Ah, unuttuk o dilleri!

Ağaçlı Gül ve Hayal’de Berna Durmaz, insanımıza dayatılan bitip tükenmez haksızlıklar üzerine yeniden düşünmemizi, yitirdiklerimizin farkına varmamızı, daha da geç olmadan bir çıkar yol bulmamızı istiyor, umuyor. Üstelik bu isteğini gençler için kaleme aldığı bir yapıtla dillendirirken umudun nerede olduğu konusundaki düşüncesini de incelikle açık ediyor.

Ah, unuttuk o dilleri!
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 14.08.2021 - 00:02

Adını okurun belleğine başarılı bir öykücü olarak kaydeden Berna Durmaz, bu kez bir romanla çalıyor kapımızı: Ağaçlı Gül ve Hayal. Günışığı Kitaplığı’nın, editörlüğünü Semih Gümüş’ün üstlendiği “Köprü Kitaplar” dizisinin yirmi üçüncü kitabı olan roman, Durmaz’ın gençlere yönelik ilk yapıtı olma özelliğini de taşıyor.

Bilirim, bu satırları okuyanların, Durmaz’ın öykülerinden (“Tepedeki Kadın”, “Bir Hal Var Sende”, “Bir Fasit Daire”, “Karayel Üşümesi”, “Metal Hayatlar”) haberi vardır. Ne ki anımsatmak da iyi olur diye düşündüm.

ORMANLARIMIZ YANARKEN

Aslında Ağaçlı Gül ve Hayal’i okumayı çok daha önce tasarlamıştım. Ne ki araya giren bambaşka telaşlar, bir yanıyla “ağaçların dili”ni konuşmaya, anlamaya, öğrenmeye çağrı niteliğindeki bu hüzünlü yapıtla yolculuğumu tam da ülkemizin güneyinin cayır cayır yandığı günlere bırakmama neden oldu.

Bu bir talih mi? Yoksa bu gecikmeyi talihsizlik olarak mı kaydetmeliyim, bilemedim.

Yaşadığımız şu büyük yangının öğrettikleri, acısı ve kederi üzerine yeniden ve çok daha sağlıklı düşünmek için güçlü bir çağrı oluşuyla talihken gelinen noktanın geri dönülmezliğini alevler arasından haykırmasıyla sanki talihsizlikti.

Ya masamıza getirip bıraktığı öteki sorular? Okullarımıza, ormanlarımıza neler oluyor? Neden köylerden kentlere akıp duruyoruz? Unuttuklarımız çoğaldıkça artıyor mu mutsuzluğumuz?

ŞEHİRLEŞME VE KAPANAN OKULLAR

Berna Durmaz, yetmiş yılı aşkındır durmak bilmeyen dahası insanımızı her geçen gün yoksunluğun ve yoksulluğun pençesine terk eden şehirleşme olgusuyla çalıyor zili.

Kırk yıl öncesine kadar dünyanın, insanını kendi üretimiyle doyuran (kendine yeten) ülkeleri arasında yer alan Türkiye’miz, oldukça kısa sayılacak bir zaman diliminde hem gıda üretiminin değersizleştiği hem de üretim alanlarının hızla terk edildiği bir noktaya geldi.

Hızlanan iç göçün “doğaldır” diye yutturulan sonuçlarından biri de köylerdeki okulların birbiri ardınca kapanması oldu. Bu da köylerde yaşayan kız çocuklarımızın okula ulaşmasını daha da zorlaştırdı.

Bilinçli olarak körüklenen şehirleşmenin başka vahim bir sonucuysa insanımızın doğaya yabancılaşması, dünyamızın soluk almasını sağlayan bitki örtüsünün dilini neredeyse hepten unutması oldu.

Meyveyi, sebzeyi yalnızca manav tezgâhında gören; ağaçları birbirinden ayıramayan; kuşu, börtü böceği, cümle canlıyı uzaktan da olsa tanımayan kuşakların “yetişmesi” bu bağlamda hiç de zor olmadı!

Toprağından koparılan, kentlerin kenar mahallerine sığınan, yarı aç yarı tok bir hayat süren insanın yaşadığı mutsuzluk da bu istemsiz hareketliliğin (sürekli körüklenen göçün) sonuçları arasına kaydedilmelidir.

Ağaçlı Gül ve Hayal’de Berna Durmaz, işte insanımıza dayatılan bu büyük haksızlık üzerine yeniden düşünmemizi, yitirdiklerimizin farkına varmamızı, daha da geç olmadan bir çıkar yol bulmamızı istiyor, umuyor.

Üstelik bu isteğini gençler için kaleme aldığı bir yapıtla dillendirirken umudun nerede olduğu konusundaki düşüncesini de incelikle açık ediyor.

Desen: YUSUF TANSU ÖZEL

İÇ İÇE İKİ YOLCULUK, HAYAL VE...

Yapıtın sizi de alıp götüreceğine yürekten inandığım izleğinin yanı sıra bir yolculuktan daha söz etmeliyim: o da kendi yaşadıklarınıza, kişisel yaşam yolculuğunuzun kimi kilometre taşlarına yeniden uzanacağınız ikinci bir yolculuk.

Köylerinde kapatılan okulun yeniden açılacağını içtenlikli bir umutla bekleyen, “yılın her mevsimi, pencerenin gerisinde bir çift göz olan” Hayal, size de epeyce tanıdık gelecektir.

Bir de Gül ninesi var Hayal’in; “yerdeki karıncadan, gökte uçan kuştan, iki ev ötedeki yalnız yaşayan insandan kendini sorumlu tutan; elinden bir şey gelmediğinde dertlenen, sonunda hastalanıp doktorlara taşınan...”

Gül ninenin rahatsızlığı nedeniyle İstanbul’u yolunu tutan Hayal; ailesinden, beşiğinin asıldığı, gölgesinde uyuduğu, dertlerini, sevinçlerini, düşlerini paylaştığı, her biri Gül ninenin emaneti “ağaçlarından ayrı kalmanın hüznü taş olup otursa da göğsüne” okula yeniden kavuşabileceği umuduyla geride bırakacaktır köyünü.

Ne ki koca şehir İstanbul, Hayal için, “bir sokağından girenin bir daha oradan çıkamadığı, her gün bir parçası değişen, durmaksızın şekil değiştiren bir yer”dir.

ZİHİNLERİ UYUŞTURAN YER

Şehir, İstanbul, neler sunar? Ya neleri alır insanın elinden hoyratça, acımasızca, sormadan... Hayal’in, köydeyken gülümseyen, konuşan, mutlu bir yaşam süren Duran amcası, ne olmuş, nasıl olmuş da bu koca kentte somurtuk dahası kızgın bir kayaya dönüşmüştür?

Bir de kenti sarıp sarmalayan o güzelim ağaçları, ormanı her gün yok eden kimdir? O koca koca evleri birbiri ardınca yapanlar mı?

Ağaçların -dolayısıyla doğanın- dilini bilen Hayal için, Gül nine için, Selim için şehir, “üst üste binen sesleriyle zihinleri uyuşturan” bir yerdir. Ama kötülemez şehri kahramanlarımız; “başka türlü bir şeydir” onların istediği...

VAR OLMAK GEREK!

Berna Durmaz, Albert Camus’nün “Ağaç vardır, insan var olur.” yaklaşımıyla tanımladığı “var olmuş” kahramanları Hayal, Gül nine, Selim ve ötekiler aracılığıyla okurunu hayatın anlamı ve değeri üzerine yeniden düşünmeye ve tartışmaya çağırırken süsten uzak, yalın, Türkçenin tadını inceden duyumsatan lezzetli anlatımıyla da ilgiyle okunmayı hak ediyor.

Hele ki ülkemizin birçok yöresinde çoğumuzun neredeyse kanıksadığı, olağan saydığı yangınlar sürerken... Belki de daha fazla geç kalmayalım endişesiyle...

Ne zamandır kulak vermez, duymaz olduğumuz ağaçlarla yeniden buluşma, onların dilini yeniden öğrenme hevesiyle...

Ağaçlı Gül ve Hayal / Berna Durmaz / Günışığı Kitaplığı - Köprü Kitaplar / 108 s. / 10+ / 2021.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon