Almanyalı Türklerin yazı

67. Locarno Festivali ve 71. Venedik Festivali listelerinde yer alan Almanyalı Türk yönetmenler bu yazın ağırlıklı gündemini oluşturuyor. Fatih Akın 'The Cut', Kaan Müjdeci de 'Sivas' adlı filmleriyle Venedik'te Altın Aslan için yarışacak.

Almanyalı Türklerin yazı
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 04.08.2014 - 09:52

Türk sinemasının 2000’li yıllarda su yüzüne çıkan “yeniden doğuş”u, Cannes, Berlin ve Venedik gibi önemli festivallerde üst üste kazanılan ödüllerle uluslararası düzeyde kendini kanıtlamıştı. 2010’da Semih Kaplanoğlu’nun “Bal” ile Berlin’de Altın Ayı almasının ardından, Seren Yüce’nin “Çoğunluk” ile Venedik’te En İyi İlk Film Altın Aslanı’nı kazanması, bu yükselen çizginin doruk noktasını oluşturuyordu.

Ali Aydın’ın 2012’de “Küf” ile, Seren Yüce’nin başarısını Venedik’te yenilemesine karşın, son 4 yıl boyunca, Türk sinemasının uluslararası düzeyde bir tür duraklama devrine girdiği kanısı doğmuştu... Bu göreceli duraksamanın, aslında bir soluklanma dönemi, belki de yeniden atılım süreci olduğu düşüncesini sık sık dile getirmiştik. Nuri Bilge Ceylan’ın “Kış Uykusu” ile iki ay önce Cannes’da Türk sinemasına ikinci kez, hem de başka bir filmle paylaşılmayan bir Altın Palmiye kazandırması, soluklanma devrinin yeni başarılara gebe olduğunun belki de ilk habercisiydi. Türk sinemasının 100. yılına denk gelen bu ödül, simgesel bir anlam da taşımaktaydı.

Bu konumda, Türk filmlerinin önümüzdeki büyük festivallerde alacağı yeri merakla bekliyorduk. Bu çarşamba günü Luc Besson’un filmi “Lucy” ile başlayacak olan 67. Locarno Festivali ardından, 27 Ağustos akşamı Alejandro Gonzales Inarritu’nun “Birdman”i ile açılacak 71. Venedik Festivali listelerine baktığımızda, Almanyalı Türk yönetmenlerin bu yazın ağırlıklı gündemini oluşturduklarını görüyoruz.

 

Locarno’da 3 Türk kökenli yönetmen…

“Sürü” ye (Yılmaz Güney/Zeki Ökten) 1979’da Altın Leopar veren, Fatih Akın’ı 1998’de ilk filmiyle dünyaya tanıtan Locarno’nun yarışmalı bölümüne seçilen genç yönetmen Kaan Müjdeci, Venedik’in ana bölüm teklifini doğal olarak tercih edip çekilince, bu yıl Altın Leopar’a aday bir Tük filmi yok; ancak, listelerde Avrupalı 3 Türk yönetmenin adını görüyoruz: Önce, Altın Leopar’ı belirleyecek olan ana jüride, Thomas Arslan görev alıyor. 1962’de Almanya’da, bir Türk-Alman çiftin çocuğu olarak dünyaya gelen Thomas Arslan, çocukluğunda bir süre Türkiye’de yaşamış bir senaryo yazarı/yönetmen… Sonra, festivalin “İsviçre Sineması Panoraması” bölümünde, yine Türk asıllı Ufuk Emiroğlu’nun “Babam, Devrim ve Ben” adlı filmini izleyeceğiz. Ayrıca, Cem Kaya imzalı, yine Almanya/ Türkiye ortak yapımı olan “Remake, Remix, RipOff” adlı film, “Sinema Tarihi/Öyküleri” adlı yan bölümde sunuluyor...

 

Venedik’te ilk kez, iki ‘Türk filmi’ birden Altın Aslan adayı...

Fatih Akın “The Cut”, genç yönetmen Kaan Müjdeci de ilk uzun filmi “Sivas” ile Venedik’te ana seçkide yer alarak, büyük ödül Altın Aslan’a birlikte aday olacaklar. Gerçi, ortak yapımların neredeyse kaçınılmaz olduğu, giderek küreselleşen sinema dünyasında, yönetmenin pasaportu ya da kültürel kökleri ne olursa olsun, bir filme ulusal kimlik yüklemeye çalışmanın giderek anlamsızlaştığı bir dönemde yaşıyoruz. Ülkelerin festivallere gidecek filmleri devlet düzeyinde belirledikleri günler geride kalalı 60 yıl oluyor... Ayrıca, Venedik’te süregeldiği gibi, kimi festival saraylarını süsleyen rengârenk bayraklar, artık bir tür nostaljinin simgeleri olarak dalgalanıyor. Yine de, filmlerin ve yönetmenlerin alnına birer bayrak yapıştırarak sahiplenme dürtüsünden kurtulamıyoruz... Ancak, Fatih Akın’ın, özellikle de 2003’e kadar Türkiye’de yaşamış olan Kaan Müjdeci’nin ve diğer Avrupalı Türk yönetmenlerin temelde, kültürel bağlamda, Anadolu topraklarından beslendiklerini yadsıyamayız. “1915 olayları”nı gündeme getiren “The Cut”, Martin Scorsese’nin senaristi, Ermeni asıllı bir Iraklı olan Mardik Martin ile birlikte yazılmış, ortak yapımcıları arasında Almanya ve Türkiye dahil 7 ülkenin adı geçen, “Western” türü, politik içerikli bir film olarak tanımlanıyor... “Sivas”ın ise adından beklenebilenin tersine, “1993 Sivas Katliamı” ile hiçbir ilişkisi olmayan, bir çocuğun yaralı dövüş köpeğiyle bozkırda geçen hikâyesini anlatan çok başarılı bir ilk film olduğunu biliyoruz...

 

Türk sinemasının geleceği Avrupalı Türk yönetmenler mi?

Anadolu’nun dört yanından kalkıp Batı Avrupa ülkelerine çalışmaya giden göçmenlerimizi Türkiye’de tutabilmenin ötesinde, onların çocuklarına, sanat ya da bilim alanlarında uluslarası arenada başarılı olmalarına olanak tanıyacak özgürlükçü, çağdaş eğitim olanakları sunabilir miydik acaba?

Dinsel içerikli karanlık eğitim anlayışının ve uygulamalarının günümüz Türkiyesi’nde giderek güçlendiğini görünce, “iyi ki göç etmişler de çocuklarına yeteneklerini sere serpe geliştirme olanakları tanımışlar” diyoruz. Avrupalı Türklerin başarı çizgisinin orta vadede giderek yükseleceğini öngörmek zor değil...


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon