Akıl ve Oy

Hiçbir toplum, etnik olarak bu kadar karışmış bir dünyada, aptal değildir. Hele Türkiye gibi genetik çorbası sayılamayacak kadar çok öğeden oluşan, eski dünya coğrafyasının göbeğindeki bir ülkenin insanları için aptallık söz konusu değildir. Fakat aptallık birikmiş ve koyulaşmış toplumsal cehaletin bir fonksiyonu olarak anlaşılırsa, zeki bir adamın aptallığı başka bir içerik kazanır.

Akıl ve Oy
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 21.08.2015 - 12:39

Bu da güncel yaşamda zeki sandığınız bir adamın, dünyanın çoktan çözdüğü sorunlar karşısında, geleneksel bir kültürel tıkanma içine hapsedilmiş olduğunun işaretidir. Geri kalmış ülkelerin dünyaya göreceli olarak az açılmış halkları bu hapishanenin mahkumlardır. Bedelini toplum olarak öderiz.

Türkiye halkına atfedilen aptallık, geleneksel kültürün dünyaya açılmamış pencereleridir. Bu, toplumsal cehalet denilen şeydir. Televizyon, otomobil, gökdelen, telefon, AVM geleneksel kültürünün pencerelerinin bazılarının açılmasını sağlayabilir. Fakat hepsinin açılmasını sağlayamıyor.

Tarihte bu pencereleri devrim adı verilen toplumsal depremler açmıştır. Yazı ile, dinlerle, bilimle, sanatla, teknoloji ile, felsefe ile ve örgütlenmiş toplumların insan ilişkileri bağlamında bilinçlenmeleri sonucu gelen bu devrimler, çağdaş dünyayı yaratmıştır. Fakat bu aydınlanmalar dünya toplumlarına, coğrafi, tarihi nedenlerle, homojen olarak dağılmamıştır.

Türkiye insanı aptal değil, fakat sayısız güncel konuda neredeyse kör cahil, ya da kaygı veren bir vurdum duymazlık sergiliyor. Bunları ayrıntılı olarak sergilemek zorundayız. Toplumu ve kendimizi tanımlamaz ve davranışlarımızı yeterince kontrol edemezsek bugünkü kargaşadan kurtulamayız. Çağdaş kent uygarlığının temel ilkesi, paylaştığımız yaşamda birbirinin hakkına saygıdır. Bu aynı zamanda bir insanlık ilkesidir. Kalabalıkta herkes birbirini iterek yürüyemez.

TEPKİ VERMEYEN TOPLUM OLURSAK

Giderek daha karmaşık hale gelen dünyanın cahil toplumların geri kalması dünyadaki değişmelere olumlu tepki verememekten kaynaklanıyor. Açılmamış kültür pencereleri dünyayı algılamalarına olanak vermiyor. Ne izleyebiliyorlar, ne de nefes alıyorlar. Bizde bir politikacı büyük bir hata yapıyor, ya da suç işliyor. Bir şey olmamış gibi işine devam ediyor. Toplumdan ses çıkmıyor. Toplum kültürünün o penceresi kapalı. Aynı suçu işleyen Avrupalı işinden oluyor, ya da istifa ediyor. Oraya yasal bir yama yapıyoruz. Yama politik bir basın kampanyası ile unutuluyor. Bunlar çoğaldıkça toplumsal yaşam yamalı bir bohçaya dönüşüyor. Yasalar, yönetmelikler birbirlerinin yırtıklarını yamalıyorlar. Kötü planları daha kötü planlar yamalıyor.

Yetersizlik, toplumsal cehaletin her alana yansımasıdır. Ekonomik yama, hukuksal yama, eğitimsel yama, örgütsel yama, politik yama.

Her halde bütün aklı erenlerin farkına vardığı gibi, yamasal hukuk torba yasalardır. Torba yasa, topluma egemen olan yamalı bohça psikolojisinin yasalara yansıyan adıdır.

YAMALI TOPLUMSAL DÜZEN

Eğitim tam bir yamalı bohçadır. İlkokuldan üniversiteye kadar her eğitim kurumunun devlet, özel, vakıf türleri var. Hocalar üniversitelerin kadro alamayan, az maaşlı hocaları. Hoca başına öğrenci sayısından, ya da eğitim niteliğinden, yayın sayısından söz etmeyelim. Bir de eğitimin kalitesini düşüren bir virüs var: Türkçe bilmeyenlere İngilizce öğretim.

Toplumsal kargaşa açık olarak gazete ve televizyonlara yansıyor. Hiçbir uygar ülkede bu kadar kaza, kadın cinayeti, bu kadar yolsuzluk, bu kadar yasa dışılık, kural tanımazlık, polis baskısı, suçlu gazeteci, hiç suçu olmayan politikacı, alay edilen politikacı var mı?

Bunların çokluğu Türkiye’yi Avrupa’dan uzaklaştırdı. En iyi dostlarımız, Türkiye’de arsa ve bina alan petrol şeyhleri. Bunlar dünya basınından öğrendiğimiz kadar, dünyanın en zengin despotları. Fakir İslam dünyasının petrol ağaları büyük dostlarımız oldu. Türkiye’nin bu büyük tuzağa nasıl düşürüldüğünü 1951 Kore Savaşı’ndan başlayarak biliyoruz. Ama halk ne bir şey hatırlıyor, ne de gördüğünü değerlendirecek bir bilgisi var.

Türkiye halkı en büyük bilinçli tepkisini haziran seçimlerinde gösterdi. Menderes’den 65 yıl sonra. Fakat verdiği oyun bir sonuç vermediğini de öğrendi. Bu politik oyunu anlayacak bilgisi yok. Bunca yıl oy toplama şampiyonları halka iktidarda onların oyları ile oturduklarını söylediler. Ama oy alamazlarsa ne yapacaklarını söylemediler. Şimdi yamalı bohçayı bir çarşafla değiştirmeyi düşünüyor olmalılar.

DEMOKRASİ ÖYKÜSÜNÜN SONU

Sevgili okuyucular,

cahil toplumun demokrasi hikâyesi son seçimde bitti. Ama daha çok dinleyeceksiniz. Biz 1950’den bu yana içini boşalttığımız demokrasi kavramını, aynı şekilde içini boşalttığımız ‘din’le birlikte , bu toplumun düşsel standartları olarak dayattık. Her şeyin sonu, bütün kurumların kimliklerini yitirmesiyle geldi. Her kurumun adı var, bazen görkemli yapıları var. Ama etkinliği simgesel. Toplumsal cehalet temelde bu anlama geliyor. Büyük Millet Meclisi, anayasal kurumlar, öğretim, sendikalar, demokrasi, hukuk, yasalarla ve uluslararası uygulamalarla tanımlanmış işlevlerini yerine getiremiyorlar.

Toplumun cahil geleneğinden miras kalmış kapalı pencereleri var. Bunun en basit örneğini seçimde gördük. Partiler, yıllardır hırsız, soyguncu vb., diye suçladıkları parti ile koalisyon yapmak için kuyruktalar. Namuslu insanlar ‘AKP iktidarda oldukça %51 oy demokrasi idi, muhalifler %60 oy alınca demokrasi bitti mi?’ demeyi akıl etmezler mi?

Halk bu çelişkileri anlamıyor. ‘Demek şimdiye kadar yalan söylüyorlardı’ diye düşünebilir. Ama politikacılar gibi ince numaraları bilmez. Bu basit olgu, politika dediğimiz sözde demokratik mekanizmanın halkı yalanla avuttuğunu gösteriyor. Bizde demokrasi, politikacılar arasında oynanan oyunun adına indirgenmiştir. Bunun sağdıçları da gazetecilerdir.

Neden ‘demokrasi deyip duruyoruz? Demokrasi insanlar arasında eşitlik olduğunu ifade eder. Bu adaletin de tanımıdır. %60 oyun gücünü Meclis’e aktarma olanağı yoksa, demokrasi yoktur. Bazı yasal mekanizmalar bu gecikmeyi ya da yok etmeyi sağlıyorsa neye güvenebiliriz?

Eğer ülkenin kurumlarının başına gelenleri incelerseniz, bugün yırtılanı yarın yamayan bir sistem, daha doğrusu, bir ‘ha babam sistemi’ çalışıyor. Bunu en tipik örneği ‘torba yasa’dır. Başka yasaların ya da yasal olmayan uygulamaların açıklarını kapatıyor.

Bu yamalı bohça mekanizması Avrupa’nın Rönesans’tan sonra yüzlerce yıl içinde, insan için daha uygun transformasyonlara yol açan gelişmeler sürecine benzer bir mekanizmadır. Avrupa o gelişmelerle dünya egemeni olmuştur. Onun sonucu uygarlığın son aşamasının da Avrupa’da gerçekleşmesidir. Bizdeki gelişme Türk toplumunu bugünkü kaosa getiren ve Cumhuriyetin bütün kazanımlarını yok eden bir ters mekanizma sonucudur.

AKIL GERİDE, DUYGU VE TUTKU ÖNDE

Uygarlık, kişisel aklın kazanımlarının toplumsal akla dönüşmesi ve orada birikmesidir. Bu birikim zaman içinde oluyor. Uygarlık daha ulaşılmamış bir ideal. Kişiler binlerce yıl önce bugün hâlâ ulaşılmamış insani idealler tanımlamış olabilir. Çünkü modern bilimin keşfettiği gibi, insan hep aklıyla değil, duyguları ve tutkularıyla da davranıyor. Örneği de, uygar diye bildiğimiz toplumların son bir yüzyılda dünyayı sürükledikleri savaşlar. Böyle kaos dönemlerinde kavramlar dans etmeye başlar. Geri kalmış toplumların kaos ortamına girmeleri için savaş gerekmiyor.

Türkiye’nin en temel kaosu planlanamamış azman kent ve onun ayrılmaz öğesi olan otomobildir. Savaş dışında en büyük cinayet aleti otomobildir. Gerçi otomobil sahibi olmak isteği, insanın başka ilkel tutkularını karşılamaya yarıyor. Kimse insan öldürmek amacı ile otomobil almıyor. Teröristler hariçtir. Fakat otomobil insan çevresini çirkinleşiyor, kirletiyor, gürültüye boğuyor ve mekanikleştiriyor.

Akıl yani uygarlık kontrol ederse, kent Berlin, edemezse İstanbul oluyor. Oy mekanizmasının kaosdan yana işlev görmesi planlanmış bizim ülkemizde. Ama, ‘Yalancının mumu yatsıya kadar yanar’ diyen de bizim aklımız.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler