Ateş İlyas Başsoy ile Radikal Sevgi üzerine...

Radikal sevgi, seçimler, kazananlar ve kaybedenler üzerine, CHP'nin 31 Mart'taki yerel seçim kampanyasını yöneten Ateş İlyas Başsoy ile bir söyleşi...

Ateş İlyas Başsoy ile Radikal Sevgi üzerine...
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 17.01.2021 - 17:19

"Radikal Sevgi"... Türkiye'nin son 2 yılda yaşadığı en büyük siyasal dönüşümü sağlayan 31 Mart seçimlerinin değişimi, dönüşümü ve uygulanabilirliğini kanıtlayan iki kelime. Kavramın yaratıcısı Ateş İlyas Başsoy.

Başsoy'un adını 10 sene önce rafta duran bir kitabını fark etmeyle keşfettim, takip ettim. İlk siyasal iletişim kitabı "AKP Neden Kazanır, CHP Neden Kaybeder"le hiç tanıdık olmadığımız yöntemi ve bunun nelere sonuç verdiğini anlatıyordu.

AKP'yi 2009'da Antalya'da ilk kez yenerken de, 31 Mart yerel seçimlerinde de CHP'nin kampanyalarını yöneten isimdi. İki kitap yazdı: "Seveceksen Radikal Sev-1", "Hepimiz aynı belediye otobüsündeyiz-2" bu kez AKP'nin neden kaybettiğini, CHP'nin neden kazandığını bizlere anlatıyordu.

Başsoy, Türkiye tarihindeki Aydınlanma'nın zirve yaptığı dönemlerdeki ruhla harekete geçildiğinde başarının mümkün olabileceğini gösterdi.   

Başsoy ile bu iki kitabı ve kitabın anlattıklarını konuştuk. 

- Başlarken, ilk kitapta asıl başlangıç noktanızın, 70'lerin mahalledeki sol kültürünü, sokağa yansımasını, politikayı ve insanı kapsayıcılığını işaret ediyorsunuz. Farklı siyasi yönelimler tarafından, taklit edile edile değiştirilen, dönüştürülen ötekini anlama, ötekiyle bir arada olma halini kısaca. Varken, "yok edilen" bir kültürün yöntemini, yeniden siyasal iletişimin merkezine alıyorsunuz, güncelleyerek yeniden kullanıyorsunuz. Bu önermeye katılır mısınız? 

Kitap Mihail Bachtin’den bir alıntıyla başlıyor: “Sözcükler kiralıktır”… Hiçbir sözcüğün, hiçbir fikrin mülkiyeti bizde değil, her fikir insanlık tarihi kadar eski. Miladı yetmişlere koymuş gibi görünsem de bunun öncelikli nedeni benim 1971 doğumlu olmam.

Köy Enstitüleri, idealist öğretmenler çağı, okuma yazma seferberlikleri, otuzlar, kırklar, ellilerdeki mücadeleler ve altmışlar da var. Daha geriye de gidilebilir, Celali isyanlarına, İkinci Mahmud dönemine, Osmanlı Rus Savaşları sonrası kuşağa. Türkiye’de Radikal İslam tüm bu deneyimleri çaldı ve sahiplendi.

Mahir Çayan uzun bir süre Radikal İslamcıların bolca alıntıladığı kişilerden biriydi. Devrimci söylemle, arabesk cıvık bir mağdur edebiyatını harmanlayıp kendi dillerini yaratmaya çalıştılar. Ben CHP’lilere “bize ait” o “söz”ü tekrar anımsatmaya çalıştım. Bülent Ecevit’in de kullandığı sözü… Salon solcularında değil, ter kokan işçilerde, küf kokan kondularda yankı bulan sözü. 

- Bu sorudan devamla, önermeyi kabul ettirmekte yaşadığınız zorlukları asıl olarak ikinci kitapta anlatıyorsunuz. Kabul görüyor ancak çoğu zaman akamete de uğruyor, sizin de artık umudu kestiğiniz anlar oluyor nadir de olsa. Ancak uzun bir süreç bu anlattığınız üzere. Genel başkanla ilk doğrudan temasta, 31 Mart'a hazırlıkta partinin yeniden örgütlenmesinde, fikirlerin kabulü noktasında. Büyük matematiksel hazırlıklar gerektiren sosyolojik gözlemler silsilesi bir yerde. Karar verici noktada destek görseniz de, CHP ve diğer muhalefet buna hazır mıydı, yoksa mecbur muydu? 

CHP, “Batı’daki partiler gibi. İçinde dünyaya çok farklı bakan insanlar var. %10 barajı veya “şeriat tehdidi” olmasa bu kadar farklı insan bir araya gelmezdi. Tepede “emreden” bir patron ve aşağıda emirleri uygulayan “personel” CHP’de yok. İyi ki de yok…

Bu nedenle “CHP şöyle yaptı, böyle karar aldı” gibi cümleler kurarken bir CHP yöneticisi çıkıp “Hayır ben buna katılmıyorum” diye açıklama yapabilir. Genel Başkan herkesi dinleyen ama gerektiğinde kararını net biçimde veren bir kişi. Buna rağmen içeride itirazlar olabiliyor, gruplaşmalar olabiliyor, ki bu da olması gereken bir şey aslında. Ben düşüncelerimi dışarıdan bir ses olarak Genel Başkan’a her zaman aktardım. BirGün’de köşemde yazdım, Kılıçdaroğlu’na sunumlar yaptım, sosyal medyada elimden geldiğince konuştum. Hiçbir zaman yalnız değildim.

2011 baskılı “AKP Neden Kazanır? CHP Neden Kaybeder?” adlı kitabım benim gibi düşünen binlerce insanla bir araya gelmemi sağladı. Şimdi de bu yoldaşlık artarak devam ediyor. Aynı demde olduğum insanlar her ilde, her mahallede seslerini yükseltiyor. Kişiler değil fikirler önemli. Ben hiç olmasam bile bayrağı taşıyacak, CHP veya memleket için diyalojik iletişimi, radikal sevgiyi sahiplenecek yüzbinler var.

- İlk kitap "Seveceksen Radikal Sev". CHP'nin 31 Mart'ta 11 Büyükşehir'i kazanırken, yaşadığı söylem ve politika dönüşümün 'teorik' yönünü, algı dünyasını değiştirmesine vesile olan kavramları kapsıyor. Radikal sevgi tek başına "sevgi manifestosu" elbette değil. Karşıdakini anlama, ötekileştirmeden anlaşabildiği oranda iletişim kurma deneyimi denilebilir. CHP ve Millet ittifakı buna yaklaştığı oranda başardı deniliyor kitapta. Artık bu teorinin bir kitabı var sayenizde. Bunu artık karşı taraf, rakipler tekrar kullanırsa sonucu aynı olabilir mi bu saatten sonra? Şartlar ne kadar uzak olsa da tabi ki...

Aslında kitaplarımda onlara da “diyalojik iletişim”i öneriyorum. Keşke bir an önce tüm partiler bu fikri benimsese. AKP ve MHP gücünü zıtlaşmadan alıyor. Bir düşmanları kalmasa bile düşman yaratmak zorundalar. Benzer biçimde CHP içinde, “Ana Muhalefet Bakanlığı” reflekslerinde olan insanlar var. Bunlar da güçlerini zıtlaşmaktan alıyorlar.

İllaki milletvekili olarak düşünmeyin, dönüştürücü olmayan, kendi köyünün önyargılarını sivriltip kitleyi kara girdaba sürükleyen ve bundan nemalanan “muhalefet esnafları” var. AKP bu muhalefet esnaflarından çok güzel beslendi, daha geçen hafta Erdoğan o kesime güzel bir pas attı. Dozunda rekabet faydalıdır. Hep birlikte “Nasıl daha faydalı oluruz?” diye rekabet etsek örneğin.

Rakibimiz Güney Kore veya Polonya olsa. Sporda, sanatta, bilimde rekabet tüm gelişmiş ülkelerin temel motivasyon kaynağı, bizde hayat siyasette rekabete ve yüz yıldır çözülmeyen konular üzerinde patinaja odaklanıyor. 

KURUMSALLIK İÇİN CESARET

- İkinci kitap "Hepimiz aynı belediye otobüsündeyiz". Bunun CHP'de ve diğer ittifak üyeleri nezdinde kabülünün hiç de kolay olmadığını somut örnekler üzerinden anlatıyor. Tamam seçimler kazanıldı, algı değişti, yöntem farklılaştı. Bunun politika olarak devam ettirildiğini görsek de, sürekli dile getirdiğiniz "siyaset esnafı" kategorisinin varlığına rağmen kurumsallaştığını görebilecek miyiz? 

“Bulutsuzluk Özlemi” ülkemizin en iyi rock gruplarından birinin adı. “Kurumsallık Özlemi” diye bir grup da ben yapabilirim. Hiçbir cümlenin bitmediğini, gerçekte “nokta” diye bir işaret olmadığını anlatmaya çalışıyorum. Ben diyalojik iletişimden yanayım ama karşımdaki “diyalektik iletişim” istiyor; ben iki taşı üst üste getirmeye çalışırken bir diğeri o taşları tekmeliyor.

Bu devinim hep sürecek. Mücadelenin bitmeyeceğini bir kez kabullenince, umutsuzluk çukuruna düşme ihtimali azalıyor. Dünyanın yaşı karşısında bir göz kırpma süresi kadar bir ömrümüz var. Bu ömrü ne yaparak geçireceğiz? Dönüştürücü olmayan, çoğu zaman “Yuh”, “Bu kadar da olmaz” vs ünlemlere indirgenmiş bir muhalefet tarzına mı saplanacağız, yoksa nefesimizi boşa tüketmeyip gece gündüz dünyamız için mi çalışacağız? Bu konular “fasa fiso” mu?

1945’de tamamı bombalanmış Almanya, 1960’da Türkiye’den işçi talep etmeye başladı. Biz şekil üzerinden gereksiz tartışmalarla, cehaleti körükleyerek birbirimizi yerken dünya boş durmuyor. Herkes her yerde üretiyor. AKP’den hayırlı bir şey beklemek hayalcilik ama AKP’ye oy veren, bunu maruz kaldığı büyük ideolojik manipülasyon nedeniyle yapan milyonlarca yoldaş adayımız var. Belediye seçimlerini kazanmak bu insanlara ulaşmak için çok büyük bir adım.

1994’de on dört yaşında olan bir çocuk, şu anda kırk yaşında. Büyük kentleri çevreleyen varoşlarda yaşayan yirmi milyon kent yoksulu ömürlerinde ilk kez “sosyal demokrat” bir yönetimle tanışıyor. CHP bu fırsatı gördüğü ve kullandığı oranda başarılı olacak. Yapılanın bir “reklam kampanyası” olmadığı, bir “ruh değişimi” yaşandığını ve bunu yaymanın boynumuzun borcu olduğunu anlarsak bu pası gole çevirebiliriz. Bunun için CHP yöneticilerinden daha cesur ve kararlı olmalarını bekliyorum.

- Başarıya ulaşan 31 Mart stratejisi, genel seçimler ve Cumhurbaşkanlığı seçimleri için de uygulanabilir mi ve olursa nasıl olabilir?

Seçimler sadece sandığa giderek yapılmıyor. Hayatımızın her alanında, her anında seçimler yapıyoruz. Bu nedenle sandıkla olanlar dahil, tüm seçimlerimizde önceliğimizi bizi dinleyen, bizi ölçüp biçen büyük halk kitlelerine vermeliyiz.

Uğur Mumcu’nun unutulmaz sözüyle “bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olanlar” Radikal Sevgi kavramını da anlamadan yaftalayabilirler. Suyun başındakileri sevmek zorunda değiliz, ben de sevmiyorum. Radikal Sevgi herkesi sevmek, leş gibi bir trolü, gözü dönmüş diktatörleri sevmek veya “Pollyanna” olmak değil. Radikal Sevgi “çok sevmek” veya “damardan sevmek” de değil.

Radikal Sevgi, “bir şekilde” karşı kampta yer alan milyonlarca insanı ötekileştirmemek, bloklaştırmamak, Aleviliğin harika felsefesinde olduğu gibi “elimize, dilimize, belimize” sahip çıkmak demek. Sevginin köküne inmek, karşılıksız kök sevgiyi aramak ve bizi sevmemeye şartlandırılmış kitleleri anlamaya gayret etmek… Karagöz’e odaklandıkça Hacivat haline geliriz, Karagöz bizi dövdükçe de izleyici güler. Bu oyundan çıkmak gerek. Radikal Sevgi tüm seçimlerde kazanmanın anahtarı. 

RİSKLERİ HESAP ETMELİ

- 31 Mart'ın öne çıkan adaylarından Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş, cumhurbaşkanlığı adaylığı için adları sıkça zikredilen iki isim. Siz bu iki ismin adaylığına sıcak bakmıyorsunuz. Genel seçimde de bu strateji uygulanabilir mi sorusundan devamla, Millet ittifakının ya da total olarak muhalefetin adayları kimler olabilir, isimler kimler olabilir ya da?

Aksine her iki isme de sıcak bakıyorum. Vahap Seçer ve Zeydan Karalar da olabilir. Ama bu isimlerin hepsinin ortak bir özelliği var: Cumhurbaşkanı adayı olurlarsa, o belediye AKP’ye geçecek. Çünkü tüm bu kentlerde meclis çoğunluğu Cumhur İttifakı’nda. Cumhurbaşkanlığı seçiminin biraz da erkene alındığını varsayın ve İmamoğlu’nun aday olduğunu düşünün. İstanbul’un başına o anda AKP’li bir başkan gelecek. Şu anda cendereyle sıkılan belediye bütçesi bir anda açılacak.

Yoksul semtlere milyarlar akıtılacak. Kazanmanın garanti olmadığı bir seçim için, İstanbul’dan vazgeçilecek. Bunun Beyliküzü’nü riske atmakla filan karıştırmayın, burada ortada olan İstanbul’un çeperindeki ve değişen demografisi nedeniyle yine CHP’nin elinde olacak bir ilçede kişisel kariyeri riske atmak değil. Bu kez sadece İmamoğlu değil, tüm İstanbul risk alacak. Türkiye’nin en büyük dünya markasını rakibe bırakmaktan bahsediyoruz.

2014’te CHP’nin en büyük adayı Yılmaz Büyükerşen’di ve tüm CHP seçmenleri onu istiyordu. Ama olmadı çünkü Büyükerşen aday olduğu anda Eskişehir AKP’ye geçiyordu. Esenyurt kadar nüfusu olmayan bir kenti kaybetmemek için CHP en gözde ismi aday gösteremedi. Eskişehir’de bunu yapmayan Ankara veya İstanbul’da yapar mı? Tunç Soyer aday gösterilebilir örneğin, çünkü İzmir’de meclis çoğunluğu CHP’de.

Soyer kişisel olarak risk alır ama İzmir risk almaz. Günü geldiğinde İmamoğlu veya Yavaş için bu durum düşünülecek… İmamoğlu, İstanbul’un popüler ilçe başkanlarından biri değildi ve bu nedenle aday gösterilince CHP içinden bile birçok itiraz oldu. Ama aynı İmamoğlu adım adım yükselerek ipi göğüsledi. Tarih geriye bakılarak yazılır ama hayat hep ileriye doğru gider. Birini aday gösterdiğin anda yükselir zaten.

CHP’nin içinde aday gösterildiğinde hemen tanınacak, eğitimi, kişiliği, ailesiyle örnek vatandaş olan çok sayıda isim var. Ayrıca Canan Kaftancıoğlu gibi örgüt içinden yükselen ve yaptıkları, eğitimi, mesleği ve konumuyla büyük avantajları olan isimler var.

CHP, Ekmeleddin İhsanoğlu’nu aday gösterdiyse kendi içinden en az on milyon aday çıkartabilir. Daha rüştlerini ispatlayamamış muazzam isimleri arenaya atıp, İstanbul’u veya Ankara’yı AKP’ye teslim etme riski alınabilir mi, bunu zaman gösterecek. 

- Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın "Vitrin mankenleri", CHP'deki türbanlıları kast ederek söylediği infial yaratan bir sözdü. Sizin tabirinizle AKP'de ve onun belirleyicisi Cumhurbaşkanı Erdoğan'da "diyalektik iletişim" hala devam ediyor. Gündem yaratırken ya da yarattığını düşünürken, benden ve ondan ayrımını dil de açıkça sürdürülen bir yaklaşım bu. CHP'nin ve diğer muhalefetin buna yanıtı ise gayet ölçülü ve kapsayıcı idi. Bu noktada moral ve söylem üstünlüğü artık muhalefettedir diyebilir miyiz?

Diyemeyiz. Öyle kolay bir iş değil bu. AKP medyanın neredeyse tamamına sahip. Bu maç şikeli. Onun bu sözü söylediğini biz duyuyoruz ama Bağcılar’da yemek pişiren Elif Hanım’ın haberi bile olmadı. “Moral ve söylem üstünlüğü bize geçti” demenin sonu hüsranla bitebilir. Bu işler çay kaşığı ile kuyu kazmak gibidir. Olumlu bir adım daha atıldı ama yol çok uzun.

HAZIRLIĞIMIZI 2023'E GÖRE YAPMALIYIZ

- Son olarak "Mart'ın sonu bahar"ın ardından, 2023'te yapılmasını şimdilik takvim olarak öngörebildiğimiz seçimlerde, AKP'nin pozisyonu, Erdoğan'ın söylemi ve muhalefetin sürdürmeyi kararlı göründüğü bu kavgadan uzak diliyle "2023 asıl bahar" demek için yeterli moral gücümüz olmalı mı? Bu yeterli değilse şimdiden sonra neler yapılmalı? 

Türkiye Cumhuriyeti büyük bir savaşın ardından kuruldu. On yıldan kısa bir sürede Avrupa, Kuzey Afrika, Orta Doğu ve Kafkaslardaki topraklarını yitiren ve Anadolu’yu da kaybetmek üzere olan bir devletin yıkıntısından doğdu. Birinci Dünya Savaşı’nın iki temel sonucundan biri Sovyetlerin kurulmasıysa, diğeri Osmanlı’nın yok oluşudur. Biz yüz yıldır, yüz yıl önceki bu kaosun üzerinde ayakta duruyoruz.

CHP’de ulaşabildiğim herkese söylüyorum: “Siyaset okulu, siyasetin öğretildiği bir okulla sınırlı kalmamalı. Hazır Zoom gibi yenilikler hayatımıza girmişken tüm CHP örgütlerine karşılaştırmalı tarih eğitimi verilmeli. 1912-1923 arası on bir yıl gün gün öğretilmeli. Şu an yirmi yaşındaki bir genç ülkemizin son yüz yılını aşağı yukarı biliyor, sorsanız “Atatürk, İnönü, Menderes, Demirel, Ecevit, Özal” sıralamasını yapabilir. Yıllardır şunu soruyorum, “Peki Atatürk yirmi yaşındayken tarihe nasıl bakıyordu?” O da muhtemelen Üçüncü Selim’den başlıyor, İkinci Mahmud, Abdülmecid, Abdülaziz ve Abdülhamid dönemlerini tüm iç çalkantıları, zulümleri ve başarılarıyla sıralıyordu.

Üç Abdül, bir Mahmud ile yüz yıl geçirdi bu topraklar, o dönemlerde ne oldu? Anadolu’nun kadim halkları neden Anadolu’da değil? Kürtlerle Türklerin alıp veremediği ne? Araplarla karışılıklı kin üretmenin kime ne faydası var? Balkanlar’da camilerimiz, külliyelerimiz varsa biz niye yokuz? Gündelik siyaset zerre ilgimi çekmiyor. Ben bunca taşın altına üç kağıtçı bir müteahhit ihale kapsın diye girmiyorum. Kendini aramayan, kentini de bulamaz, ülkesini de. 2023 hepimiz için sembolik bir anlam taşıyor. Keşke varlığını 2023’e borçlu olan CHP, elindeki büyük beşeri gücün sorumluluğuyla dev bir eğitim hamlesi başlatsa. 2023’e bir hafta kala telefon açıp, “Ateş bize bir ilan yap da asalım” diyeceklerse, beni hiç aramasınlar daha iyi.



Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler