Benim temmuzum

Başkalarının takvimi, saati tutmaz bizimkiyle. Günler kala hatırlanır, herkes sizi ister, davet eder. Sadece birkaç gün sürecek ilgiyi önemser, gündemi kaçırmamak, mümkün olduğunca sesimizi duyurmak isterim. Söyleyecek söz çoktur.

Benim temmuzum
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 01.07.2019 - 22:09

“Pir Sultan Abdal’ım bu dünya fani
Baştan başa kim sürdü bu devranı
Yârin bir çift sözü üşüttü beni
Yüce dağ başında donmuşa döndüm”

Temmuz takvimi başkadır. Yılın tamamında yüreğin arkasında sesizce bekler. Tüm bir yaşamı yönetmiştir 2 Temmuz, sanki tüm bir yılı büyük bir dengede tutmak ister gibidir. Yıl boyu zamanını bekler görünse de temmuz kendi içinde başlı başına bir yıl sürer. Temmuz saati de öyle. 2 Temmuz’a ayarlıdır. Yelkovan, haziran ortası gibi başlar dönmeye. Kor gibi bir ay. Tarih 2 Temmuz’a yaklaştı mı bir telaş kabarır yüreğimde. Sonra iyi yönetilmiş bir takvimle planlanmış programlar, peşi sıra açıklamalar, mesajlar. Büyük bir saygı ve sorumlulukla her yere yetişmeye çalışırım. Bir eksik bıraksam büyük bir huzursuzluk. Bir fazla olsun, oraya da yetişeyim dedikçe yükün ağırlığı ile büyük bir iç yorgunluğu.
Başkalarının takvimi, saati tutmaz bizimkiyle. Günler kala hatırlanır, herkes sizi ister, davet eder. Sadece birkaç gün sürecek ilgiyi önemser, gündemi kaçırmamak, mümkün olduğunca sesimizi duyurmak isterim.
Söyleyecek söz çoktur. Ama 26 yılın mekaniği, yol alamamışlığı, adalet savaşında hiç değişmeyen sonuçsuzluğu karşısında söylenmese de olur gibi görünen sözler söylenmese hiç olmayacak önemdedir. Mutlaka söylenmelidir, ben de büyük derin bir çukurun dibinden bağır bağır anlatırım. Konuşurken 26 yıllık söz vardır dilimde. Çoktur, uzundur, tatsızdır, kara ve umutsuzdur anlatılacaklar. Kendimden sıkılırım anlatırken çoğunluk. Bıktığımdan değil, yine aynı şeyleri tekrar etmekten utanırım. Ama ne kadar uzun da anlatsam sonunda hep kısa ve eksik kalır söyleyeceklerim, söylenmesi gerekenler.

Toprağı sürmek gibi
Temmuz takvimi çiftçinin mevsim takvimi gibidir. Öncesi örtülü olanı açmakla başlar. Toprağı sürmek gibi, kökleri açmak, kurumuşları temizlemek, yeni bir söz filizi edinmek için toprağa su vermek, emek emek uğraşmak gerekir. Sonra gün ağarmadan yollara düşmek, gün battığında yorgun yeni günü yakalamak. Sonrası ise yeni yıldönümüne hazırlanmak için etrafı saran yabani otları ayıklamak, içindeki çürümüşleri temizlemek, ayrıksı otlardan, yabanilerden iyice arınmak için anız yakmak ve nadasa bırakmak. Döngüyü korumak. O yıl don yaparsa, dolu yağarsa, vali yasak koyarsa, firari sanıklar serbest kalırsa imeceye başvurmak, seneyi çıkartmak ve yenisini kovalamak gerektir. Baştan başa devranı sürmek ve muktedire direnirken yârin sözüyle üşümek de vardır hep bu döngüde.
Bu yıl temmuz takvimi Banaz’a gideceğim gün Çağlayan Adliyesi’nde bir duruşma takvimiyle kesişti. Acılar coğrafyasında 26 yıllık adaletsizliğe karşı çabalarken bana en büyük umudu veren can arkadaşım, yoldaşım Canan Kaftancıoğlu’nun haksız ve hukuksuzca 17 yıl hapis istemiyle yargılandığı düzmece davada, aldığı talimatla adeta gözü dönmüş bir hâkimin usule ait en basit kuralları bile yok saydığı salondaydık. 6 yıl önce o günün koşullarında ve gündeminde yine haksızlıklara, eşitsizliğe, şiddete, baskıya, ayrımcılığa karşı; yalnız bırakılanların, hedef gösterilenlerin, ezilenlerin sesi olmak için yazdıkları ile yargılanıyor Canan Kaftancıoğlu. Çünkü iç ve dış statükoya uymadı. Doğru bildiğini kendi gibi kalarak savundu. Temiz kalarak ve kendini değil toplumu önceleyerek kazanılabileceğini kanıtladı. Bağlamından, mesnedinden koparılmış, cımbızlanmış, çarpıtılmış hatta değiştirilmiş, üretilmiş tweet’ler suç delili olarak sunuluyor. “Bana en büyük umudu veren” dedim, çünkü yaşamını başkalarının acılarına kulak vererek, eşitlik ve adalet mücadelesine adamış olan Canan Kaftancıoğlu, 2 Temmuz Sivas Katliamı gibi Sabahattin Ali’den Hrant Dink’e kadar farklı zaman dilimlerinde farklı şekillerde, ama hep aynı gerici, baskıcı, bağnaz anlayış tarafından vur emri verilmiş, öldürülmüş, katledilmiş aydınlarımızın faili meçhul bırakılmış tüm cinayet ve katliamların acılarını sarmak ve adalet talebini ortaklaştırmak üzere bir araya gelen ailelerin oluşturduğu Toplumsal Bellek Platformu’nu kurmuştu. Yolumuz böyle kesişti ilk. Sonrasında sayısız dava takip ettik, hak mücadelesi için destek vermeye çabaladık. Emekçilerin yanında olduk. Kumpas davalarını izledik, doğru bildiğimizi söyledik. Adalet mücadelesi verdik, vermeye devam ediyoruz. Nice insanla kesişti yolumuz. Bu yolda dönenler oldu, yorulanlar, kimi zaman korkanlar, çekilenler oldu azaldık ama yılmadık. Yârin bir sözüyle üşüdüğümüz, yüce dağ başında donduğumuz oldu. Davalarını gün gün takip ettiklerimizi davamızda göremediğimiz oldu. Bugün o tweet’leri eğip bükenleri de, bunlardan suç isnat eden akla hizmet edenleri de, gericiliği dayatırken cesareti esir alanları, başarıyı hazmedemeyenleri konuşmayacağım. Muktedirin niyeti de eylemi de şaşırtmaz bizi. Fırsatçıları yandaşları ise konuşuruz elbet zamanı geldiğinde. Sadece içime daima çok iyi gelen mücadeleci, kararlı, çalışkan, ilkeli, dürüst bir siyasetçiyi, bir Cumhuriyet kadınını yargı önüne taşıyanların neleri, hangi cinayetleri yargı önüne taşımadığını düşünmenizi isteyeceğim. Tam da Madımak Katliamı’nın 26. yıldönümünde isteyeceğim bunu. İnsan yakanları mağdur gören, bir insanlık suçunun zamanaşımına uğraması karşısında kan dondurucu bir soğuklukla “hayırlı olsun” diyen, her gün bir başkasını kendi prototipine uymadığı için hedef gösteren, kutuplaşmayı körükleyen, nefret iklimini meşrulaştıran bir “devlet” adamının talimatıyla yargılanıyor Canan. Cumartesi Anneleri saçlarından sürüklenirken, iş cinayetine kurban giden maden işçilerinin yakınları tekmelenirken, barış isteyen akademisyenler ihraç edilirken, gazeteciler tutuklanırken, oluyor bu yargılama. Tüm katilleri tutuksuz yargılanıp firar ettirilmiş katliamın davası 26 yıllık bir hayvan ölüsü gibi yerde yatarken oluyor. Katliamları yarıştıran, acılara kulak tıkayanlar, kelimelerden tahrik olup 17 yıl hapis isterken kelimelerden, düşüncelerden tahrik olup insanları diri diri ateşe verenleri zamanaşımı ile özgürleştirme peşinde. Sivas Katliamı’nın firari sanıkları üzerinden süren dava mesela zamanaşımına uğrayalı, sevk edildiği üst mahkeme işini yapmayalı 7 yıl oldu. Ama Canan Kaftancıoğlu’nun seçim sürerken sorumluluğu nedeniyle sağlıklı bir hazırlanma olanağı bulamadığı için talep ettiği süre reddediliyor. Hukuki zorunluluk olduğu için mecbur kalındığında ise sadece 15 günlük süre veriliyor. Öyle bir kindarlık!

Umudumuz diri
Temmuz takvimi akıyor. Temmuz saati kendi hızıyla dönüyor. Akreple yelkovan yarışta. Canan Kaftancıoğlu’nun davası 18 Temmuz’da görülecek. Ben 9 Temmuz’a kadar bir dizi etkinliğe katılacağım. Bu yıllık kendimi tekrar etmekten kurtuldum, bahsedecek yeni bir karanlığımız daha var. Ama bize işlemez. Umudumuz diri. İnancımız tam.
İyi şeyler de oluyor. Banaz’da iyi insanlar bir aradaydık. Sözümüzü, türkümüzü, şiirimizi paylaştık. Yıldız Dağı’na baktık.
Ha! Bir de tilki gördüm gece yolda. Öyle güzel bakıştık. Tilki görmek uğur sayılıyormuş. Öyle midir bilemem, ama iyi insanların hatta hayvanların gözüne bakmanızı tavsiye ederim.
Temmuz 2019 - Banaz


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler