Bağlılık iyidir, bağımlılık kötüdür

Bu hafta Psikolog Üstün Dikmen ile buluştuk. Direksiyon kitabını, annesine bağımlılığını nasıl aştığını, kendi keşfi yemekleri, aşkı, hayatı, evliliği konuştuk.

Yayınlanma: 01.11.2020 - 07:00
Abone Ol google-news

Fotoğraf: Vedat Arık

- Direksiyon adı kişisel gelişim romanınızda 3 farklı kişilik özelliklerine sahip ‘Mülayim, Dumrul ve Ateş’in üzerinden sistem eleştirisi yapıyorsunuz. Çocuk eğitiminde yapılan yanlışlardan, doğadaki diğer canlılara karşı yapılan zulümlere ayna tutuyorsunuz. Çok sevdiğimiz Küçük Şeyler programınızdaki gibi... 

Kitabın kapağına kişisel gelişim romanı yazdım. Kişisel gelişim var ancak kişisel gelişim kitabı değil. Yani ‘Küçük Şeyler’ kişisel gelişim, diğerleri psikoloji kitabı. Eşimle birlikte Ankara ODTÜ Vişnelik tesislerinde kitap kulübüne katılıyorum. Orada Küçük Prens’i tartışırken yol hikayesi aklıma geldi. Yol, yolculuk çok önemlidir dünya edebiyatında. Göçmen kuşları gören herkes etkilenir. Çünkü bizim gidemeyeceğimiz uzaklara giderler. Hele eskiden. 

- Romanda da Ateş yola çıkıyor, yolculuk yapıyor...

Evet, bu yolculukta üç kahraman var. Kahramanlardan biri çember çiziyor. Direksiyon, döner. Bazı insanlar hep aynı yerde dönüp, dolaşırlar. Bireyler de, toplumlar da çember çizer. Üç kahramanımızdan biri çemberini kırdı, birisi kıramadı, birisi de tartışılır etik olmayan şekilde kırdı. Osmanlı’nın son döneminde şöyle bir tartışma vardı. Sanat için mi sanat? Toplum için mi sanat? Çok tartışıldı. Ben şunun için diyorum. Her sanat eseri aslında ne toplum içindir ne de sanat içindir. Sanatçının kendisi içindir. Tüm sanat dalları böyle. Beethowen kendi için besledi, biz de nemalanıyoruz bundan. (gülüyor) Bu da yazarken benim hoşuma gitti. Yazdım. 

- Yazarın sesini ve karakterlerin şikayetlerini okuyoruz. Bir tür isyan ediyorlar. Gerçek hayatta da sürekli şikayet eder haldeyiz. Tanımlamaları sevmiyoruz ve içimizde kibir sürekli bizi şikayete ve memnuniyetsizliğe itiyor. Karakterlerini oluştururken zorlandınız mı?

Karakterleri yazarken zorlanmadım ancak şöyle bir şey var: Her karakter yazardan ufak bir çizgi taşır. Steinbeck’in, Tolstoy’un karakterleri gibi hepsi yazardan bir çizgi mutlaka taşır .

- Romanda bahsettiğiniz Karaışık kimdir?

Bilsem gidip konuşacağım kendisiyle. Bilmiyorum vallahi. Ne olduğu bilinmeyen kötülükler de vardır. Hissettiğimiz ama görmediğimiz bir şey. Fırtına gibi. 

- “Yalnızım çünkü tek başınayım!” Neden tek başınalığın keyfini çıkarmıyor günümüz insanı?

Tek başınayım yalnızım. Yalnızım, çünkü tek başınayım. Bir kısırdöngü var. O da bir direksiyon. Dönüyor. Naif bir anlatım var. Tek başına olmanın tadını bazıları çıkarır, bazıları çıkaramaz. Romanın karakterlerinden Mülayim, tek başınalığın keyfini çıkarıyor ama Ateş de olmadı. Yalnızlık bazılarına iyi gelir bazılarına gelmez. 

- Peki siz yalnızlığı seviyor musunuz?

Yazabilmek için zaman zaman yalnız kalmanız gerekebiliyor. Sürekli toplum içinde olmak istemiyorum. Aileme ayırdığım zaman güzel bir zaman. Artı evimizdeki kedilere köpeklere. Hayallerimden birisi, artık kullanılmayan bir deniz feneri bulayım, orayı restore edelim ve eşimle beraber gidip oturalım. Yalnız kalma isteği derinlerde var Newton’unYalnızlığı gibi. Öyle  bir istek var içimde ancak ailem, dostlarım, okuyucularım var. Yalnız değilim. Yazarken yalnız olmak zorundasınız. Direksiyon bir kişiliktir ve tek kişi çevirir.

- Korkularımız yüzünden hakikatten uzaklaşıyor muyuz?

Evet evet evet. Çoook. Korkularımız yüzünden pozitif bilimden de uzaklaşıyoruz. Pozitif bilim emzik değildir, sizi ciddi olarak besler. Çok korkuyorsanız emziğe ihtiyacınız vardır. İnsanlar da korkunca, mutsuz olunca emzik almak ister. Bir parantez açayım bütün sanatlar vitamindir. Ancak müzik dil altı ilaç gibidir anında etki eder. Toplumun dil altı ilacına ihtiyacı var bazen. O da emzik. Pozitif bilim emzik değildir. Ne dediğim anlaşılıyor değil mi?

- Küçük Prens’teki gibi “Evcilleştirdiklerinden sen sorumlusun”. O zaman neden evcilleştirdiklerimizi terk ediyoruz? 

Güzel soru. Kendimizi yeterince evcilleştiremediğimiz için. Bir kişi yazlığında evcilleştirdiği bir hayvanı tüm yaz kucağına alıyor, besliyor sonra  giderken de komşular ayıplar diye sokakta  bırakamıyor, ilerideki ormana bırakıyor. Neden? Çünkü kendini sevmiyor.

- Sorumluluk almadan özgürleşmek mümkün mü? Sorumluluk almak özgürlük yolunda ilk şart değil midir?

Evet çok önemli bir şarttır. Sorumluluk almadan özgürüm zannedebilir kişi ama sorumluluk alarak özgürleşmek gerçek özgürlüktür. 

ÇOCUKLARIMIZ OLAMADIKLARIMIZ OLSUN İSTİYORUZ

- Evinizde kaç kedi köpek var?

Bugüne kadar çok sayıda kedimiz köpeğimiz oldu. Son üç sevgili kedimiz yaşlılıktan öldü. Üç köpeğim vardı onlar da yaşlılıktan öldü. Birisi topaldı, ufak av köpeği. Köylüler ayağını av kapanına sıkıştırmışlar, bir bacağı yok diye sokağa terk etmişler. Biz evlat edindik. Ben çalışırken arkadan sarılır ikimiz beraber yazardık adeta. Bir kere aldın mı artık o benimdir. 

- Romanda,  ‘Toplum, arkadaşı olmayan, bu yüzden sürekli sessiz sakin oturan çocuklara uslu, eline geçen oyuncağı kıran çocuklara zeki der. Halbuki oyuncağını kırıp içine baktıktan sonra, bu oyuncaktan esinlenip yeni bir oyuncak yapan çocuk görülmemiştir’ diyorsunuz. Özellikle günümüz ebeveynlerinin davranış kodlamalarında hata mı var? Neden herkes çocuğunun en zeki, en iyi olduğunun ispatı peşinde?

Konferanslarımda hep derim ki ülkemizde üç yaşına gelip babası tarafından dahi ilan edilmeyen oğlan çocuğu yoktur. Niye? Olamadıklarımızın çocuklarımızda olmasını istiyoruz.

KENDİ ÇEMBERİMİ KIRDIM

- Aşk ve iş hayatımızda konforlu alanın yani sizin deyiminizle çemberin dışına nasıl çıkacağız?

Fark ederek! Çemberin içinde olduğumuzu fark ederek. Fark etmeden çıkamazsınız. Ateşiniz olduğunu fark etmeden tedavi olamazsınız. Önce ateşinizi düzenli olarak ölçeceksiniz. 38 dereceyse bunu önlemeye çalışırsınız, ama ateşim yok, hava sıcak derseniz önleyemezsiniz. Ailede problem olduğunu fark etmezsek aile terapistine gitmeyiz. Kişi önce çemberin içinde kaldığını fark edecek ve çemberin dışına çıkmak gerektiğini hissedecek ancak o zaman çıkabilir. Herkes kendi meşrebine göre çemberinden çıkar. Ben çıkmışımdır mesela.

- Siz nasıl çıktınız çemberden?

Tek çocuktum, anneme bağımlıydım. Annem güçlü kadındı. Edebiyat öğretmeni ve avukat. İki üniversite mezunu. Nene Hatun, Halide Edip gibi güçlü kadın. Eşim de güçlü kadın. Bağlılık iyidir, bağımlılık kötüdür. Evliliğimin ilk yıllarında anneme bağımlılığımı kıramasam da bir süre sonra kırdım. Şimdi ise; eşime bağlıydım, bağımlı değildim ama giderek bağımlı olmaya başladım. 36 yıldır evliyiz. Tekrar aynı yere doğru geliyor insan (gülüyor) vallahi.

- Çemberden bir kere çıkınca tekrar içine girme ihtimalimiz var mı?

Tabii tabii var. Olmaz mı? Ama şunu iyi başardım. Anneme bağlı olmayı, bağımlı olmamayı becerdim. Annemin son 14 yılı felçli geçti. Yürüyemedi. Eşimin ve kayınvalidemin desteği ile evimizde bakabildik. Kimseye evde bakın demiyorum. Çok riskli. Biz bakabildik. O 14 yıl içerisinde anneme bağımlı değil bağlı olmayı öğrendim. Ben kendi çemberlerimi kırdım.

GÜÇLÜ KADIN GÖZLÜKLÜ OLUR SANIRDIM

- Nasıl bir çocuktunuz?

Çok sakin sessiz bir çocuktum. 17 yaşıma kadar kekeledim. Böyle bülbül gibi konuşmuyordum o zaman. Bu çemberi kırmak demektir. Bir konuşma yapacağım zaman okuyamazdım kongrelerde. Hakikaten  ezberler öyle çıkardım. Liseyi bitirdim. Fizik bölümüne girdim bu da bir çember. “Erkek adamsın mühendis ol” dediler.  

Üstün Dökmen, Ebru D. Dedeoğlu'na konuştu

- Bu kararı anneniz mi verdi?

Hayır hayır, annem belirlemedi. Ben belirledim, çevre belirledi. “Erkek adam psikolog olmaz, sanatçı olmaz tövbe olmaz” dediler. Bu çemberi muazzam şekilde kırarak fizik bölümünü bıraktım, psikoloji bölümüne girdim. Çemberimi çok kereler kırdım.

- Eşiniz de güçlü bir kadın mı?

Eşim güçlü kadındır. Güçlü kadın bence gözlüklü olurdu. (gülüyor) Lise/üniversite çağlarımda kadın dediğin araba kullanacak, gözlüklü olacak ve kitap okuyacak diye düşünürdüm. Gözlüklü olmayan kızlar cazip gelmezdi. İlla gözlüklü olacak. Eşim de daha küçük yaşta 8 numara gözlük takarmış. Bardak dibi gibi. Çok üzülürmüş kimse beni beğenmeyecek diye. Halbuki benim hayalim gözlüklü bir kızdı. (gülüyor) Ben güçlü kız arıyordum güçlü ama alttan sevecen. Güçlü bir kadın imajı var. Ve buldum. 

- “Hayat cesurları sever” mottosuyla An’da kararlar almak ne kadar doğru?

Bilemem ama Mustafa Kemal Atatürk an’da kararlar almazdı.

KENDİYLE TANIŞMAYAN EŞİYLE DE TANIŞAMAZ

- Eşinizle nasıl tanıştınız? 

Hacettepe Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nde master yapmıştım. Zehra da    Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesindeydi. Türk Psikologlar Derneği’ndeydik. İlk orada karşılaştık. Bir iki kız arkadaşım vardı ondan önce ama annem babam evlenmemi istiyorlardı. Çevrende uygun biri yok mu diye soruyorlardı. Çok vardı. “Zehra var” dedim. Annem de “Aa ne iyi annemin adı” dedi. O kadar. Aradan 8 ay geçti. ‘Üstün o Zehra ne oldu?’ dedi. ‘İyi duruyor, meslektaşız diye çekiniyorum’ dedim. Zehra’yı beğeniyordum Ortak erkek arkadaşımız vardı. Ertuğrul. Bir gün konuşurken Zehra iyi kız dedim. Ertuğrul söylemiş. Zehra, “Üstün ne alaka, olmaz” demiş. Ertuğrul da bana “Zehra da senden hoşlanıyormuş, senden telefon bekliyor” dedi. Hayatımda gördüğüm en hızlı çöpçatan. Defalarca aradım Zehra’yı sürekli reddetti. En son aramamdaysa “böyle naza çektiğimi zannetme gerçekten doluyum” dedi. Zar zor gerçekleşen ilk buluşmamızda oturur oturmaz ‘Üstün Ertuğrul anlattı’ dedi. Ben bir şey teklif edemedim yani. Ne arkadaşlık, ne evlilik teklifi edemedim. Belki bu yüzden ara ara ‘Zehra boş vaktin var mı? Benimle evlenir misin’ derim. (gülüyoruz) 

- Uzun evliliğin sırrı nedir?

Evcilleştirdiklerinden sorumlu olmak. Zehra hanım beni evcilleştirdi ben de onu evcilleştirdim. Somut bir reçetesi yok herkese de olmayabilir. Başında seçimi iyi yapmak gerekir. Seçim iyiyse, kişi kendiyle az biraz tanışıyorsa karşısındakiyle de tanışabilir. Kendiyle tanışmayan eşiyle de tanışamaz. Sırrı bir kişinin önce kendisiyle tanışması.

ANNEMİN YEMEKLERİNİ SEVİYORUM

- En sevdiğiniz yemek?

Annemin yaptıklarını çok seviyorum. Aşmalı Et bir de limonlu, soğanlı pastırmalı yumurta.

- Nasıl yapıyorsunuz?

Çok kolay. Soğanı zeytinyağ veya tereyağda kavurun. Üzerine  pastırmaları dizin. Kaplayacak kadar su koyun. Suyunu çekene kadar pişirin. Yumurtaları kırın, karıştırın. Yerken limon sıkıyorsunuz. Bu eski saray mutfağının baş yemeklerindendir.

- Eşinize yemek yapar mısınız? 

Yaparım. Bir süredir kendi buluşum yemeklerden oluşan repertuvarım var. Bana ait yemekler. Mesela Kavun Dolması. Osmanlı’yı şahsen tasvip etmiyorum ama mutfağını çok seviyorum.

Patlıcan tatlısı, ballı mahmudiye, kara lahana çorbası, karides, kalamar, özel soslarım var. Çocuklar ve eşim çok seviyorlar.

Kavun dolması nasıl yapılır?

Malzemeler: 1 adet kavun, 250 gram kıyma ya da kuşbaşı et, 1 fincan pirinç, 1 büyük boy soğan, 1 kaşık tereyağı, 2 kaşık zeytinyağı, 2 yemek kaşığı badem, 2 yemek kaşığı çam fıstığı, 2 yemek kaşığı kuş üzümü, 1 çay kaşığı biberiye, 1 çay kaşığı kişniş, 2 çay kaşığı tuz, 2 çay kaşığı kara biber...

yapılışı: Kavunu sapının olduğu yerden kapak şeklinde kesip çekirdeklerini temizledikten sonra içini bir miktar oyun. Bademleri sıcak suda beklettikten sonra kabuklarını soyun. Tavada zeytinyağını hafifçe kızdırarak badem ve fıstıkları güzelce kavurun. Kuş üzümlerinin saplarını da temizleyin ve üzümleri yıkayın. Soğanı ince ince kıyın ve tavada erittiğiniz tereyağında kavurun. Soğanlar pembeleşince kıymayı ekleyin. Ardından pirinç, tuz ve karabiberi ekleyin. Sırasıyla badem, fıstık ve kuş üzümünü ekleyerek diğer baharatlarla birlikte 5 dakika daha kavurun. Bütün malzemeleri kavurduktan sonra kavunun içine doldurun ve kavunun kapağını kapattıktan sonra 200 derecede ısıtılmış fırında 30 dakika kadar pişirin.



Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler