Adını aramak!

Toplumsal ve tarihsel konulardaki özgün kitaplarıyla dikkat çeken Serra Menekay ile yeni çıkan çocuk romanı Adını Arayan Çocuk - İkinci Kitap’ı konuştuk. Serinin ilk kitabında, beş duyumuzu simgeleyen “Bilen Çocuklar”, “Yüreğiyle Bilen Çocuk”un sayesinde bir araya gelip, sanatın gücüyle kötülüğün önünde cesaretle dururken, ikinci kitapta ise “Bilen Çocuk”lara “Bulan Çocuk”lar eşlik ediyor. İyilikle kötülüğün savaşında bu kez bilim başrolde.

Adını aramak!
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 18.02.2021 - 00:30

Fotoğraflar: VEDAT ÖNCEL

- Geçen ay dokuzuncu kitabınız olan Adını Arayan Çocuk - İkinci Kitap okuyucuyla buluştu. Sizi çocuk kitabı yazarlığına yönelten ne oldu?


Aynı odada birbirleriyle cep telefonları üzerinden yazışarak iletişim kuran çocukları gözlemlediğimde “Adını Arayan Çocuk”u yazmaya karar verdim. Cep telefonlarından, tabletlerden yayılan uyuşukluk virüsü nedeniyle birbirlerine iyilik yapmayı unutan insanoğlu yüzünden doğal yaşamın tehlikeye girmesiyle başlıyordu ilk kitap.


Beş duyumuzu simgeleyen Bilen Çocuk’lar, Yüreğiyle Bilen Çocuk’un sayesinde bir araya geliyorlar ve iyilikle kötülüğün bitmeyen savaşında, kötülüğün karşısında cesaretle duruyorlardı. Kadim geleneğin erdemlerini biliyor ve uyguluyorlardı.


Sihirli bir kitaptaki bilmeceleri çözerek ilerledikleri macerada üzerlerine düşeni yaparak adlarını buluyorlar ve kendilerini gerçekleştiriyorlardı. Herkes adını buldukça hayat ağacının dalları çiçekleniyor, yaşam anlamlanıyordu. Kitabın sonunda Bilen Çocuk’lar dünyayı sanatla iyileştiriyorlardı.


Hem çocuklar hem anne babalar çok sevdi Adını Arayan Çocuk’u. Çünkü doğayı, çevreyi, sevgiyi ve iyiliği koruma erdemi bizim kök inancımızda var. Bu erdemlerin evrensel değerini daha iyi anladığımız zamanlardayız. Bu nedenle olsa gerek, ikinci kitabı yazmamı okurlar istedi.


İYİLİKLE KÖTÜLÜĞÜN SAVAŞI


- İkinci kitapta okurları neler bekliyor?


İkinci macerada Bilen Çocuk’lara Bulan Çocuk’lar eşlik ediyor. İyilikle kötülüğün savaşında bu kez bilim başrolde. Kötülerin elindeki silah yapay gıdaların içine yerleştirdikleri ve kadınları görünmez kılan bir zehir. Gezegendeki kadınlar birden bire yok olunca onlarla beraber sevgi, şefkat ve aşk da yok oluyor. Kötülük, nefret ve kin baskın hale geliyor.


İyilikle kötülüğün kavgasında tüm iyilik varlıklarıyla beraber çocuklar bilimin aydınlattığı yoldan ilerleyerek kadınları, iyiliği ve gezegeni kurtarmaya, hayat ağacını iyileştirmeye çalışıyorlar. Bu kitapta da çözülmesi gereken bilmeceler var, hatta ilk kitaptaki bilmecelerle aynı. Adım adım çözüyor çocuklar, okurlarla birlikte.


Pandemide hekim olarak aktif çalışırken yazdım bu kitabı, yazarken çok keyif aldım. Çocuklar kadar yetişkinlerin de bu kitapları keyifle okuyacağını düşünüyorum.



‘GAYELİ YAZIYORUM!’


- Çocuk kitaplarınız dışında çok önemli tarihi romanlarınız var. Öte yandan Biyokimya uzmanı bir tıp doktorusunuz. Yazarlık hikayeniz nasıl başladı?


Galiba yazmak da benim adımı bulma ve kendimi gerçekleştirme çabam. Ayrıca hekimlikle yazarlık birbirini besliyor. Tıpkı bir kuşun iki kanatla uçması gibi. Sanatla bilim, sağ beyinle sol beyin, yürekle akıl bir arada çalışmalı.

Tarihi romanlarımla geçmişi dillendirip şifalandırdığımı düşünüyorum. O yüzden yazacağım dönemi ve konuyu özenle seçiyorum. Türk çocuğunun ecdadını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacağından hareketle, Mustafa Kemal’in dediği gibi “gayeli şeyler yazıyorum.”


Benim yazarlık maceram iki binli yılların başında Kırım’a gidip daha önce hiç görmediğim Fatma Halamı Kırım’da bulmamla başladı. Babamın ailesi 2. Dünya Savaşı sırasında birbirinden ayrı düşmüş. Dedem 1943’te eşi ve iki çocuğuyla Kırım’dan Almanya’ya kaçmak zorunda kalmış. Kırım’da kalanlarsa 1944’te parçalanarak Asya’nın içlerine sürülmüşler.


Kırım sürgününü yaşadığında henüz 15 yaşında olan Fatma Halam o günleri tüm ayrıntılarıyla anımsıyordu. Ural, Sibirya ve Özbekistan’a dağılıp sonra tekrar toplanan ailemizin ve Kırım Türklerinin son elli yılını birinci ağızdan dinleme fırsatı yakalamıştım. Bu benim için paha biçilmez bir olaydı.


‘ALUŞTA’DAN ESEN YELLER’


Önceleri merakımı gidermek için dinliyordum, sonra anlatılanları videoya almaya, daha sonraysa her fırsatta Kırım’a gitmeye ve tüm ailenin hikâyesini derlemeye başladım. Ben de onlara dedemin Almanya’ya kaçış ve Türkiye’ye geliş hikâyesini anlattığımda yarım asır sonra tıpkı ailemiz gibi aile hikâyemiz de birleşmiş oldu.


İlk romanım “Aluşta’dan Esen Yeller” kendi ailemin hikâyesiydi ve 1944 Kırım sürgününü konu alıyordu. Türk edebiyatında hiç işlenmemiş, içinde savaşın, sürgünün, vatan hasretinin alev alev yandığı bu inanılmaz hikâye mutlaka roman olmalıydı.


İstifa ederek hekimliğe 3 yıl ara vermem ve bir süre Kırım’da yaşamam gerekti ama sonunda elimde ilk romanımla döndüm. İlk başvurduğum yayınevinden basıldı ve çok ilgi gördü.



KUŞBAKIŞI, İĞNE OYASI, ŞEFİKA…


- Diğer tarihi romanlarınızın gayesinden söz eder misiniz?


“Kuşbakışı” kumpas davalarıyla Türk Ordusunun yıpratıldığı yakın tarihi konu alıyor. Üçüncü kitabım “İğne Oyası” ise bir 12 Eylül romanı. Her iki kitapta da ön planda okuru sürükleyen kurgu bir hikâye var. Geri planda bütünüyle gerçekleri yansıtan tarihi olaylar, siyasi ve sosyal düzlem aktarılıyor. İkisi de tarihi perspektiften büyük resmi görmek isteyenlere geniş bir bakış açısı sunmak gayesiyle yazıldı.


Ardından Şefika Gaspıralı’nın biyografik romanını yazdım. Çünkü 1917 yılında kurulan Kırım Cumhuriyetinde milletvekili ve meclis başkan vekili seçilmiş eğitimci, editör, yazar, aydın bir hanımefendi olan Şefika Hanım ülkemizde bilinmiyordu. Onun romanı “Şefika” da bir ilk oldu, yoğun ilgi gördü ve kırk günde üç baskı yaptı.


‘ŞEFİKA, SİYASİ VE AKADEMİK ALANDA DA SES GETİRDİ’


“Şefika”yı, Galeati Yayıncılığın büyük özverisiyle Kırım Cumhuriyetinin yüzüncü yıl dönümüne yetiştirdik. Ukrayna Parlamentosundaki yüzüncü yıl töreni için Kiev’e davet edildim. Şefika Hanım’ın milletvekili seçilişinden tam bir asır sonra, elimde onun romanıyla Kırım Tatar Milli Meclisindeydim. Sanki Şefika Hanımla el ele tutuşup yüz yıl öteye atlamış gibiydik.


Kiev’de ilgiyle ağırlandım. “Şefika”, halen Ukrayna’da Taras Shevchenko Üniversitesi Türkoloji Bölümünde okutuluyor. Taurida Üniversitesinde romanın yazım tekniği üzerine bir yüksek lisans tezi yapıldı. “Şefika” da tıpkı Şefika Hanım gibi öncü oldu, ardından Şefika hanım hakkında başka eserler basıldı, ne mutlu bana.



‘MİLLİ MÜCADELE YETERİNCE BİLİNMİYOR’


- Merkezinde Ödemiş’in olduğu iki kitabınız var. Ödemiş’i sizin için yazılır kılan nedir?


Ödemiş’te büyüdüm, halen İzmir’de yaşıyorum. Büyüdüğüm toprakların hikâyelerini yıllardır biriktiriyordum. Bu çabam iki kitaba dönüştü. İlki Ödemiş’i anlatan bir anı kitabı, İzmirim(Heyamola Yayınları) serisi içinde basıldı. İkincisiyse Ege’deki Kuvayı Milliye’yi anlatan “Kıvılcımdan Aleve”(Galeati Yayıncılık).

“Kıvılcımdan Aleve” bir roman değil, içinde kurgu karakterler yok. Zaten Kuvayı Milliye’yi roman tadında yazmak için kurgu karakterlere gerek yok. Yeterince bilmiyoruz o dönemi. Ben bu kitap için yirmi bin sayfadan fazla kitap okumuştum. Özellikle anı kitaplarını okudum, yerel kaynakları kullandım. Sonunda üç yüzden fazla atıf içeren bir kitap ortaya çıktı.


ÖDEMİŞ KUVAYİ MİLLİYE’NİN MERKEZİNDE


Ödemiş Kuvayı Milliye’nin merkezindedir. Büyüdüğüm toprakların hikâyesinde ülkemizin çimentosu olan Kuvayı Milliye ruhunu anlatmak istedim. Bağımsızlık için hiç çekinmeden kanlarını akıtan, canlarını veren ve bu güzel vatanı bize emanet eden atalarımızı anmak istedim.


Ege’nin Ayşelerini, Gördesli Makbule’yi, Doktor Mustafa Bengisu’yu, efeleri, çeteleri ve nicelerini herkes duysun, bu kahramanlar tarihin soğuk ve tozlu sayfaları arasındaki uykularından uyanıp vatansever gönüllerdeki sıcak yerlerine kavuşsunlar istedim. Bunu başarmış olmayı yürekten diliyorum.

Adını Arayan Çocuk - İkinci Kitap / Serra Menekay / Galeati Yayıncılık / 192 s. / 2021.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon