Başarının sırrı: Kan, ter ve gözyaşı

Zekâ, akademik performansta büyük bir rol oynamakla birlikte, motivasyonun rolünü de yabana atmamak gerek. Özellikle iş hayatında…

Başarının sırrı: Kan, ter ve gözyaşı
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 14.03.2014 - 11:57

Başarının anahtarının genler ve yetişme koşulları dışında da aranması gerektiğini ileri süren çok sayıda gelişimsel psikolog, başarının özdenetim, irade, kararlılık, tutarlılık gibi faktörlerden de beslendiğini açıklıyor. Hatta kimileri hayali olmayan insanların başarılı olamayacağını ileri sürüyor.

Başkan Obama geçen Aralık ayında yaptığı bir konuşmada başarının liyakate ve çabaya bağlı olduğuna inandığını, ancak bugünün ABD’sinde başarılı olmak için zengin ve ayrıcalıklı bir ailede doğmuş olmanın yeterli olduğunu söyledi.

İngiltere’de ise Londra Belediye Başkanı-kimilerine göre de geleceğin Başbakanı- Boris Johnson, Obama’dan farklı düşünüyor. Johnson’a göre başarı tümüyle IQ’ya bağlıdır. Dolayısıyla en zeki çocuklara başarılı olmaları için her türlü imkân sağlanmalıdır.

Bu iki konuşma, pek çok tartışmayı beraberinde getirmekle birlikte özünde başarı ile ilgili birbiriyle çatışan iki zıt fikre dikkat çekiyor. Kimilerine göre başarıyı genler belirler. Diğerlerine göre ise belirleyici çevredir; yeterli imkânların sağlanması durumunda herkes başarılı olabilir. Peki bunlardan hangisi gerçeğe daha yakın?

 

GERÇEK DAHA KARMAŞIK

Kuşkusuz gerçek çok daha karmaşıktır. İnsanlara miras kalan genler önemlidir, ancak çevrenin etkisini de yabana atmamak gerekir. Öyle ki zekâyı ölçtüğü iddia edilen IQ bile insanın yetiştiği koşullardan etkilenir. Bu da bir insanı başarıya taşıyan çok sayıda yol olduğunu gösteriyor. Bu aşamada da en can alıcı soru şu olmalıdır: “Aileler, hükümetler ve eğitim kurumları çocukların başarılı olması için ne yapıyor ve şu anda yaptıkları doğru mu?”

Başarı ile ilgili tartışmalar King’s College London’dan Robert Plomin’in ikizler üzerinde yürüttüğü son çalışması ile yeniden alevlendi. Plomin’in araştırmasına göre İngiltere’de çocukların akademik performansları arasındaki farklılığın temel nedeni, kalıtsallıkla ilgili unsurlardır; öğretim ve diğer çevresel faktörler o kadar da önemli değildir. Bu sonuç kimseyi şaşırtmadı, zira zekânın büyük oranda kalıtsal olduğu ve akıllı çocukların okulda daha başarılı oldukları herkes tarafından zaten kabul ediliyor.

Ancak bu sonuç, öğretimin önemli olmadığı anlamına gelmiyor. Bu, insanlarda boy uzunluğunun büyük ölçüde genlerden kaynaklandığı için, iyi beslenen çocukların boylarının yediklerinden etkilenmediğini iddia etmeye benziyor. Aslında Plomin şunu söylemek istiyor: “Genlerin önemli bir rol üstlenmesi iyi bir şeydir, çünkü çevrenin sunduğu olanaklar ne kadar eşit ise genlerin yarattığı fark o kadar göze çarpar. Kaldı ki araştırma sonuçları, kaynakların küçük bir elit tabakaya akıtılması gerektiğini de söylemiyor.”

 

İLERİ YAŞLARDA IQ ÖNEMİNİ YİTİRİYOR

Bir kere yüksek IQ’lu çocuklar ileri yaşlarda tahmin edildiği kadar başarılı olamıyor. 1920’li yıllarda Stanford Üniversitesi’nden psikolog Lewis Terman, Stanfort-Binet IQ testinden en yüksek puanı alan 1528 çocuğu bir deneye tabi tuttu. Johnson gibi Terman da IQ’nun yaşamda başarının anahtarı olduğunu düşünüyordu. O dönemde Terman başarıyı elde edilen maddi olanaklarla ölçüyordu. Denekleri orta yaşlarına takip eden Terman, kazançlarının ABD ortalamasının üç misli olduğunu tespit etti.

Bu araştırma aslında göründüğü kadar etkileyici değildir. Terman’ın deneklerinin ortalama IQ’su 147 civarında olmakla birlikte dörtte biri, kasiyerlik, polis memurluğu, satıcılık veya el sanatları ustalığı gibi düşük prestijli işlerde çalışıyordu. Grubun içindeki üyelerden hiçbiri büyük bir akademik ödüle layık görülmedi. Ayrıca hiçbiri ulusal gelire katkıda bulunacak öncü bir girişimci olamadı. Ve Terman tam 25 yıl sonra zekâ ile başarı arasında bir korelasyon bulunmadığını itiraf edecekti.

 

GENLER Mİ ÇEVRE Mİ?

Zekâ önemli olmakla birlikte başarıyı garantilemez. Özellikle sosyo-ekonomik statüyle ilgili çevresel faktörlerin önemi konusunda yadsınamayacak kadar somut kanıtlar varken. Bilgisayar ve kitap erişiminin kısıtlı olduğu yoksul ortamlarda yetişen ve aile şefkati ve ilgisinden yoksun çocukların, hem sağlıklarının kötü olduğu hem de okul başarılarının düşük olduğu biliniyor. Bu da onların ileri yaşlarda başarılı olmalarını engellemeye yetiyor. Tam tersi, çok sayıda başarılı girişimci, lider ve sanatçının zihinsel uyarı açısından zengin evlerde büyüdüğü, ailelerinden yakın ilgi gördüğü de bilinen bir gerçek.

Boşanmış veya duygusal tutarsızlığın sergilendiği ailelerde yetişmiş çocuklar ise, sosyal ortamları ne olursa olsun, daha ilk başta hayata bir adım geriden başlıyor. İleri yaşlarda genellikle okul performansları düşük ve davranış bozukluk gösterme eğilimleri yüksek oluyor.

Londra Üniversitesi’nden gelişim psikoloğu Edward Melhuish, evlerinde şefkat ve ilgi görmemiş 5 yaş altı çocukların, sosyal ve duygusal gelişimlerinin sakatlanmış olabileceğine dikkat çekiyor. Daha da önemlisi bu durumun çocukların konuşma becerilerini olumsuz yönde etkileyebileceğini ileri süren Melhuish, “Gelişmiş bir konuşma becerisi, bilişsel gelişmeyi, sosyal yetenekleri, okul başarısını da arttıran çok önemli bir faktördür” diyor.

Kısaca çevresel faktörler yabana atılmayacak kadar önemlidir. Yoksul ve düşük eğitimli ortamlar, çocukların IQ’larında 9 puanlık bir düşüş yaratırken (Child Development, vol 65, p 296), avantajlı bir çevrede yetişen çoğun IQ’sunda belirgin artışlar görülebiliyor.

 

OKUL ÖNCESİ MÜDAHALE GEREKLİ

Bu bulguların ışığı altında çocukların tüm potansiyellerini kullanmaları için okul çağına kadar beklememek gerekiyor. Zira o zaman çok geç kalınmış olunabiliyor. Melhuish’e göre bunun çözümü yüksek kaliteli “erken eğitim merkezleri”. Bu merkezlerde çocuk bakımı, ebeveyn desteği, sağlık eğitimi ve öğrenme hizmetleri bir arada sunuluyor. Bu tür bir müdahalenin, farklı ortamlardan gelen tüm çocuklara, özellikle dezavantajlı ortamlardan gelen çocuklara, çok büyük yararı olduğu kanıtlanmış durumda. Başkan Obama bu kanıtlara dayanarak okul öncesi eğitime yatırım yapmak için partilerüstü bir destek arayışı içinde.

 

ÇEVRE VE GENLERİN DIŞINDAKİ ETMENLER

Başarının anahtarının genler ve yetişme koşulları dışında da aranması gerektiğini ileri süren çok sayıda bilim insanı var. Bunlardan biri Florida Eyalet Üniversitesi’nden psikolog K. Anders Ericsson. Ericsson, “Bilişsel yetenek ve zekâ başarının habercisi değildir. Müzik, spor ve edebiyat gibi pek çok alanda üstün başarı göstermiş insanları incelediğimizde, esas önemli olanın sabırlı ve istikrarlı çalışma ve egzersiz olduğunu anlıyoruz” diyor.

Bazı insanların diğerlerine göre bir konu üzerinde ısrarla çalışmasının, egzersiz yapmasının nedeni nedir? İlk başlarda ailenin egzersiz yapma konusunda biraz baskıcı olması yararlıdır. Ancak bir hedefe ulaşmaya çabalayan insanın başka faktöre de ihtiyacı vatdır. Örneğin sabır, tutarlılık, kararlılık ve kendini adamışlık duygusu olmadan pek uzağa gidilmez. Pennsylvania Üniversitesi’nden Angela Duckworth, “Kararlı insanlar özellikle zorlu koşulların hüküm sürdüğü ortamlarda diğerlerinden daha başarılıdır” diyor.

 

KARARLILIĞIN BİLEŞENLERİ

Bir insanı daha kararlı yapan unsur nedir? Unsurlardan biri motivasyondur. Duckworth, ödül söz konusu olduğunda insanların IQ testlerinden daha yüksek puan aldıklarını belirtiyor. Bu, başarının araştırılmasında mihenk taşı oluşturan bir bulgudur. Başka bir deyişle motivasyon başarıya giden yolda önemli bir itici güçtür.

Kararlılık başka bir şeye daha ihtiyaç duyar. O da bir işi başından alıp sonuna kadar taşıma iradesidir. İrade bir anlamda, çok çalışma ve insanı yolundan saptıracak dürtü ve arzulara direnebilme becerisi demektir. İrade büyük ölçüde özdenetim demektir.

 

ÖZDENETİM

Özdenetim, bir kere zekâ gibi insana hayat boyu avantaj sağlar. Ayrıca ergenlerin sınav sonuçlarına ilişkin tahminde bulunmak isteyenler için IQ puanlarından daha iyi bir yol göstericidir. Duckworth’un çalışmalarına göre özdenetimi yüksek olan öğrenciler okula zamanında gelir, ödevlerini zamanında yapar ve daha az bilgisayar oyunu oynar. Bu da doğrudan karne notlarına yansır.

Yeni Zelanda’da doğdukları günden 32 yaşlarına kadar izlenen 1000 çocuk üzerinde yapılan son bir çalışmaya göre, çocukluk çağlarında daha sağlam bir özdenetim sergileyen denekler, daha sağlıklı ve duygusal açıdan daha istikrarlı yetişkinlere dönüşüyor. Ayrıca mali açıdan da daha iyi konumda oluyorlar (PNAS, vol 108, p 2693).

Özdenetim ile ilgili bir diğer önemli nokta da özdenetimin geliştirilebilen bir özellik olasıdır. Florida Eyalet Üniversitesi’nden Roy Baumeister, özdenetimi egzersiz ile güçlendirilen bir kasa benzetiyor. Baumeister ve ekibinin bu konuda yürüttüğü araştırma, bir alanda egzersiz ile güçlendirilen özdenetimin, yaşamın her safhasında gelişme gösterdiğini ortaya koyuyor. Ekibin ortaya çıkarttığı bir diğer bulgu da, bazı insanlarda özdenetimin daha hızlı geliştiği ile ilgilidir. Bunun nedeni büyük bir olasılıkla bu insanların ilk başta daha sağlam bir özdenetime sahip olması ve egzersizleri daha büyük bir kararlılıkla sürdürmeleridir. Baumeister bu bulguları şöyle değerlendiriyor: “Bu dairesel bir süreç. İşte bu nedenle ebeveynler çocuklarının iradesini güçlendirmeye çok küçük yaşta başlamalıdır. Özdenetim, ayrıca zorluklar karşısında yılmamaktır. Böylece zorluklar engelleyici değil, tam tersi kamçılayıcı bir rol onar.”

 

DEĞİŞİME AÇIK OLMAK

İrademizi güçlendirebileceğimizi ve engeller karşısında cesaret ve kararlılıkla yola devam edeceğimizi bilmek kendi yeteneklerimize duyduğumuz inancı güçlendirir. Ne yazık ki bazen en büyük engel kendimizle ilgili görüşlerdir. Değişikliklerle mücadele kapasitemizi küçümsüyor olabiliriz. Gelişim psikologları sabit bir kafa yapısının –zekâ ve kişilik özelliklerini taşa kazınmış gibi düşünmek- insanları yanlışlık yapma korkusuna sürükleyeceğini, eleştiriye tahammülsüzlük doğuracağını ve yeni görevlerden kaçma eğilimi yaratacağını ileri sürüyor. Bütün bunlar da başarının önünü tıkayan engellerdir. Oysa özelliklerimizin değişebileceğini kabullenmek, gelişmeyi ve yeni beceriler edinmeyi kolaylaştırır.

 

STANDART EĞİTİM BAŞARIYI DÜŞÜRÜR

Bazı insanlar diğerlerinden daha yetenekli olabildiği gibi, insanlar bazı alanlarda daha yeteneklidir. Ancak her çocuğa aynı şeyler, aynı şekilde öğretilir. Doğal olarak ancak küçük bir kesim bu “standart beden” eğitim sisteminden istenilen faydayı sağlar.

Psikologlar ve gelişim uzmanlarının pek çoğu daha geniş yeteneklere ve ilgi alanlarına hizmet eden okul sistemlerini öneriyor. Bir diğer önerileri de hedef ve ölçümlere daha az odaklanılması. “Her öğrenci aynı olamaz, dolayısıyla çoklu seçenekler sunulmalıdır” diye konuşan Ericsson, “Bunu şöyle düşünün. Bir bahçede ne kadar fazla farklı bölge varsa -güneşi tam olarak alan, az alan, gölgeli- bitki çeşitliliği de o kadar fazla olur.”

New York Üniversitesi’nden zekâ ve yaratıcılık konusunda uzman Scott Barry Kaufman, okullarda dar alanlar üzerinde, derinlemesine, kişisel eğitime öncelik tanınmasını öneriyor. Bu sistemde öğrenciler kendi öğrenme hızlarında öğrenme şansına kavuşabilirler. Bazı insanların daha geç açıldığını belirten Kaufman, “Bazı çocukların bir takım engellerin üstesinden gelmesi uzun zaman alır, ancak bir kere açıldılar mı kendi alanlarında mucize yaratabilirler” diyor.

Kaufman ayrıca çocukları standart testlerden aldıkları sonuçlara göre değil, gösterdikleri çabalara göre ödüllendirilmesinin daha doğru bir yaklaşım olacağını söylüyor.

 

HAYALİ OLMAYAN BAŞARILI OLMAZ

Hayaller ödüllendirilmeli mi? Bazılarına göre hayallerin peşinden gitmek insanın başını ancak belaya sokar. Ancak bugün birçok eğitimci ve psikolog, hayallerin başarı için en önemli faktör olduğuna inanıyor. Amerikalı psikolog Ellis Paul Torrance, yaratıcı ve başarılı birkaç yüz insanı liseden orta yaşlarına gelinceye kadar izledi. Ve gördü ki bu insanları farklı kılan, ne akademik başarıları ne de teknik yetenekleriydi. Tek farkları hayallerinin peşinden koşmalarıydı. Başka bir deyişle yaşamları süresince belirli bir amaca yönelmiş olmaları, yaratıcı olma cesaretini göstermeleri, derin düşüncelere dalmaktan zevk almaları ve azınlıkta kalmaktan rahatsız olmamalarıydı. Torrance bu kişilerin başarılarının standart bir test ile öngörülebileceğinden kuşkulu.

 

BAŞARILI BİR ÇOCUK NASIL YETİŞTİRİLİR?

Çocukların sahip olduğu potansiyelleri tam olarak değerlendirebilmeleri için anne ve babalar ne yapmalı? Bu o kadar kolay yanıtlanacak bir soru değildir, çünkü bir çocuğun yetenekleri ve becerileri anında kendini belli etmez. Bunun için en akılcı yaklaşım, eğilimlerini ve ilgilendikleri konuları teşvik etmektir.

Davis’teki Kaliforniya Üniversitesi’nden Dean Keith Simonton bu konuda anne ve babaları uyarma gereği duyuyor. Çünkü çocuğun ilgisinin gerçek kaynağını bulmak ciddi bir gözlem yeteneği gerektirir. Çocuk o konuyla gerçekten yetenekli olduğu için mi, yoksa geçici bir hevese kapılarak mı ilgileniyor? Eğer çocuğun spesifik bir konuya, spora veya müzik aletine yönelmek gibi bir eğilimi yoksa bile, bir alanda beceri kazanmasının yolunu açarak başka alanlarda da uzun erimli beceriler edinmesine yardımcı olabilirsiniz.

Belki de bir ebeveynin yapacağı en doğru şey, doğuştan sahip olunan yeteneklerin ancak çok çalışma ve kendini adamakla geliştirilebileceğine vurgu yapmaktır..

 

Derleyen: Reyhan Oksay

New Scientist, 06 Mart 2014