyorum, kalabalıklr arasına girmiyorum.

KENDİMİ İŞE YARAMAZ HİSSETTİM

Korona sizi meslek yaşamınızın 30. yılında yakaladı. Ne durumdaydınız karantina geldiğinde?

30. senemi 5 Ocak’ta, mesleğe ilk adım attığım Kenter Tiyatrosu’nda yeni oyunumun galasıyla çok güzel kutlamıştım. Müthiş bir gece oldu. Pandemi patladığı sırada benim galiba 20’li yaşlarımdan beri en anormal yoğun dönemimdi. Yeni oyuna başlamıştım, Erdal Abi ile oynadığımız Hoş Geldin Boyacı’nın Avrupa turnesi vardı. Takvimi önüme koydum, her günüm dolu, “Allahım ben bunun altından nasıl kalkacağım? Bana sağlık ver” dedim. Bir şey dilerken çok dikkat etmek lazımmış (gülüyor), üç beş gün sonra bir anda hiçbir şeyim yoktu artık. Her günüm bomboş, kendimi duvara çarpmış hissettim. Hayatım boyunca hiç bu kadar işe yaramaz hissetmemiştim kendimi.

Sanat dünyasında genel olarak biraz böyle hissedildi değil mi? Bütün işler birden durunca…

Eğlence sektöründekiler daha da dumur oldu. Her şey yolundayken ve sağlıklıyken gidip eğleniyorsun. Tiyatro savaşlarda bile devam etmiş ama ne olursa olsun arka planda. Dünyada bir şey oluyor ve senin elinden hiçbir şey gelmiyor. Bu bende travmatik oldu. Acaba ilk yardım gibi eğitim mi alsam dediğim oldu. Hemşire olamam bu saatten sonra ama bize de düşecek bir iş olabilir mi? Ne biyelim ‘sürüntü almak için görevlendirirler mi’ gibi… ‘Ben ne işe yararım ki’ diye düşündüm. Ben elimden geldiği kadar politik her şeyin karşısında durabilirim. Savaşları önleyemesem de savaşın kötü bir şey olduğunu anlatmaya çalışıyorum. Pandemide en fazla ‘maske takın’ diye klip çekebilirim. Dolayısıyla çok işe yaramaz hissettim kendimi. Bu hayatta önceliğimiz doktorlar, hemşireler, sağlık görevlileri. Bunun çok ciddi farkına varmış olmamızı bekliyorum. Olmadığımızı görüyorum ama olsak iyi olur. Ne politikacı, ne cumhurbaşkanı, ne başka biri, hepimizi toplasan bir doktorun tırnağı etmiyoruz günün sonunda. Bu can hepimize bir tane bahşediliyor, gitti mi gitti…

Bu kadar duyarlı olunca, psikolojik olarak nasıl üstesinden gelebiliyorsunuz?

Ben çok duyarlıyımdır ama hassas değilimdir.

 "Bazısı diyor ki “senin çoluğun çocuğun var, daha çok sorumluluk sahibi olmalısın, hiçbir şeye bulaşmamalısın.” Ben de diyorum ki “ben de tam da çocuğum olduğu için daha fazla görmeye başladım.” Çocuğum olduktan sonra çok değiştim. 20’li yaşlarda gayet tontiş bir genç kızdım, oyuncu olmak, ödüller almak istiyordum… Genç yaşta bunları da yaptım, çok çabuk doydum. Çok erkenden çok iyi şeyler giydim, çok iyi orijinal çantalar aldım, taktım (gülüyor)"

BEN ÇOK ÇABUK DOYDUM

Bazıları sadece işini yapıp arkasını dönüp gidiyor biliyorsunuz…

‘Bana ne abi’ diyen çok. Çok arkadaşım, beni de sevdikleri için eleştiriyor. “Kızım ne bulaşıyorsun, bak sen işine… Alacaktın paranı, teknende uzanacaktın, başına bu kadar iş geliyor, sen manyak mısın” falan diyorlar… Ama ben buyum, başka biri olamam bu saatten sonra. Ben başka türlü var olamıyorum, bu bir varoluş meselesi. İnsanların aslında bir var oluş sürecinden geçmeleri lazım. Çok fazla düşünmediğimiz, okumadığımız için, ülkemiz eğitiminde de bunun yeri olmadığı için daha üstünkörü geçe geçe belli bir yaşa geliyor insanlar. O zaman da işte ‘paramı alırım rahat rahat yaşarım” denebiliyor. Çok daha keyfi bol bir yaşam sürüyor bunu diyenler, ben sıkıntıların içinden geçiyorum. Ama ben bu yaşa gelene kadar bir varoluşsal süreç geçirdim. Kimim diye düşündüm. Ne yapıyorum diye düşündüm. Felsefesini düşündüm, başkaları ne yapıyor diye düşündüm… Bütün bunları düşündükten sonra artık bir daha başka birisi olamıyorsun. Olduğum şeyle de mutluyum. Böyle nefes aldığımı, yaşadığımı, var olduğumu hissediyorum. Varoluşsal sürecimin içinde yol aldığımı hissediyorum.

Anne olmanızın bu yolculuğa farklı bir etkisi oldu mu?

Anneliğe nasıl baktığınız da önemli. Bazısı diyor ki “senin çoluğun çocuğun var, daha çok sorumluluk sahibi olmalısın, hiçbir şeye bulaşmamalısın.” Ben de diyorum ki “ben de tam da çocuğum olduğu için daha fazla görmeye başladım.” Çocuğum olduktan sonra çok değiştim. 20’li yaşlarda gayet tontiş bir genç kızdım, oyuncu olmak, ödüller almak istiyordum… Genç yaşta bunları da yaptım, çok çabuk doydum. Çok erkenden çok iyi şeyler giydim, çok iyi orijinal çantalar aldım, taktım (gülüyor), süslendim, davetlere gittim. Ve 30’a geldiğimde “Eee” dedim bundan sonra ne olacak?”

KIZIMA İYİLİK ETMEK İSTEDİM

Yanıt nasıldı peki?

Sorgularken de kendimi başka bir dünyanın içinde buldum. Işıltılı olmayan o hayatın gerçekliği daha çok cezbetti. Orada olanı görüp başkalarına da göstermek istedim… Mesele bu. Benim çocuğum eşitlikten yana olsun ve bir eşitlik içinde başarı sağladığında onun tadını alsın istedim. Torpille bir yere gelsin istemedim. Çünkü onun bir zevki yok. Ben çocuğuma iyilik etmek istedim. Benim çocuğum, çevresinde rahat yaşayabilen, istediği eğitimi alabilen ne kadar çok insan varsa o kadar mutlu olabilir. İnsanların aç, mutsuz, istemediği işi yaptığı bir dünyada altınların da içine koysan keyif almayacak. Öyle olsa dünyada çok zenginlerin çocuklarında bu kadar uyuşturucu, bu kadar intihar vakası yaşanmaz hepsi dünyanın en mutlusu olurdu ama olmuyor. Arkadaşınla bir ekmeği bölüşmenin tadı, hatırladığında yüzünde gülücük bırakan o his… Bunu ben kendimde fark ettiğim an istedim ki çocuğum da bunu yaşasın. Bazı arkadaşlarımız çok havalıydı, elmayı tutup çevirerek ortadan ikiye ayırırdı. Bir elmanın iki yarısını beraber yerdik… Ben ilk arabamı aldığım günü bugünkü gibi hatırlıyorum.

"Asker çocuğu olmak ayrı bir ülkede yetişmek gibidir. Benim babam dünyanın en demokrat adamıdır ama çok otoriter, çok disiplinliydi. 20’li yaşlarımdaydım. Bir yere gidecektim, “Gidebilir miyim” diye sordum. “Sakın bir daha gidebilir miyim diye sorma, alışkanlık olur” dedi. “Bir erkeğe izin isteyerek sorma, ileride sevgilinden, kocandan da izin istersin.”

HİÇBİR ŞEYİM ESKİMEZ BENİM

Nasıl bir arabaydı?

Küçücük, çok şeker yağ yeşili bir araba… Ferrari için şu an heyecanlanamam ama o araba için aklımı oynatıyordum, kendi paramı biriktirerek çalışarak almıştım. Çok keyifliydi, ben o keyfi çocuğum da yaşayabilsin isterim. İnşallah bu ülke şartlarında bir araba alabilecek para kazanabilir mi hiç emin değilim ama herkes o parayı kazanabilsin, hem de o arabayı almanın keyfini yaşasın isterim. Bir arkadaşım aynı yaştaki çocuğuna son model bir araba aldı. Dedim ki ben almak istemem… Onun üstüne ne olursa onu sevindirecek sonra… İlk arabasını kendi alanlar benim ne dediğimi anladı şu an, uyuyamazsın, çıkıp çıkıp camdan bakarsın, malının da kıymetini bilirsin. Ben malımın kıymetini de bilirim. Hiçbir şeyim eskimez, hiçbir şeyim kirlenmez. Çünkü çok az vardı her şeyim. Ben asker çocuğuyum, aç açık değildik ama lüksümüz olmazdı. Annem her zaman her şeyin en iyisini alırdı ama bir tane alırdı, “çok iyi bak” derdi. Hiç naylonlu elbise giymedim, pamuklu ipekli kumaş alıp annem kendi dikerdi. Bir paltom olurdu ama hep düzgün bir şey olurdu. İyi şey, güzel şey severim, aldığım şeye iyi para veririm ve hiçbir şeyi atmayı sevmem.

Dünyada da artık atık üretmemek üzerine kurulu bir yaşam biçimi tartışılıyor…

10 liraya bir şey aldım desem yalan olur, çakma gerçekten hiç sevmem (gülüyor.) İyisini alırım bir tane, 20 sene sonra sen benim üzerimde o paltoyu görürsün, genelde de güle güle kullan diyorlar. Şaka yapmıyorum. “Ay çok moda nereden aldın” dediklerinde 25 sene önce de modaydı diyebiliyorum (gülüyor). Ben bundan keyif alıyorum.

Bu da bir kültür sanırım. Çocukluktan geliyor demek ki…

Şimdi yine iyice naylona dönüş oldu, maskeler yerlerde… Naylon meselesinden kafayı yiyeceğim. Pet şişeden su içmiyorum. Suyum çantamda. Çelik şişem hep yanımda, evimde arıtma var, dolduruyorum çıkıyorum. Restoranlarda da alıştılar bana…

ASKER ÇOCUĞU OLMAK...

Asker kızı olmanın bu disiplinde katkısı olmuştur muhakkak…

Tabii… Asker çocuğu olmak ayrı bir ülkede yetişmek gibidir. Benim babam dünyanın en demokrat adamıdır ama çok otoriter, çok disiplinliydi. 20’li yaşlarımdaydım. Bir yere gidecektim, “Gidebilir miyim” diye sordum. “Sakın bir daha gidebilir miyim diye sorma, alışkanlık olur” dedi. “Bir erkeğe izin isteyerek sorma, ileride sevgilinden, kocandan da izin istersin.” Ama yaşım kaç olursa olsun haber vermem gerektiğini ekledi. Uçağa binerim, inerim ilk babama mesaj atarım, “Tekeri koyduk.” Pilot ya. Ama ben küçükken yemek yerken saat kurardı, yedin yedin yemedin açsın, geçmiş olsun… Babamın annemin bana yaptığı kadar değilim ama bende de biraz kontrol bağımlılığı var…

FALCI SERPİL’LE SAHNEDE

Yeni oyun Hayal Satıcısı. Gülerken nereden geldiği belli olmayan bir yumruk yemiş gibi hissettiren oyun.

30. senem için kendime bir armağan istiyordum. “Gideyim de bir orijinal çanta mı alayım? Onun yerine bir oyun yapayım” dedim (gülüyor.) Kendimi de zorlamak, kendimle rekabete girmek istedim. Zehra İpşiroğlu’nun oyunu. Onun kadınlarla röportajlardan oluşan Haneye Tecavüz adlı kitabı vardı. Oradaki falcı Serpil’i oyunlaştırmış. Berfin Zenderlioğlu, yönetti. Metni meddah geleneğine uygun ve Serpil’i daha alaturkalaştırarak yeniden yazdım. Kadın meselesine dair bir şey söylemeyi görev hissediyordum, hem de tiyatromla ilgili bir üslup yakalamak istiyordum. Seyirciyle sohbet ettiğim etkileşimli bir oyun, oynadıkça içine gündemden yeni şeyler eklediğim…

Kadınlara ‘kurban olmak zorunda değiliz’ diyorsunuz özünde… Bende kalan o oldu.

Kurban edilmeye çalışılıyoruz ama ne zaman “kurban değiliz” diyeceğiz o zaman kurtulacağız. Başka kurtulamayız. Kurbanlaştırılmışlara da biz destek vereceğiz. Bazı kadınlar gerçekten çaresiz bırakılıyor. Kadınlara destek veren erkekler de bizden. Esprili bir dille anlatmak istedim meseleyi… İnsanlar kendilerine espriyle söylenen şeyleri daha çok alabiliyorlar. İnsan gülerken boş bulunur, o sırada çat diye koy lafı. Yaptığım o... Daha 17 kere oynadım, mektuplar aldım…

A’DAN Z’YE KADIN İŞİ

İzledikten sonra düşünmeden edemedim, bu oyuna neden salon vermek istemediler?

Çok insancıl, çok naif bir oyun. Tabii ki çok politik oyun, inkar etmiyorum. Kadın meselesi politiktir. Zaten oyunun türü taşlama. Alayını taşlıyor ama kadınların yaptığı hataları da taşlıyor, iktidarı ve erkekleri taşladığı kadar. Sonunda kendini de taşlıyor Serpil, onun bir anti-kahraman oluşu çok güzel.

Ayna tutuyor Serpil, kadınlar dahil tüm topluma. Afişiniz de aynalı zaten değil mi?

Ben ne slogan atmak istiyorum, ne ona buna laf geçirmek. Tam da ayna tutmak istiyorum. Sen baktığında neyi beğenirsin, neyi beğenmezsin bilemem (gülüyor). Afişimizi Dilan Bozyel çekti. Dekor hariç A’dan Z’ye buram buram her şey kadın işi. Biz kadın kadının yurdudur diye yola çıktık. Kimi zaman ağlanacak halimize gülüyoruz, kimi zaman gülerken ağlıyoruz.

FALCI FALCI GEZDİM

Siz fal baktırır mıydınız normal hayatta?

Hiç. Hiç falla alakam olmadı. Zaten kahve de içmezdim, çaycıyım ben. Ve ben falcı falcı gezdim bu iş için. Bayağı da para harcadım! İnsanlardaki fal tutkusunu gördüm. “Nereden falcı bulacağım” dediğimde en aklıselim arkadaşlarım liste çıkardılar. Meğer hepsi falcı falcı geziyorlarmış. Dalga geçerim diye söylememişler. 

Peki gittiğiniz falcıların söyledikleri çıktı mı?

 “Hadi be” dediğim oldu bazılarında. İnsan buna kendini kaptırırsa kafayı yer. Birkaç şey söylediler kimsenin bilmesine imkan olmayan, ben çok şaşırdım. Falla insanın hayatına yön vermesi akıl dışı benim için ama gerçekten kadınlar erkek meselesiyle ilgili çok fazla falcıya gidiyorlar. “Kocam bana dönecek mi?” “Benimki başka birini bulmuş. İki sene sonra dönecekmiş.” “Nereden duydun?” “Falcı söyledi.” Muhabbetler böyle. Genelde kocalar başları sıkışınca iflas, hastalık gibi durumlarda döndüğü için fal da doğru çıkıyor (gülüyor). Aynı hikâye o kadar tekrar ediyor ki aslında fal bakmaya gerek yok.

Doğru...

Ben mesela azıcık tanıdığım birinin evliliği yürür mü yürümez mi bilirim. O kadar çok aynı filmi izledim ki. "Şimdi kıskanç ama sonra geçer” diyor kız. “Geçmez” diyorum. Geçmiyor, çünkü. O tahakküme bir kere girdiğin zaman geçmiyor. “Sonra alışır.” Alışmaz. Dozunu arttırır. “Nasıl bildin diyorlar”, bilmedim bu hikåye hep böyle. Falcılar çok zekiler. Çok iyi gözlemciler. Nabza göre şerbet vermeyi çok iyi biliyorlar. Psikoloji biliyorlar. Merdiven altı psikoloğu gibiler.  Onları gözlemledim kattım oyuna.

"Çatı çöktü, yıkıldı tepemize. Bu zamana kadar kurulmuş aile algısı, aile rolleri çatısı var ya işte o çatı kafamıza çöktü. El ele tutuşup, paylaşarak, sevgiyle, dayanışmayla aile kavramını yeniden inşa etmek zorundayız. Ailenin içi böyle olduğu için ülke de böyle, kavga halinde. Ailede bireyler dayanışırsa, ülkede de dayanışır. Erkek de boğuldu, para yetiştiremiyor, iş bulamıyor. Erkekliği yanlış şey üzerine inşa ettiler çünkü. Bundan sonra kendilerini böyle tarif edemeyecekleri bir dünya düzen var..."

BABAM NE DER?

Kadına yönelik şiddetin kaynağı ne sizce?

Erkeğe odaklı bir dünya kurduğun zaman, bunu da normal bir şeymiş gibi kabul ettiğin zaman sıkıntı başlıyor. Genelde bizim kültürümüzde de bu var. Bir babanın etrafında şekilleniyor dünya. Baban ne der? Sonra bunu birine aktarıyorsun, kocana. Kocanın geldiği saat, kocanın sevdiği yemekler… Kadın da onu dönüştürmeye çalışıyor, kendisinin istekleri var ama adam o dönüşüme kapalı. Dizilerde zengin kız fakir oğlan şablonu var ya hayatlarımız da bir şablon içinde oluyor. Bir şablona doğup onu devam ettirmek istiyoruz. Problem burada. Sen değişiyorsun diyelim ama bir şablon beklentisiyle evlenen erkek bakış açısını değiştirmiyor.

ZURNANIN ZIRT DEDİĞİ YER

Adam diyor ki akşam evde olacaksın, önüme yemeğimi koyacaksın...

Aynen öyle… Onun beklentisi o, kadının beklentisi başka. Büyüyen çocuklara sen başka birisin, başka bir hayat yaşayabilirsin demek lazım. Biz öyle yapmıyoruz hep bir şablonu korumaya çalışıyoruz. Kimi zaman bol geliyor o şablon, kimi zaman boğuyor, duvarlara çarpıyoruz. O şablon erkeği rahat ettirmek üzerine kurulu bir şablon olduğu için kadın altında sıkışıp eziliyor. Çünkü yaratılan şablon kabaca şu: Erkek maç seyreder, arkadaşlarıyla çıkar, eve gelince yemeği hazır olsun ister, karısına karışabilir, kararları o verir… Erkekler kendilerine verilmiş bu haklardan vazgeçmiyor şu anda tartışma oradan çıkıyor. Aslında erkeklerin üzerine de çok yük biniyor. Erkek dediğin ailesine bakar. Zurnanın zırt dediği yer, bakamıyor şu anda, bakamaz. Bakamadıkça da erkekler manyaklaştı. Kimse o şablonları bayıldığı için sürdürmüyor, yıkmaya cesaretleri olmadığı için, “erkek adamım ondan yapıyorum” diye kendisi de bir yalanın içine giriyor, orada mutlu olmak için kafayı yiyor. Toplumun başına gelen tam olarak bu şu anda.

AİLE ÇATISI ÇÖKTÜ TEPEMİZE

Ne yapmak lazım peki?

Çatı çöktü, yıkıldı tepemize. Bu zamana kadar kurulmuş aile algısı, aile rolleri çatısı var ya işte o çatı kafamıza çöktü. El ele tutuşup, paylaşarak, sevgiyle, dayanışmayla aile kavramını yeniden inşa etmek zorundayız. Ailenin içi böyle olduğu için ülke de böyle, kavga halinde. Ailede bireyler dayanışırsa, ülkede de dayanışır. Erkek de boğuldu, para yetiştiremiyor, iş bulamıyor. Erkekliği yanlış şey üzerine inşa ettiler çünkü. Bundan sonra kendilerini böyle tarif edemeyecekleri bir dünya düzen var. Ya uyum sağlayıp, rolleri yeniden tarif edecekler ya da herkes kendince kendi düzenini kuracak serbest formda, ya da herkes birbirini vurup öldürecek. Kadın görüyor artık. Her şeyi görüyor. Bir an evvel aklıselim insanların, nasıl üstesinden gelebiliriz, bunun önermelerinde bulunmaları lazım. Dizilerde, kadın erkek el ele tutuşursa aile güzeldir gibi algıların altını çizerek… Bir devlet büyüğü “Kadının yeri evidir, kocasından izinsiz dışarı çıkamaz” diye konuşunca olmuyor, topluma iyi gelmiyor. Yok öyle bir şey çünkü olamaz artık...

BİZİMKİ BENCE ŞANS

Sizin evliliğiniz kaç yıllık?

24 bitti.

Nice yıllara… Sizin sırrınız ne peki?

Teşekkürler. Benim eşim de lastiği patladığında beni aradı tıpkı Demek Akalın gibi. Evlilik bunun için çok önemli. (Gülüyor)

Bu tarz işleri siz mi halledersiniz genelde?

Aslında her türlü işi kadınlar halleder genelde evde. Problem çözen kadındır o kesin. O da benim hiç düşünemediğim şeyleri halleder tabii ki. Birbirimizin eksiklerini tamamlayarak ilerliyoruz. Biz 18 yaşından beri beraberiz hiç ayrılmadan… 32 sene… Beraber büyüdük biz.

Harika..

Ömrümüz olduğu sürece de beraberiz. Bence bu bir şans… Ben muhafazakar bir insanım bu arada.

İyi olanı korumak isteyen bir muhafazakar…

Aynen… Ben ille de benim gibi olun diyen bir muhafazakar değilim, günümüzde siyasetçiler dayatıyorlar. Ben herkes başkasının haklarını ihlal etmeden nasıl mutlu oluyorsa, öyle yaşasın diyorum, onlar “Hayır herkes benim kurallarıma göre yaşayacak” diyorlar. Hatta “Ben başka yaşayayım ama siz benim kurallarıma göre yaşayın” diyorlar. Emre Kınay bir gün bana dedi ki, “sen neye itiraz ediyorsun ulan, zaten sen yıllardır iktidarın tarif ettiği kadın modelisin. Evinden çıkmaz, çocuğunun saatine göre yaşar.” İşimi bir ömür böyle ayarladım. Ben bunu severek yapıyorum, ben istediğim gibi yaşıyorum. Herkes istediği gibi yaşasın diye itiraz ediyorum.

İlk aşkla yola devam etmek daha iyidir belki…

Serpil ablanın deyişiyle, kısmetttt…. (gülüyor) 40 sene sonra da ayrılan çok insan gördüm. Olabilir. O zaman da şöyle derim “O kadar sene güzeldi.” Her gün çok kıymetli benim için, onu güzel yaşamak istiyorum. Şu yağmur yağıyorsa tadını çıkarmak istiyorum. Böyle bir havada camın önünde içilen çaydan daha güzeli var mı? Kimse aç kalsın istemiyorum. Herkes yazın çoluğunu çocuğunu denize sokabilmeli, sinemaya, tiyatroya götürebilmeli. Bu standart maddi olarak herkesin hakkı. Ben bunu savunuyorum. Çocuklar iyi bir eğitim alabilmeli. Konfor severim ama başkaları açken hiçbir şeyin tadını çıkaramıyorum o lükse de sahip olsam. O yüzden kendim de onlardan vazgeçtim. Herkes güzel tatiller yapsın da çok parası olan yatıyla tatil yapsın...

“Oh be nasıl çaktık’ diye sevinemezler ama. Bana çakamazlar, her şeyleri geri tepecek, çünkü ben hep doğru ve aynı olarak duruyorum, karşımdakiler sürekli yamuluyor. Ben hep aynı diklikte duruyorum. Benim kısmetim olanı kimse kesemez. İnançlı olduklarını iddia ediyorlar ya… Herhangi bir şeye inancı olan insan bu dinamiği bilir. Piyango çıkar ama yine o bana gelir."

ALLAHLARINDAN BULDULAR

Sizi dinlerken, bir yandan da sizi nasıl üzdüklerini düşünüyorum… Karadeniz turnesinde olanları... Tam da 30. yılınızı kutlarken. Neden?

Şahsıma ve bana (gülüyor) yapılmış bir küçük politikacı hareketiydi. Kraldan çok kralcı olanların maalesef liyakatin olmadığı ülkemizde kendilerini gösterme çabalarının çirkin bir tezahürüydü. Bunu yapanlar üç gün sonra Allahlarından buldu. Samsun’da sahneyi vermediklerinde, “Şimdi kadın direnişi göreceksiniz” dedim onlara ve oynadım. Kadının gücü başka bir şey. Koronada bile kadınlar o kadar kötü olmuyor anacım. Sepilleştirme beni. Bizde iki x var (gülüyor).

Sonra Ordu’da aynı şeyi yaşadınız...

Ordu’da Baro’ya oynayacağım. Bana dediler ki “Yasaklandık.” Kadına şiddete karşı olan oyunumu, kadınlar gününde oynamaya giderken bir kadın olarak engelleniyorum. Ordu milletvekili Cemal Enginyurt, çıktı “Kim reisçi kendini göstersin” diye tweetler döşendi belediye başkanına. Ordu’da da bir düğün salonunda oynadım. Seyirci beni görsün diye sandalyenin üzerine çıktım, bin küsür kişi var, bende mikrofon yok… Enginyurt’a “Ben 30 senedir geliyorum buralara, dün başka parti vardı, bugün başka parti var, yarın başka parti olacak ben yine gelirim ama sen burada olmayacaksın” dedim. Enginyurt’u üç ay sonra ihraç ettiler. Bu kadar hızlı olacağını düşünmemiştim. “Doğruları söyleyince böyle oluyor acı bir şekilde öğrendim” dedim ona. Oh olsun demedim.

AMBARGOYU YENİ MAHKEMEYE TAŞIDIM

O dönem yoğundunuz ama sonradan düşününce en çok neye kırıldınız?

Bütün bunlar beni kırmadı. Çabuk yara almam, yoksa ölmem lazım, troller neler yazıyor. “Roket at böyle ölmem” diyor ya gençler, çok seviyorum bu lafı. Trol deyince başı boş insanlar akla gelmesin, onları yöneten resmi görevde insanlar var. 

Havuz medyasının ambargosu geldi bir süre sonra...

Pandeminin göbeğinde, tarihimizdeki ilk resmi ambargo uygulandı bana. Turkuvaz Medya, bir sürü iftira atarak, yalanları alt alta sıralayarak basın bildirisi yayımladı. “Ne sesi, ne görüntüsü kanallarda yayımlanmayacak” diye. Bunu tarih yazdı. Ancak bugün onları ispata davet ediyorum dava açarak, çünkü mahkemeler yeni açıldı. Ben bir insanı düşmanım belleyeceksem de onu sırtından vurmayı kendime yakıştırmam. Karşılıklı düelloyu tercih ederim. Bütün insanların maddi ve manevi zayıf düştüğü, herkesin kilitlendiği bir zaman. Sokağa çıkamıyorsun, mahkemeler kapalı, hakkını arayamıyorsun… Pandeminin ortasındaydık, can derdindeydik. Sen koskoca bir grupsun, ben tek başına bir kadın oyuncuyum. Bir orduyla saldırıyorsun ve elinin en kıstırılmış anı bekliyorsun… Kimin aklıysa bu, bunu kendine yakıştırabildi.

"Ben bana iş versinler demiyorum ama özel kanal da olsan her işin etik kuralları vardır. İstediğim kişi hakkında istediğim yalanı uydurabilirim diyemezsin. Etrafa da şöyle bir şey yaydılar “Yukarıdan emir aldık.” Yok böyle bir şey. Ülkenin şu durumunda kimsenin Berna’nın sesini takip edecek durumunun olduğunu zannetmiyorum. Bu gerçekten, hazır korku imparatorluğu yaratılmışken, bunu kullanıp egosunu tatmin etmek isteyenlerin işi… Bu kadar güçsüz zavallı olmamalı kimse..."

BU ZİMBABVE’DE BİLE OLMAZ

Şimdi de devam ediyor mu ambargo?

Bana iş versinler demiyorum ama özel kanal da olsan her işin etik kuralları vardır. İstediğim kişi hakkında istediğim yalanı uydurabilirim diyemezsin. Etrafa da şöyle bir şey yaydılar “Yukarıdan emir aldık.” Yok böyle bir şey. Ülkenin şu durumunda kimsenin Berna’nın sesini takip edecek durumunun olduğunu zannetmiyorum. Bu gerçekten, hazır korku imparatorluğu yaratılmışken, bunu kullanıp egosunu tatmin etmek isteyenlerin işi… Bu kadar güçsüz zavallı olmamalı kimse. Diğer kanallar da korkudan kestiler benim yayınları. Benim içinde olduğum hiçbir görüntüyü yayımlamıyorlar şu an. Çok büyük bir ambargo. Büyük kanallardan bir tek FOX yayımlıyor. Yüzde 80’i uydu. Bir medya grubu basın bildirisi yayımlıyor ve tamamı uydurma. Bu olacak bir şey değil. Bu var ya Zimbabve’de bile olmaz, buna ülkem adına üzülüp, utanıyorum.

BİR DURUŞ SERGİLEYEMEDİNİZ YUH BE!

Ya kırgınlık? En çok neye şaşırdınız bu süreçte?

Kuruluşlarında yıllarca çalıştığım, en büyük reytinglerle işlerimi döndür döndür yayımlayan kanallar da korkudan ambargoya uyduklarında “Kalbim kırıldı” dedim. Bu kadarını nasıl yapabiliyor insanoğlu? Yapımcı arkadaşlar “tam senlik bir şey var ama ambargolusun” diyorlar. Çok çirkin... Birlikte yıllarca çalıştığım, yemek yediğim insanlar, buna boyun eğdiler ya ona kalbim kırıldı. Kazandırdığın, kolladığın kişilerin aczini gördüğümde, “elimiz kolumuz bağlı” dediklerinde kalbim kırıldı. İncinmedim ama kalbim kırıldı. “Yuh be”, dedim, “Bunca senedir bu kadar insan bana o saygıyı gösterdi, siz bir duruş sergileyemiyorsunuz. Bunlar yalan diyemiyorsunuz.” Şimdi yavaş yavaş çözülmeler var. Bu böyle kalmayacak hayatım. “Bülent Ersoy sahneye çıkamaz” diyenler, gazinolarda onu dinlemek için kuyruğa girdiler.

Ben yanlış bir şey yapmadım, hiç suç işlemedim. Her söylediğim doğru. Haklıyım. Bu kadar ikiyüzlülük karşısında kalbim kırıldı tabii ki ama yıkılmadım. Koronadan ülkecek sağ salim çıkabilelim diye bakıyorum. Onlar kura bakmıyor ama ben bakıyorum. Ve ülkemiz iflas edecek diye çok korkuyorum. Ebleh, şapşal troller “Beğenmiyorsan git” diyor. Ben de diyorum ki “Beğenmediğim ülke değil ki sizsiniz.” İmkanı olsa ilk önce gidecek olanlar söylüyor bunu. Gitmiyorsak bu ülkeyi sevdiğimizden, mücadelemiz bunun için. Ülkem daha iyi bir yer olsun diye uğraşmak istiyorum. Kimsenin de kimseyi bir yere yollamaya hakkı yok. Bunlar beni linç ederlerken, iki gözüm iki çeşme ağladığımı zannediyorlarsa söyleyeyim, Netflix’ten dizi açıyorum ya da kitap açıp okuyorum!

LAİK BİR ÜLKEDE YAŞIYORUM

Ne yazıyorsunuz ki troller coşuyor bu kadar?

Ben koskoca Türkiye Cumhuriyeti’nin koskoca vatandaşıyım ve bu çok kıymetli bir şey. Bu da bir makam, buna da saygı duyulmasını istiyorum. Kimseye hakaret etmiyorum. “Vergi vermiştik nerede vergi diyorum.” Nasıl sorarsın? Anayasal hakkım. “Dini özgürlüklerin yanındayım çünkü laik bir ülkede yaşıyorum. Anayasamız bunu gerektiriyor” diyorum beni mahkemeye veriyorlar, asıl onlar suçlu. Laik bir ülkede laiklik karşıtı konuşamazsın. En modern dediğin ülkeler bile buna izin vermiyor. Bu ülkenin temel prensipleri var. Bu ilkeleri söylüyorum, hatırlatıyorum diye suçlu oluyorum ama ben söylemeye devam edeceğim. Ben Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım.

"Kuruluşlarında yıllarca çalıştığım, en büyük reytinglerle işlerimi döndür döndür yayımlayan kanallar da korkudan ambargoya uyduklarında “Kalbim kırıldı” dedim. Bu kadarını nasıl yapabiliyor insanoğlu? Yapımcı arkadaşlar “tam senlik bir şey var ama ambargolusun” diyorlar. Çok çirkin... Birlikte yıllarca çalıştığım, yemek yediğim insanlar, buna boyun eğdiler ya ona kalbim kırıldı"

GÜZEL ANILAR BİRİKTİRDİM

Son soru, sahnede 30 yıl… Ne hissediyorsunuz?

Erken kalkan yol alır, 19’da başladım… Gençliğimi çok anlamadım ben. Bazen üç işte birden çalışıyordum, çok yoğun geçti. Bir şeyler yapmak istiyorsan, sanırım, hayatının bir döneminde keyiften feda ediyorsun, bir dönem uykusuz kalabiliyorsun, ben 32’ye kadar öyle yaşadım. Kızımı doğurduktan sonra, daha çocuğu merkeze alan bir hayatım oldu. Gezdim, ülkemle beraber oldum, her çeşit insan tanıdım, her kültürle yemek yedim, çok büyük bir zenginlikti benim için. Tiyatroma teşekkür ederim, çok keyifliydi iyi ki… Geçmişe döndüğümde güzel şeyleri hatırlarım. Güzel anılar biriktirmişim. Herkes böyle yapmalı, güzeli hatırlamalı…

Laçin, Hayal Satıcısı'nda falcı Serpil rolünde. Oyun sırasında kahve yapıp, izleyicilerine fal bile bakıyor. Koronavirüs salgınından önce kahveyi ikram ediyormuş, şimdi sizin yerinize içip kapatıyor!  


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler