'Annem 9 koyuna Ben 1 tarlaya satıldım'
Güneydoğu’da başlık parası hâlâ devam ediyor. 12 yaşında köyün ağasına kuma giden Huriye’nin kaderi de ninesi ve anneannesiyle bir. Yani o da köle gibi satılmış. İntihara kalkışmış ancak karnındaki bebeğe kıyamamış. Huriye, “Tek umudum abilerimdi. Fakat onlar da meğer evlenmek için bana verilecek başlık parasına göz dikmiş” diyor.
Yıl 1960... Bir haziran gecesi... Kara trenin en son vagonunda Niğde’den Adana’ya yaptığı yolculukla başlıyor 60’ındaki Emine’nin acılı öyküsü... Anne ve babasını tam beş gün evvel bir trafik kazasında kaybeden Emine, o zamanlar 13 yaşında... Yanında fakir anılarını doldurduğu bir çuval ve kaderine ortak gözü yaşlı altı kardeş... Göğsünde anne babadan kalma silik bir fotoğraf....
Ölümün dinmeyen sancısını yüreğinde taşıyarak nice şehirler, dağlar ve ovalar aşar Emine. Ortalarındaki çuvalın etrafına doluşan yedi ürkek öksüz, geceyi aç olarak geçirdikleri trenden istasyon görevlisinin çaldığı düdük eşliğinde inerler. Ardından Gaziantep tabelalı bir otobüsle tekrar koyulurlar yola. Bitkin... Şaşkın... Ölümün dinmeyen acısıyla... Elbette bu misafirlikten hiçbir zaman memnun kalmayacak olan ve daha oraya ilk adım attıklarında yedi kardeşin yedisinin de hayatını karartan çatık kaşlı, küfürbaz, iki kumalı dedelerinin yanına...
Kötü karşılanma
Üç saatlik bir yolculuğun ardından indikleri garda, en büyük amca Ahmet, güler yüzle karşılar. Okulu, suyu ve yolu olmayan köye götürmek için yeğenlerini. O, cebindeki son sigara parasıyla dört ekmek alıp, yedi cana bölüştürecek kadar merhametli bir amca. Derken doluştukları minübüsle, taşlı köy yoluna doğru yola koyulurlar. Geldikleri evin kapısından içeri girdiklerinde, sedirde uzanan dedelerinin ve on çocuklu iki kumanın elini öperler. Asık suratlı dede, yerinden doğrulmadığı gibi torunlarının yüzüne bile bakmaya tenezzül etmez. Emine o an anlar istenmediklerini... Keşke dedesinin evi yerine bu temiz yüzlü amcalarının yanında kalabilselerdi diye geçirir içinden. Ancak kader anne ve babasının ölümüyle yazmamış mıydı ki kara yazgılarını... Ne elde var ne avuçta... En büyük ağabey 17 yaşında... O da askerlik hazırlığında...
Dedenin aksine iki kuma yedi öksüzü basar bağrına. Büyük kuma Asiye, “Siz şöyle bir soluklanın ben ayran getireyim” demesine kalmadan zalim dede, çalışmaları için fıstık tarlalarına götürür yedi kardeşi... Güneş batana kadar çalıştıkları tarlada ilk kez dedelerinin ağzından, “Bundan sonra böyle. Akşama kadar ne su ne yemek. Ha adam gibi çalışırsanız. Akşama kadar çalışıp evde yersiniz” sözcüklerini duyarlar. O günden sonra Emine her sabah altıda kalkar, küçük kardeşini kucağına alarak tarlada çalışır. Avuçları patlayana kadar çalıştığı o kabus yaz biter, eylül geçer. Gelen ekimle birlikte okula ilk kayıt zamanları da biter. Ahmet Amcasının tüm ısrarlarına rağmen dede Nuh der peygamber demez. Emine’yi bir türlü şehirdeki okula göndermeye ikna edilemez.
Kız kısmı okur mu hiç?
Mazlumun yazgısı zalimin elinde yazılmaya görsün. Emine’ninki de öyle... O değil miydi? İki senedir gittiği okulda ilk okumayı söken, en iyi resmi çizen, en iyi notu alıp okul birincisi olan. Ancak bunlar dedesini ikna etmeye yetmez. Emine’nin amcasının ısrarı karşısında dedesinden tek duyduğu şu cümleler, “Kız kısmı okur muymuş hiç? Okuyup da o..... mu olacak? Anarşist mi olacak? Almayayım ayağımın altına? Rezil mi edeceksiniz beni köylüye? Sonra Emine’ye sert bir bakış... Al sana! Şaak... Şaak... Şaak... başlar dayak.
Emine o kışı anneannesinin ölümünden sonra dedesinin sırayla evlendiği iki kumalığın yanında geçirir. Ekmek pişirir. Bulaşık yıkar. Kadınlar hep onu kollar. En çok da her akşam öğrencileri getiren köy dolmuşunu görürken burkulur yüreği. Ardından “Ne güzel yakışırdı bana kara önlük. Şimdi yazgım olmuş kapkara” diye kendi uydurduğu türküyü dolar diline... O kışta böyle geçer. Büyük ağabey askere Batman’a gider. Emine’nin yaşı olur on dört. Dedesi bir akşam eve erken gelir. Kumalara bakarak, “Bu akşam Emine’ye görücü gelecek” diye seslenir. Bunu duyan küçük kızın başına dünya yıkılır sanki. Görücü gelir. Emine, ilk kadından çocuğu olmayan 55 yaşındaki bir adama kuma olarak dokuz koyuna verilir. Ardından üç çocuk ve çileli bir yaşam...
- Kocanız ve kumanız size nasıl davrandı?
Huriye: Kumamım en büyük düşmanı oldum. Eve ilk geldiğim hafta ne olduğunu pek anlayamadım. Çünkü sürekli bir telaş vardı. Korkudan ne yemek yiyebiliyor ne de uyuyabiliyorum. Çocuk bedenim köyün ağası tarafından kirletilmişti bir kere. Ancak o hafta geçtikten sonra kumamdan çekmediğim çile kalmadı. Kocam, kumam benden büyük olduğu için “Seni dövse bile sesini çıkarmak yok” derdi. Kocam, kumam ve o zalim babam dövdükçe dövdüler... Onlar en büyük düşmanım oldu. Özellikle de kocam.
- Senden 40 yaş büyük, hem de kumalı biriyle evlendirilmene karşı çıkacak kimse yok muydu?
Huriye: Aslında iki abim var. Fakat töre öyle bir illet ki benden kazanacakları başlık parasıyla sevdikleri kızı aldılar. Olan benim çocukluğum ve gençliğime oldu. Bizim buralarda kız olarak dünyaya gelmek hayata ezilerek başlamak demek. Kadınlığın hiçbir değeri yok ama erkekler istediği kadınla evleniyor. Önemli olan başlık parasını denkleştirmek. Bizim değerimiz ya bir tarla ya da 10 koyun.
‘Ah bu başlık parası’
Annesinin zor hayatını, böyle anlatıyor 10 yaşında sevmediği bir adamla zorla evlendirilip, 11 yaşında doğuran Huriye.
Kerpiç evinin önünde oturduğumuz sandalyede Huriye, annesiyle kendinin bire bir benzeyen çileli yaşamını, “Ah bu başlık parası” diyerek töreye ve erkek egemenliğine lanet ediyor. Huriye, sözlerine şöyle devam ediyor: Bizim köyde, ben annem, ninem ve onun ninesi dahil nice kadın çocukluğunda, kendinden çokça büyük adamlara başlık parasıyla verildi. Kiminin babası 20 koyuna sattı kızını, kimi bir tarlaya gitti. Mesela annemi 9 koyuna alan babam beni, köyün ağasına bir tarla fiyatına sattı.”
- Başlık parasına satıldığınızı söyleriniz. Kendizi bir eşya gibi mi hissettiniz?
Huriye: Utandım. Sadece kendi adıma da değil bu paralara tenezzül eden dedelerim ve beni mal gibi satan babamın adına. Bu insanlık dışı bir sistem. İnsan satılır mı hiç? Bu en büyük namusuzluk. Kadınlara çok günah.
Ölmek istedim
“Ölmekten son anda vazgeçtim”, diyen Huriye, önce düşünüp tekrar tekrar konuşuyor: İnsan satılır mı hiç? Köleliğin adı gelinlik olmuş buralarda. Kocamla yaşadığım her gün zindandı. Hamile olduğumu öğrendiğim gün ölmek istedim. Karşı duvarımızın önündeki ağaca astığım ilmeğe boynumu geçirdiğimde karnımdaki çocuğu düşünerek vazgeçtim.
Huriye’nin 11 yaşında doğurduğu bebeği zorla kumasına verilmiş. Sadece bebeği mi? Çocukluğu, gençliği, kadınlığı, geleceği ve belki de hayalleri... Gece olunca kendinden 40 yaş büyük ağanın koynuna zorla giren bedeni de... İçinde biriktirdiği acılı öyküsünü, bir zamanlar gövdesini sallandırmayı düşündüğü ağaca uzun uzun bakarak hatırladı. Ağladı. Ağladı... Sonra öfkesinden kenarlarını ısırdığı dudaklarıyla tekrar anlatmaya başladı. Yok yapamadı. İçini çekti yeniden durdu, durdu. Daldı... Daldı... Daldı.... Bir daha da ağzını bıçak açmadı.
Yazı dizisinin birinci bölümü: 9’unda çocukluğa veda: Önlük yerine gelinlik giydim
Yazı dizisinin ikinci bölümü: 11 yaşında zorla evlendirildi... Susmasın kadın Ünzile
Yazı dizisinin üçüncü bölümü: Dışarıdan konak içeriden zindan
En Çok Okunan Haberler
- Ailesi köyü terk etti
- Bu düzenin adaleti madaleti yok!
- Nagehan Alçı ve Cem Küçük birbirine girdi!
- Ünlü AVM için acil yıkım kararı
- AKP'den Köfteci Yusuf'a kıyak!
- Galatasaray'dan Beşiktaş'a flaş yanıt!
- Uzmanından Ankara'ya 'Suriye'de demokrasi' çağrısı
- Saray'dan Öcalan'ın mesajına ilk yorum
- Tarih verdi: İstanbul'a 15 gün kar yağacak
- Kadıköy'de 'yılbaşı partisi' hazırlığına baskın!