ABD'li genç yazarlardan öyküler
Richard Thomas, Dennis Widmyer ve Chuck Palahniuk’un yayına hazırladığı “Yanık Diller”de hayatla türlü dertleri bulunan genç isimlerin hikâyeleri yer alıyor.
Ayakta kalabilmek için…
Bugünü anlatan ve geleceğe uzanan hikâyelerin baş ağrıttığı ve keyifsizliğe kapı araladığı olur. Hele bunlar, gerçekliğin membaına çöküp okuru biraz olsun düşündürüyorsa daha etkili olur.
Durmuş gibiyken kendini güncelleyen gerçeklik döngüsü, yeni dünyaları gösterdiğinden biraz daha can sıkabilir, öte yandan anlık mutluluklarla bizi kandırıp sınayabilir. İşte o zaman kelimelerden, cümlelerden ve anlamdan nefret etmeye başlayabiliriz. Bu gidişat eli, dili ve ağzımızdan çıkacak her cümleyi yakacak bir güce erişir.
Yakası açılmadık acılar ve bir yerlerden tanıdık gelen mutluluklar başa çok iş açabilecek cümlelerde kendini gösterebilir. Bunun farkında olarak veya olmayarak kotarılmış öykülerde, hayatın kendisini veya en azından bilindik bir tarafını bulmak da mümkün. Richard Thomas, Dennis Widmyer ve Chuck Palahniuk’un yayına hazırladığı Yanık Diller’de böylesi pek çok öykü yer alıyor. Sevmeyle nefret etmenin, hoşlanmayla rahatsız olmanın sınırlarında gezinen hikâyeler onlar.
SARSAK ÖYKÜLER
Yanık Diller’i yayına hazırlayan komitenin başındaki Palahniuk, “gençler için ayna, yaşlılar için sanat” şeklinde nitelenebileceğini ima ettiği öykülerde, hemen herkesin dünü ve bugününden bazı parçalar bulabileceği görüşünde. Kitapta yer alan yazarların tümünün, hayatının bir bölümünde tam olmayı arzuladığı, çabucak hedefe ulaşma heyecanına kapıldığını söylüyor Palahniuk. Yayına hazırlama komitesi, bu heyecanı hem anlıyor hem de paylaşıyor.
Belki tam da bu anda, kitabın başlığındaki “yanık dil”i tanımlamak meseleyi biraz daha anlaşılır kılabilir. Palahniuk, yanık dil derken bozan, metni kişiye iki defa okutturan, klişelerin yüzeyselliğinden kaçınan ve bazen bile bile yanlış söyleyip okuru tetikte tutan bir ifade biçiminden bahsediyor. Widmyer ve Thomas’la birlikte kurduğu atölyeden yetişen genç yazarların kullandığı dil buradan bakarak değerlendirilmeli.
Metindeki duygunun okura hissettirilmesi buradaki temel amaç. Fakat bilindik yöntemlerle değil, belki biraz tersten dolanarak... Kitaptaki öykülerin hiçbiri tam değil, yani olmuş bitmiş hikâye ve yazarlardan söz etmiyoruz. Ancak kendi dilini kuran ve okura bir şey anlatmaya çabalayan metinler ve genç yazarlardan bahsediyoruz.
Yanık Diller’deki öykülerin beğenilip beğenilmemesi bıçak sırtı bir konu. O nedenle bunu bir kenara bırakalım. Meselenin teknik tarafına batığımızda dikkat çeken ilk şey, öykülerdeki sarsaklık. Bu, yanık dil kavramıyla koşutluk içinde; kullanılan dil, benimsenen üslup ve anlatım biçimleri, günümüzün hızlı akan hayatında yakalanıp kâğıda dökülenleri, kimi zaman da yarım kalan hesapları kapatma isteğini gündeme getiriyor.
Öykülerin pek çoğu, hayatta fazla anmak istemediğimiz ve halının altına süpürdüklerimiz etrafında geziniyor. Herhangi bir eziklikten öte dirençten söz etmek mümkün. Peki, bu direnç neye karşı gösteriliyor? En başta yaşamın tekdüzeliğine, mesela evlilik kurumunun yarattığı sahte aile tablosuna ya da intihara meyilli birine ilaç yazan doktora. Örneğin “Hangi okuldan mezunsun?” veya “Aslında nerelisin?” diye soranlar da o direncin kapsama alanına giriyor.
İnsanların berbat yanlarını görüp gösterebilen öyküler ise toptancı bir yaklaşımla karamsarlığın perdesini aralamaktan uzak duruyor. Bunun yerine, yazarlar yine o yanık dil aracılığıyla hayatı temize çekmeye, tasvir ettiği yamukluğu sistemin istediği şeklin dışına taşarak düzeltme derdinde. Başka bir deyişle didaktik değil, yine yaşamın kendisiyle yapmaya çabalıyorlar bunu. Kimi zaman da durumumuzu özetlemeye uğraşan “Hepimiz aslında ormanda dolaşan hindiyiz” gibi cümlelere rastlıyoruz. Aynı minvalde bir başka cümle de şu: “Hayatımın büyük bir kısmını başka biri gibi davranarak geçirdim. Bunu ilgi çekecek kadar iyi yapmıyordum sadece.”
Yirmi dört saat yayın yapan ve haberlerinin büyük bir bölümü yalan olmadan ayakta kalamayan televizyon kanallarının bulunduğu bir dünyada, yukarıda geçen belirleme, kendimizi kaptırdığımız rollere ve onları beceriksizce sergileyişimize dikkat çekmiyor mu? Böylece Yanık Diller’deki öykülerin gönderme yaptığı başka bir yer daha ortaya çıkıyor: Sahtelik.
“İSİMLERİMİZ BİZİ KAFESE KOYAR”
“Hayatın bir öyküden ibaret olduğunu” iddia eden kimi yazarlarla da karşılaşıyoruz kitapta. Zaman zaman yazılanın silinişi veya bir ömür boyu insanın peşinden gelen yaşanmışlıklar öykülerde kendisine yer buluyor. O anlarda Yanık Diller’deki hikâyelerin hayatla kesişen taraflarını görüyoruz. Bunlardan biri, edebiyat-okur ilişkisi: “Bu zamanlarda bir okur kitlesi yakalamak çok zor; bazen okurun sizi bulmasını sağlamak zorunda kalabiliyorsunuz.”
Diğer yanda, sürekli bir şeyler satın alıp duran “memnun” müşterileri gündeme getirenler de var. Kurulan bu düzeni, derin analizlere ihtiyaç duymadan değerlendiren bazı yazarlar, hem kendi hayatlarından yansıyanlarla hem de kurgu eliyle kimi eleştirilere girişirken dünyanın dört bir yanındaki köleleşmiş bedenlere selam gönderiyor: “Her daim bir şeyler satın almakla meşgul bazı insanlar, onlara hizmet eden kasadaki bedenlerin hiç farkında değil.”
Kitapta sadece toplumsal konular yok. Metinlerde insanın en temel ihtiyaçları, duyguları, yanlış anlamaları ve acılarıyla beraber tortuları da yer alıyor. Hayatı anlatırken ateşin, insanın canını hangi aşamalarda daha çok yaktığına değinen satırlarla da karşılaşıyoruz.
İnsanı kısıtlayan şeyleri gündeme getiren yazarlarla da yüzleşiyoruz kitapta. Örneğin kişinin ismi: “İsminiz, başka birinin sizin aslında nasıl bir insan olmanız gerektiği hayalini taşır. Ata idealinin resmi, aile yadigârı isimler yoluyla yaşatılır. Cinsiyete özgü isimler her türlü beklentiyi gösterebilir. Çağırmak, talimat vermek, hitap etmek, suçlamak ve arada sırada övmek için kullanılan gösterilenin ötesinde isimlerimiz, bizi tanımlar ve bu sebeple kısıtlar. Bizi kafese koyar.”
Yanık Diller’deki öykülerin bir bölümü evrensel kimi temalarla ilerlerken bazıları ise ABD’nin kültürel ikliminden izler taşıyor. Anlatılan kentler, kasabalar ve ilişkiler bütünü adı geçen iklimin göstergeleri. Fakat ne olursa olsun kitaptakiler, ya birbirini tanıyan ya da birbirine yabancıların veya iki kardeşin merkezde olduğu insan ilişkilerinin öyküleşmiş biçimi.
O öykü kahramanlarından birinin dillendirdiği “Birilerimiz sonsuza kadar yaşamak için dünyaya geldik” sözleri hayli manidar. Bunu bir başka öyküdeki zombi göndermesiyle pekâlâ birlikte değerlendirebiliriz.
Yanık Diller’deki çaylak öykücülerin hayatla türlü dertleri olduğu çok açık. Bunu zaman zaman yaşamın arka sokaklarının kiri pası içinden kimi zaman da fantastik kurgularla oluşturdukları metinlerden anlıyoruz. Mevcut dertlenme, bazı anlarda bir yaraya bazılarında ise bir isyana evriliyor.
Hangi şekilde olursa olsun, hikâyelerin tümünde yazarların okurlara anlatmak istediği bir şey, söylemeye çabaladığı bir söz var. Bunun başındaysa kurulu düzene bir karşı çıkış ve hayatın her yönüyle yaşanmaya değer olduğu yer alıyor. Bu eylem kesintilere uğrasa veya engellenmeye çalışılsa da bir biçimde ayakta kalmayı öğütlüyor alttan alta.
Yanık Diller/ Yayına Hazırlayan: Richard Thomas, Dennis Widmyer, Chuck Palahniuk/ Çeviren: Sinem Çetmilioğlu/ Ayrıntı Yayınları/ 320 s.
En Çok Okunan Haberler
- 9 sayfalık not bırakmışlar
- İki ünlü markanın balları sahte çıktı!
- 'Üs bölgesi' kamera görüntüleri ortaya çıktı
- Atatürk 'sticker'ına basan kişiyi uçarak dövdü
- 'Sessiz katil' konusunda önemli uyarılar
- Yazarımız Meydan'dan, Acemoğlu'na 'Atatürk' yanıtı
- İzmir’de 13 yaşındaki çocuk AIDS nedeniyle öldü
- Mansur Yavaş'tan ilk açıklama!
- 'Alnı secdeye düşenlerin iktidarında...'
- Bahçeli'nin videosu neye işaret ediyor?