97’inci yaşında Turhan Selçuk’un anısına saygıyla...

Doğumunun 97’inci yılında usta karikatürcü, yazar Turhan Selçuk’un anısı bir retrospektif sergiyle taçlanıyor. Selçuk’un 400’ü aşkın seçme orijinal eserinin sunulduğu Turhan Selçuk Retrospektif Sergisi, 9 Ağustos’a dek Yapı Kredi Kültür Sanat’ta ziyarete açık. Odağında efsane tiplemesi Abdülcanbaz’ın yer aldığı, sanat yaşamının 1940’lardan 2000’lere dek en önemli dönemleriyle sunulduğu retrospektif sergi ve katalog boyutundaki sergi kitabı Selçuk’un veriminin olduğu kadar ülkesinin yakın tarihinin de bir yansıması niteliğinde. Serginin tasarımcısı Yeşim Demir Pröhl, Koordinatörü Veysel Uğurlu, Danışmanları Behiç Ak ve Semih Poroy.

97’inci yaşında Turhan Selçuk’un anısına saygıyla...
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 29.07.2019 - 22:31

11 Mart 2010’da yaşama veda eden usta karikatürcü ve yazar Turhan Selçuk, Milas’ta, 30 Temmuz 1922’de dünyaya geldi. Bugün doğumunun 97’inci yılı. Anısının onurlandırıldığı ve Yapı Kredi Kültür Sanat’ın ev sahipliğinde Galatasaray’da açılan “Turhan Selçuk Retrospektif Sergisi” de 9 Ağustos’a dek ziyarete açık. Sergi ve yayımlanan katalog boyutundaki sergi kitabında, Turhan Selçuk’un sanat yaşamı 1940’lardan 2000’lere dek en önemli dönemleriyle sunuluyor. Yaratısının izi sürülüyor, çizgilerinin ardında yatan izlenimci gücü irdeleniyor. 

Odağında efsane tiplemesi Abdülcanbaz’ın yer aldığı sergide; 400’ü aşkın orijinal eserinin yanı sıra, karikatür ve mizah dergileri, Abdülcanbaz kitapları ve afişleri, kapak resimlerini çizdiği kitaplar gibi sunulan koleksiyon parçaları sanatının koşut ilerlediği ülkenin yakın tarihinin de bir yansıması niteliğinde.
Beyin takımı başlıca dört isimden oluşan serginin tasarımcısı Yeşim Demir Pröhl, koordinatörü Veysel Uğurlu, danışmanları da karikatürist Behiç Ak ve Semih Poroy.

GRAFİK MİZAHIN BABASIYDI

Turhan Selçuk’un ilk karikatürü, Adana Erkek Lisesi’nde okuduğu dönemde, 23 Ocak 1941’de Türk Sözü Gazetesi’nde yayımlandı. O günlerde Adana’nın çok şikâyet edilen çamurlu bir yolunu çizmişti. Arkadaşlarının bunu belediyenin dikkatini çekmek için kullanmayı önermeleri üzerine Türk Sözü Gazetesinin başındaki, Halk Partili Ferit Yala Güven’e götürdü. Güven karikatürü beğenip yayınlamakla kalmadı, karşısındaki gence “Devam et, kabiliyetin var” da dedi.

Çizmeyi bırakmaya zaten hiç niyeti yoktu. Devam etti. Hem de ne etmek! Karikatürleri Türk Sözü, Kırmızı Beyaz, Şut, Şaka dergilerinde yayınlandı. 1948’de Tasvir, Şaka, Akbaba ve Aydede gazete ve dergilerinin kadrolarında yer aldı. 1949’da ise Yeni İstanbul gazetesinde başkarikatürcüydü. Bu dönemde karikatür üzerine yazılar yazmaya başladı.

Dünya karikatür tarihini ana çizgileriyle tanıttığı yazılarında ilk kez grafik mizah deyimini kullandı. 1953’e kadar yoğun şekilde Batı Karikatürünü araştırdı, yazdı. 1950’lerde yazısız karikatürleri, geometrik estetiğiyle farklı bir karikatür anlayışının öncüsü oldu. Artık çizgide her boyutun üstadıydı. 1950’den sonra kardeşi İlhan Selçuk’la birlikte 41 Buçuk, Dolmuş, Karikatür adlı mizah dergilerini çıkardı.

O Kİ ABDÜLCANBAZ’DI!

1954’te Milliyet’te günlük karikatürlerine başladı ve o yıl ilk karikatür albümünü çıkardı. Alameti farikası olacak tiplemesi Abdülcanbaz’ı ilk kez 1 Mayıs 1957’de, Milliyet’te çizmeye başladı.
“Halkını seven her dürüst ve namuslu kişide az çok Abdülcanbaz’lık vardır” diye tanımladığı Abdülcanbaz ile Türk Karikatür Tarihi’nde, çizgileriyle zihni sinir memleket hallerinde ezilenlere devrimci bir selam ve yoldaş oldu.

O ki Abdülcanbaz’dı! Namussuzlara Osmanlı tokadını her boyutta ve uzamda hepimiz adına aşketti!

“Abdülcanbaz’ın Maceraları”, 1972-73 arasında on iki, 1980-81 arasında yirmi üç, 1999-01 arasında yirmi albüm olarak yayımlandı.

1973’te Dostlar Tiyatrosu; 1994, 1999, 2002’de İstanbul, Antalya, Ankara ve Adana Devlet Tiyatroları’nca sahneye de uyarlanan Abdülcanbaz’ın bir deseni 1991’de PTT tarafından pul olarak basıldı.
1960’larda İtalyan mizah dergisi Il Travaso’nun kadrosuna giren Turhan Selçuk, 1961’de haftalık politika dergisi Yön’de çizmeye başladı. 1962’de “Turhan 62”yi, 1964’te “Hiyeroglif”i, 1969’da “Hal ve Gidiş”i, 1979’da ansiklopedik albümü “Söz Çizginin”i yayımladı.

Semih Balcıoğlu ve Ferit Öngören ile beraber 1969’da Karikatürcüler Derneği'ni kurdu. Aynı yıl Yeni İstanbul ve Akşam’da, 1970’de haftalık Devrim gazetesinde, 1972’de Cumhuriyet gazetesinde çizdi. 1980’de yeniden Milliyet’te, 2001’den sonra da Cumhuriyet’te hem politik karikatürlerini hem de Abdülcanbaz’ın maceralarını çizmeyi sürdürdü.

TOPLAM 20 SERGİ AÇTI

İlk sergisini İstanbul’da Şehir Galerisi’nde 1951’de açan Turhan Selçuk, yurtiçi ve dışında toplam 20 sergi açtı.

Yurtiçinde ve yurtdışında pek çok ödüle değer görülen usta karikatürcü, ilk ödülünü TGC’nin Gazetecilik Başarı Armağanı Yarışması’nda Karikatür Dalı’nda birinci olarak kazandı.

İtalya’da 1956’da aldığı Bordighera Altın Palmiye Ödülü ise bir Türk karikatürcünün yurtdışında aldığı ilk ödül olarak tarihe geçti.

1992’de 50. sanat yılını bir sergiyle kutlanan Turhan Selçuk’un 1993-97 arasında “İnsan Hakları” adlı sergisi, dünyanın en önemli kentlerini gezdi,

2005’te en önemli yapıtlarından bir seçki çeşitli Alman kentlerini dolaştı. Mizah kültürü dergisi Güldiken, 1994’te “Turhan Selçuk Özel Sayısı” ile bu özel sayının İngilizcesi “The World of Turhan Selçuk”u yayımladı.

UYGAR BİR TÜRKİYE DÜŞÜYLE ZAMANI PARÇALADI!

Bir söyleşisinde yıllar sonra tekrar dünyaya gelse nasıl bir Türkiye görmek istediğini şu ifadelerle anlatmıştır: “Toplum olarak daha uygar insanlar görmek isterdim. Yasalara saygılı, gecekondusuz, doğru dürüst yürünecek kaldırımları olan, uygar bir Türkiye görmek istiyorum.”

Her yıl kazanan karikatürlerin Milas’taki Turhan Selçuk Karikatürlü Evi’nde sergilendiği; Uluslararası Turhan Selçuk Karikatür Yarışması’nda da anısı onurlandırılan usta, 97’inci yaşında da evrensel çizgileriyle yerli ve yabancı pek çok çizere ilham olmaya devam ediyor.

 

İlhan Selçuk’un deyişiyle “Turhan’da zaman korkusu kalmadı... Zaman, artık Turhan’a çalışıyor.”

Yaşar Kemal’in deyişiyle “Yüzyılımızın olağanüstü bir macerasıdır. (...) Çehov’da olduğu gibi Turhan’da da insanlık ağlarken gülendir.”

Murat Yalçın’ın nitelemesiyle de Aydınlanmanın sanatı dediği karikatürde, “Siyahla beyazı, inançla bilimi, kadınla erkeği, ilkelle gelişmişi, zenginle yoksulu, iyilikle kötülüğü, yuvarlakla düzü, yumuşakla serti, alaturkayla alafrangayı” zamanı ve uzamı parçalayan bir güncellikle çizmiştir.

O zaman şu seslenişle sonlanmalı giriş yazısı: ZAMANIN BÜTÜN ÇİZGİLERİ; EĞİLİN!

SERGİNİN BEYİN TAKIMI

Bu haberi yayıma hazırlarken ilk olarak, Turhan Selçuk Retrospektif Sergisi’nin Tasarımcısı Yeşim Demir Pröhl ile Koordinatörü ve Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık Genel Müdür Yardımcısı Veysel Uğurlu’yla konuştuk.

Serginin beyin takımının bu iki üyesinden de Turhan Selçuk’un çizgi kariyerinin, insana, yaşama ve siyasaya bakışının yansıtılmasında nasıl bir yol izlendiğini, ustanın dolu dolu kariyerinin tasarımda nasıl bütünlendiğini, sınırsız hayalgücü, zamanlararası çizgileri ve ortaya koyduğu üst düzey verimin nasıl ortaya konulduğunu anlatmalarını rica ettik.

PRÖHL: “TÜM KATMANLAR BÜTÜNSELLİKLE SERGİLENDİ”

SERGİNİN TASARIMCISI YEŞİM DEMİR PRÖHL:
“Retrospektif bir serginin tasarımı aslında yoğunlaşmış bir zamanı tanımlar. Evvela bu zamanı kat eden tüm tabakaları bulmak, görünür bir akışta ilerlemeleri için bilgiyi organize etmek gerekir. Biz de buna gayret ettik.
Tasarım ilk karar ile şekillenen bir süreç. Temel kararımız eserlerin orijinallerinin sergilenmesiydi. Bunun nedeni çini mürekkebi ile yapılmış orijinallerinin taşıdığı bellek duygusunu korumak, geçici bir sergi de olsa kalıcı bir sergileme gibi zamanları aşan bir karşılaşmaya olanak sağlamak ve çoğu matbu olarak hayata geçen eserlerin üzerlerinde sanatçının notları ile geçirdikleri süreci de paylaşmayı önemsememizdi.

Binlerce eseri istesek etkileşimli ekranlar veya monitörlerde gösterebilirdik, ancak serginin arşivsel niteliğinin korunması izleyicinin inceleme süresinin apaçık bırakılması bu muazzam bir külliyatın, söz ettiğiniz üst düzey verimin, yaratıcılığın, heyecanın ve titizliğin ortaya konması için bana göre elzemdi. Seksen, yüz sayfayı bulan numaralandırılmış, müthiş bir hassasiyetle çizilmiş tefrikaları, bu tefrikaların her kutucuğunda ilerleyen detayları takip ettiğinizde hayran olmamak elde değil.

Sanatçının dönemlerinin daha iyi izlenmesi için sergi on yıllık dönemlere ayrıldı. Bu dönemler sergiyi alt kattan üst kata bir kurdele gibi sarmasını, karşılamaları ve davetleri kurguladım. Bu yolla biyografi duvarının karşısındaki velespitli Abdülcanbaz’ın peşine takılabilir, yine onunla üst kata 80’li ve sonrası yıllara, Hababam Sınıfı, Çocuklar İnsandır ve kitap kapakları bölümlerine ulaşabilirsiniz.

Büyük ve küçük ölçekli keşifleri önemsedim. İzleyiciyi kendi alanlarında karşılayan büyük figürler veya küçücük bir deniz kızı ile şekillenen zarf açacağı, serginin karşılayıcı görseli otoportresinin duvara doğrudan boyanarak yapılması, büyük vitrinlerdeki tefrikalar, Gözlüklü Sami’nin Abdülcanbaz’ın tam karşısında yer alması gibi...

Selçuk’un üretiminde kullandığı nesnelerinden bir seçkiye ve masasına da yer verildi. Eşyalar tuhaf bir hüzün barındırıyorlar bu hüznün içindeki yalınlığı ve güzelliği de olduğu gibi sergilendi. Akslar, duraklar, esler, mêkan içindeki akış, orta holde yer alan Abdülcanbaz seçkisinin kendi içindeki haberleşmesi ile sanatçının kariyerindeki tüm katmanları bütünsel olarak izleyebileceğimiz bir yapı oluşturuldu.

Sergi koordinatörü Veysel Uğurlu uzun süren yoğun bir çalışma sonucu binlerce eser arasından, sanatçının aile arşivinden ve Osman Uslu koleksiyonundan bir seçki oluşturmuştu. Danışmanlarımız Behiç Ak ve Semih Poroy’un katkılarıyla mükerrerlikten kaçınarak on yıllık dilimlerde değinen tüm odaklara yer veren 400 eseri aşkın bir seçki yapıldı.

Turhan Selçuk’un özenini ve yalınlığını yansıtmayı hedefledim hatta sergideki başlıklandırma yapısı, sanatçıya ait konuşma balonları çizgileri içine editörümüz Murat Yalçın ve danışmanlarımızın hazırladığı metinleri yerleştirerek oluşturuldu. Bu metinler arasında Turhan Selçuk’un ifadeleri de yer alıyor, bu sayede kendi yorumları da işe katıldı.

Sanatçının kızı Aslı Selçuk’un cömert katkıları sayesinde sanatçının öz geçmişinden kendi yaptığı satranç takımına kadar sanatçının üretim yolculuğuna kronolojik olarak tanıklık etmemiz sağlandı.
Turhan Selçuk’un eserlerinde çizgileşmiş yüzlerce fikir adeta yaşamı sıkı sıkı tutuyor. Zamanın ruhu değişse de karşıtlıkların, ilişkilerin, çıkmazların temelde hep aynı kaldığını ve belki de hiç değişmediğini bize gösteriyor. Bir tür yüzleşme sağlıyor. Seçkiyi tamamladıktan sonra bunu fark etmek de ilginçti.

1940’lardan 2000’lere kadar çok katmanlı bir üretimin içinden seçilmiş yetmiş yıllık bir külliyattan söz ediyoruz. Yetmiş yıl boyunca hemen her gün ve evrenselleşecek bir kavrayışla toplumsal konulara odaklanmak, bunu Türk karikatüründe modernleşmenin öncüsü bir üsluba dönüştürmek, aynı anda çok zengin ve çok sade olabilen; sözsüz ama çok şey söyleyen bir yapı kurmak; öte yandan zıtlıkları, aşkları ve maceralarıyla Abdülcanbaz dünyasını yaratmak, bu dünyadaki dili, dialogları, kostümleri, koreografiyi, türlü türlü aygıtları bir mucit özeni ile çizmek muazzam bir üretim. Turhan Selçuk’un sabır ve özenle bezenmiş yaratıcılığının hızla akan dijital çağımızda bir sergiye dönüşmesi, genç neslin onu tüm yönleri ile tanıması gerekiyordu. Bunu başardığımızı düşünüyorum.”

UĞURLU: “6 BİNE YAKIN ESER İNCELENDİ”

SERGİNİN KOORDİNATÖRÜ VEYSEL UĞURLU: “Uzun zamandır bu sergiyi yapmayı düşünüyorduk. Serginin retrospektif olmasına, sergide yer alacak eserlerin orijinal olmasına, sergide sadece sanatçının fotoğrafına ve eserlerine yer vermeye özen gösterdik. Araştırmalarımız sonucunda Behiç Ak ve Semih Poroy’un danışman olmasına karar verdik. Tasarımını Yeşim Demir’in yapması konusunda anlaştık.

Koleksiyonerler ve aile içinde yaptığımız araştırmalarda 6 bine yakın eser olduğunu fark ettik. Bu sayı bizi açıkçası bizi biraz korkuttu. 6 bin eserden seçim yapmak zor bir süreçti. Bunda Turhan Selçuk’un işlerinin çok kaliteli olması önemli bir nedendi. Yaptığımız çalışmalar sonucunda öncelikle eser sayısını 1500’e indirdik. En sonunda 450 eserle sergiyi açtık. Tüm bu süreç yaklaşık 4 ay sürdü.
Turhan Selçuk gibi büyük bir ustanın retrospektif sergisini yapmak hepimiz için zordu, tüm süreç boyunca onun gibi büyük bir ustanın eserlerinin doğru bir şekilde yansıtmanın sorumluluğunu omuzlarımızda hissettik.

Retrospektifi 10’lu yıllara bölerken siyasi, insani, Atatürk, insan hakları, silahlanma, uzay, petrol, ekonomi gibi konuların düşündürücü, esprili ve zamansız oluşlarını her 10 yıl içinde birbirini tamamlayacak şekilde benzer konuları yan yana getirerek sergiledik.
Bütün bu araştırma sonunda özellikle beni en çok şaşırtan şeylerden biri de Turhan Selçuk’un uluslararası, siyasi, seçim, eğitim, kadın, zenginlik, fakirlik, savaş, nükleer başlık, gibi temalarla yaptığı eserlerin halen inanılmaz bir biçimde güncelliğini koruyor olmasıydı.
Bu sergi öncelikle büyük bir çoğunluk tarafından tasarımıyla, kurgusuyla ve sergileme sistemiyle çok beğenildi. Sergiyi ziyaret edenlerin büyük çoğunluğu Turhan Selçuk’un karikatürlerini ve Abdülcanbaz çizimlerini ilk defa bu kadar büyük bir sayıda bir arada gördüklerini, serginin tasarımını ve Turhan Selçuk’a gösterilen özeni çok beğendiğini belirtti. Belli bir yaş grubunda birçok insan geçmişteki önemli bir dostla karşılaşmanın keyfini yakaladığını belirtti.
Turhan Selçuk bu sergiden önce de benim için bir efsaneydi. Onun bu kadar çok eser üretmiş olması, müthiş bir zekayla yaratıcılığını ön plana çıkarma biçimi, toplumun hassas olduğu konuları sürekli gündemde tutması beni çok etkiledi.

Turhan Selçuk’un karikatürlerindeki çizgi sadeliği, eserlerindeki desen ustalığı ve hayal gücüyle ön plana çıkan nadir ustalardan en önemlisiydi. Özellikle yurt dışında Abdülcanbaz serisi tarzında çizgi romanlar kalabalık bir ekiple yapılır. Turhan Selçuk’un Abdülcanbaz çizimlerinde ise konu, yaratım, çizim süreci büyük bir ustalıkla tek başına kendisi tarafından yapılmıştır. Hatta Abdülcanbaz’ın bazı albümleri zamansız, mekânsız, soyut kavramlar içermektedir. Bu son derece şaşırtıcı ve zamansızdır.”

DANIŞMANLAR; BEHİÇ AK VE SEMİH POROY

Turhan Selçuk Retrospektif Sergisi’nin beyin takımının diğer iki üyesi ise danışmanlığı üstlenen tanınmış karikatürcüler Behiç Ak ve Semih Poroy. Kendilerinden, Turhan Selçuk’la ilk tanışmalarını, çizgi yoldaşlıklarını, Selçuk’un kariyerinin gelişiminde çizgisini olgunlaştıran, evrenselleştiren nirengi noktalarını, çizgileriyle dönemler ve zamanlararası değişmeyen öngörüleriyle verdiği/vermeye devam ettiği mesajları yorumlamalarını rica ettik.

AK: “ABDÜLCANBAZ’IN TA KENDİSİYDİ!”

SERGİNİN DANIŞMANI BEHİÇ AK: “Turhan Selçuk’la tabii ki ilk kez tanışmam gazete sayfalarında oldu. Çizgisever bir bir genç olarak, Turhan’ın çizgileri bende hep hayranlık uyandırmıştır. Özellikle, son derece yumuşak çizgilerle, sert çizgileri bir arada kullanmasının oluşturduğu “meydan okuma” ilgimi çekmişti.

Çizgi üzerine düşünmesi, Anonimliğe yaklaştıkça kendini var eden karikatür sanatını, anonimden kişiselliğe doğru bükmesi olağanüstüydü. Özellikle Rıfat Ilgaz’ın “Hababam sınıfı” resimleri beni çok etkilemişti. Son derece kişisel, aykırı duran çizgilerin, sanki yüzlerce yıldır söylenen bir halk türküsü gibi içimize işlemesi, şaşırtıcıydı.

Tabii daha sonraki yıllarda, Abdülcanbaz, resimli romanı da aynı etkiyi yarattı. Zevkle ve severek izlediğim bir resimli romandı. Yıllar sonra artık ben de karikatür çizerken Turhan’la tanışmam benim için bir sürpriz değildi. Daha önceden çok iyi tanıdığım birisiyle karşılaşmış gibi hissetmiştim kendimi. O da bir Abdülcanbazdı ya da Abdülcanbaz’ın ta kendisiydi.

Dürüst, kararlı, sağa sola yalpalamayan, ne yapmak istediğini bilen bir kişilik...

Aslında ona imrendiğimi itiraf etmeliyim. Turhan’ın kuşağı, ne yaptığını bilen, hedefleri belli, sorunları çok fazla özelleşmemiş bir kuşaktı. Bizim kuşaklardan elbette farklıydı.

Bizler, bireysel sorgulamaların, toplumsal sorunlardan ayrılmadığı bir kuşağın insanlarıydık. Toplumu bireyi sorgulamadan ele almamız olanaksızdı. Sadece gelecekten beklenen umutların değil, aynı zamanda ‘sadece anı yaşamak gerekir’ mottosunun distopyaya dönüşümünü yaşıyorduk.

Bireyin davranışlarını eleştirmeden toplumsal ideolojilerin var olamayacağı gerçeğini (ya da tam tersini) burnumuz sürtülerek yaşamıştık. Başka bir okyanusun içindeydik. Kadın erkek ilişkilerini, çocuklar arasındaki ilişkileri, eğitim, anne ve çocuk ilişkilerini, çevresel sorunları, iletişim sorunlarını, Amerika ve Rusya arasındaki ilişkilerden bile daha önemli görüyorduk.
‘Gündelik hayat’ adlı Pandora’nın Kutusu açılmıştı. Kirli çamaşırlar ortalığa dağılmıştı. Onları sorunsallaştırmadan, eleştirmeden, tartışma konusu haline getirmeden, toplumsal eleştirisini yapmadan, varolamazdık. Toplumsal söylemler geliştiremezdik.

Kuşkusuz 1950’lerin dünyayla bütünleşme çabası, sanatçının devletten ve kurumlardan özerkleşmesi, Turhan Selçuk’un sanat hayatını yönlendirmişti. Sanatında olduğu gibi politik düşüncelerinde de meydan okuyan bir mizahçı karakteri sergilemişti. Turhan, her dönemde, politik baskılardan yılmayan, insan haklarını, eşitliği, adaleti savunmaktan vazgeçmeyen, cumhuriyetçi, laik çizgisiyle baskıcı otoritelerin karşısında duran, yol gösterici aydın kimliğini sürdürmüştü.

Sorumlu ve özgür bir sanatçı olmanın çelişkili gibi görünen birlikteliğini ya da toplumcu ve kişisel olmanın şaşırtıcı beraberliğini gerçekleştirebilmiş olması hayranlık uyandırıcıydı. Hem Türkiyeli hem Dünyalı olabilme imkanını tanıyan çizgisiyle, kendine ait tarzıyla sadece ülkemizde değil Dünya sanat tarihinde de özgün bir yer edinmişti.

Sanatçının bağımsızlığı fikrini, toplumcu bakış açısıyla birleştirmiş, dünyada olan bitenlerden kendini sorumlu hissetmişti. Turhan Selçuk, kendi özel hayatında da son derece sade ve yalındı. Özenti yanları neredeyse hiç yoktu. Kişisel duruşuyla toplumsal duruşu arasında bir kırılma yaşamadığı çok belliydi. Ne çiziyorsa onu savunuyor, ya da savundukları gibi çiziyordu ve ona uygun yaşıyordu.

Yazısız karikatür üstadıydı şüphesiz. Elbette güncelliğin karmaşıklığı ona her zaman sadece çizgiyle ifade edilebilecek konuları sunmuyordu. Gazete sayfalarında grafik endişesini kaybetmeden, yazıyı da çizginin içine grafik bir öğe olarak katarak, yazılı karikatürler de çiziyordu. Ama ustalığı şüphesiz yazı olmayan karikatürlerindeydi.

Bir dönem Karikatürcüler Derneği Başkanlığı yaptım. Daha sonra ise, 12 Eylül rejiminin yıktığı “Karikatür Müzesini yeniden oluşturma” görevini üstlendim. Saraçhane de Şehir Müzesi olarak kullanılan Gazanfer Ağa Medresesini karikatür müzesine dönüştürmek için çalıştım. Tabii ki Turhan Selçuk Karikatür Müzesinin kurucularından olduğu için bu konuda çok yardımcı oldu. Bize fikirleriyle yol açtı.

Açık oturumlarda sergi açılışlarında ve panellerde konuşmacı olarak zaman zaman bir araya geldik, her zaman mütevazi, duruşundan ödün vermeyen, gereksiz polemiklere girmeyen saygıdeğer bir kişilik sergilediğini hatırlıyorum.

Yıllar sonra, kızı Aslı Selçuk’un ve sergi koordinatörü Veysel Uğurlu’nun Turhan Selçuk sergisi için danışmanlık teklifini düşünmeden kabul ettim. Aynı teklif Semih Poroy’a da götürülmüştü. O da hemen kabul etmişti. Doğrusu, teklifi kabul etmemdeki en büyük etmen, “Turhan Selçuk” için “kişisel bir müzenin” ilk nüvesi olabilecek adımı atabilmekti.

Biz konuyu gündeme bile getirmeden Veysel Bey’in tamamen orijinallerden oluşacak bir sergi açmayı teklif etmesi zaten serginin “müze”nin ipuçlarını taşıyacağını gösteriyordu. Ne yazık ki, ülkemiz kişisel müze açmak ve sürdürmek konusunda çok güçlü bir geleneğe sahip değildi. Yine de bu zenginliğin ihtişamını göstermek gerçek bir müzenin ipuçlarını oluşturur diye umutlandık.

Karikatürleri seçerken, son derece özenli davrandık, hemen gezilip bitiveren bir sergi olmaması gerektiğine karar verdik. Aslı Selçuk’un titizliği de sergiyi defalarca düşünmemize neden oldu. Turhan Selçuk’un verdiği çılgınca emeği yansıtan bir sergi olması gerektiğini düşündük. Tek tek karikatürleri seçerken, “acaba Turhan bu karikatürünün bu şekilde sergilenmesini ister miydi?” diye endişelenmeden edemedik. O yüzden Turhan kadar titiz davranmaya gayret ettik.

Abdülcanbaz koleksiyonunu koruyan Osman Uslu’nun ise sergiye olumlu yaklaşması, elindeki koleksiyonu bizimle koşulsuz paylaşması işimizi çok kolaylaştırdı. Tabii ki serginin tasarımcısının, Yeşim Demir olması en büyük avantajımızdı. Deneyimli tasarımcı, kısa sürede, özenli ve yaratıcı çözümlerle sergiyi havalandırdı. Sergiyi duvarlarda görmek ise heyecan vericiydi.

Seçtiğimiz çizgiler art arda sıralanınca oluşan zengin ve yaratıcı emek katmanları, bizi büyüledi. Ne kadar müthiş bir miras, muazzam bir tanıklık ve yaratıcı çabayla bezeli bir çizgi dünyası bırakmıştı Turhan. Onunla belki ilk defa şimdi tanışmıştım. Turhan Selçuk’un da bu sergiyi görmesini çok isterdim doğrusu.”

POROY: “ÇAĞDAŞ BİR TÜRKİYE ÖZLEMİYLE ÇİZDİ”

SERGİNİN DANIŞMANI SEMİH POROY: “Karikatüre ilgi duyan birçok kişi gibi ben de önce Turhan Selçuk’un çizgileriyle tanıştım. Çocukluğumda, eve alınan gazetelerdeki karikatürleri, günübirlik yayımlanan çizgi-romanları, bant-karikatürleri ilgiyle izlerdim. Abdülcanbaz da bunlar arasındaydı.

Turhan Selçuk ve Tan Oral 1977 sonlarında Cumhuriyet’te “Ciddiyet” başlıklı haftalık bir mizah sayfası yapmaya başlıyorlardı. Turhan Selçuk’la, o sayfaya çizimler vermek için gazeteye gidişlerimde tanıştım.

Bu büyük ustanın beni asıl etkileyen çizgileri “Hal ve Gidiş Sıfır” albümündedir. Orada, Türkiye’deki politik uyanışın -TİP’le birlikte- öncüsü olan 68 Kuşağı’na çizgileriyle eşlik eder gibidir.

Turhan Selçuk’un çizgi evrimini, birbirinden rahatça ayrıştırılabilecek dönemlerle açıklamak kolay değildir. Kendisini durmaksızın dönüştürmeye çalışmış, karikatürü sanat katına taşımış bir grafikçiden söz ediyoruz. Zaman içinde, o çok tanıdık imzası bile belli belirsiz değişimlere uğramıştır.

50’li yılların ikinci yarısı Turhan Selçuk’un Avrupa’da da tanınmaya başladığı, Batı’nın düzeyli çizerleriyle aynı antolojilerde yer aldığı, bu seçkilere davet edildiği yıllardır. Bu, önemlidir.

1984 başında, dönemin Maçka Sanat Galerisi’nde açtığı sergiyi de anmak gerekir sanıyorum. Aynı yılın Sedat Simavi Görsel Sanatlar Ödülü’ne değer görülen bu sergi harika renkli işlerin topluca izlenebildiği gerçek bir Turhan Selçuk görsel şöleniydi.

Turhan Selçuk’un tüm politik karikatürlerindeki ana izlek, yurdunu “göbeğiyle” değil yüreğiyle seven yöneticilerin tam bağımsız, çağdaş bir Türkiye yaratmaları özleminde biçimlenir.

Serginin görece kısa hazırlık döneminde İstanbul dışında olduğum için hatırı sayılır bir katkı verebildiğimi söyleyemem.

Çoğunlukla elektronik yazışmalarla bazı önerilerde bulundum. Bunların bazılarına kulak verildi. Ayrıca, danışmanlık meselesi dışarıdan algılandığı gibi bir şey değil galiba... Herhangi bir kuruluştan yine benzer bir öneri gelirse, bu kez kabul etmekte epey nazlanırım herhalde.

Karikatürcülükten gelen eğilimle bir-iki minik eleştiri mırıldanayım: Öncelikle, bu retrospektif serginin -yaklaşık yetmiş yılın değil- Turhan Selçuk’un son elli yılının bir dökümü olduğunu belirtmek gerek. Az önce Turhan Selçuk’un, zaman içinde belli belirsiz imzasıyla da oynadığından söz etmiştim. Sergi ve katalog başlığında, Turhan Selçuk’un son yıllarda yine biraz farklılaştırdığı imzası kullanılsaydı çok daha uygun olacaktı. 

Bu tür çalışmalarda, sürecin, sadece genel olarak değil, evre evre de “danışılarak” götürülmesi gerektiği ortaya çıkıyor. Başka şeyler de var ama, uzatmayayım. 

Bunları mırıldanmama rağmen, böyle kapsamlı bir sergiye ev sahipliği yaptığı, değeri zamanla daha da anlaşılacak düzeyli bir katalog yayınladığı için Yapı Kredi Kültür’e yüksek sesle teşekkür etmek isterim.

Serginin düzenlemesini yapan değerli Yeşim Demir Pröhl de kuşkusuz içten bir teşekkürü hak ediyor.”

YAZARLARIMIZIN DİLİNDEN TURHAN SELÇUK

Cumhuriyet Gazetesi’nde yoldaşlık ettiği, dostluklarında uzun yılları devirdiği yazarlarımız Alev Coşkun, Ali Sirmen, Şükran Soner ve Emre Kongar’dan da Turhan Selçuk’un devrimci kimliği, çizgileriyle yarattığı farka ilişkin görüşlerini ve kişisel anılarına ilişkin birkaç anekdot paylaşmalarını rica ettik. Bakın neler dediler!

COŞKUN: “ÇARŞAMBA SOHBETLERİNDE BULUŞURDUK”

ALEV COŞKUN: “Turhan Selçuk ile İlhan Selçuk arasında birkaç yaş olmasına karşın adeta ikiz kardeş gibiydiler. Yaşam felsefeleri, ideolojileri tıpatıp ayrı paraleldeydi. Babıâli’ye ilk adımını atan Turhan Selçuk’tur. İlhan Selçuk da onu izleyerek Babıâli’ye girmiştir. Turhan Selçuk, Türk karikatür sanatında başlı başına yeni bir ekol yaratmıştır.

1990’lı yılların ortalarından itibaren Turhan Selçuk’un evinde haftanın Çarşamba günleri sohbet toplantıları yapılırdı. Toplantıyı aslında İlhan Selçuk düzenlerdi; aile üyelerinin dışında ben ve Miyase İlknur bu toplantıların devamlı katılımcısıydık.

Bazen Emre Kongar, Coşkun Özdemir zaman zaman da Prof. Dr. Cevdet Kunday katılırdı.

Bu toplantılarda siyasetten karikatüre, edebiyattan şiire her şey konuşulurdu. Yenilir içilirdi; üst düzeyde keyif aldığım sohbetlerdi. İlhan Selçuk, Turhan abiye toplantılarda takılır ama büyük sevgi ve saygı gösterirdi.

Turhan Selçuk ve İlhan Selçuk’un yaşamı Aydınlanma meşalesinin sürekli ileriye gitmesi ve Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’nin güçlenmesi yolunda çaba harcamakla geçmiştir.”

SİRMEN: “ÖRNEK BİR CUMHURİYET PROJESİDİR”

ALİ SİRMEN: “1922’de dünyaya gelmiş olan Turhan Selçuk örnek bir Cumhuriyet projesidir.
Gelişmiş Batı toplumlarında görülen, sermaye birikiminden yoksun, sanayii devrimini yakalayamamış, klasik sınıfları oluşmamış, sanayii çağında, tarım toplumu olarak kalmış bir ülkenin bu eksikliklerini kapatmayı düşünen devrimci yönetim, ilk iş olarak aydınlanmacı Cumhuriyet’in çağını yakalamayı amaç edinmiş yurttaşını yaratmayı kendine şiar edinmişti. Cumhuriyet reformlarının en büyüğü olan ve şimdi yerinde yeller esen eğitim reformu bu amaca yöneliktir.

Bu girişim “Köy Enstitüleri” ile Aydınlanmanın ve Rönesansın kazanımlarını köylere kadar yaymak gibi çılgın boyutlara da ulaşmıştır. Böylelikle aydınlanmacı yurttaş Cumhuriyet’in en büyük temel projesi olmuştur. Bu büyük projenin ürünleri, bir yandan onun etiği ve o etik üzerine bina edilmiş estetiğinin sonuçları ve aynı zamanda sebepleri hazırlayıcı olarak gelişmişlerdir.

Hemen hemen Cumhuriyet ile yaşıt olan, eğitiminin ve yaşamının bütün aşamalarını Cumhuriyet Türkiyesi’nin dört bir köşesinde geçirmiş Turhan Selçuk işte bu Cumhuriyet projesinin en parlak örneklerinden biri olmuştur.

Her devrimin kendine has, amacına özgü bir etiği ve ondan türeyen bir estetiği vardır. Turhan Selçuk işte Cumhuriyet Devrimi’nin birbirileriyle tutarlı bu etiği ve estetiğini sanatında somutlaştırmıştır.

O etik, çağdaşlaşmacı, bağımsızlıkçı, anti-emperyalist, halkçı, demokrasiye yönelik, laik, tartışmacı, özgürlükçü ve emeğe saygılıdır. Bu ilkeleri, bir de eşitlikçilik öğesini ekleyerek tamamlamış olan Turhan da bu ilkeleri, yaşam felsefesi haline getiren bir etiğin estetiğini de çizgilerinde somutlaştırarak evrenselliği yakalamıştır. Onun çizgileri bütün bu ilkeleri kadar yalın sağlam, düz, belirgin, net ve açıktır.

Turhan Selçuk ile tanıştığım 1969 yılında, ilk dikkatimi çeken noktalardan birisi de; kendi dünyasının sade davranışlı efendisinin, sanki Turhan olduğunu farkında değilmişçesine doğal bir alçakgönüllülük içinde oluşuydu.

Sanatçı vardır, yapıtını algılamanız yeter, kendisini tanısanız da tanımasanız da olur, sanatçı vardır, yapıtıyla yetinmeniz, düş kırıklığına uğramamanız için tanımamanız evladır. Bir de sanatçı vardır, yapıtının yanı sıra kendisini tanıdığınız takdirde, yaşam biçemi ile sizi daha zenginleştirir. Onları tanımak, yapıtlarını izlemenin yanı sıra sizde yeni boyutlar yaratır. Turhan Selçuk, işte sayıları ne yazık ki, az olan bu sonuncu gruptandı.

Turhan Selçuk’un sanatını anlatmak, grafik sanatına katkısının ölçüsünü belirlemeye kalkmak, benim boyumu aşar, kişiliğini tarif etmeye kalkmak ise pek kolay değil. Zaten, Turhan Abdülcanbaz’ı ile bu sonuncu sorunun yanıtını gayet güzel vermiştir.

Turhan’ı tanıdıkça, Abdülcanbaz’ın kim olduğu sorusunun yanıtını kendiliğinden buldum. Abdülcanbaz Turhan bizzat kendisidir, Yani Abdülcanbaz tümüyle Turhan ve de ikizi İlhan Selçuk’tur. Biliyorum, şimdi “onlar ikiz değil; Turhan, İlhan’ın üç yaş büyük abisidir” diyeceksiniz. Ne farkeder! Onlar biri yazıda, öbürü çizgide üstat, Cumhuriyet devriminin en başarılı projelerinden birinin tek yumurta ikizleridirler.”

SONER: “ÖDÜNSÜZ, HEP ZİRVEDE!”

ŞÜKRAN SONER: “Piyasalar düzeninin belirleyiciliğinde dünya çapında popüler sanatçıları dışında tutarak, ülkemizin, nasıl olup da klasik müzik, şiir, karikatür, tiyatro, roman..önde, kültür alanlarında, üstelik toplumsal değerler, insan odaklı iletişimde, aykırı kültürlerin insanlarıyla özdeşleşmeyi başarmış, çok sevilmiş, tanınmış, yol gösterici olabilmiş bilge sanatçıları yetiştirmede öne çıkmalarını, neden sonuç ilişkileri ile hiç sorguladınız mı?

Galiba da en etkileyici olanı, yakın dönemleri, aile, ortak kültürel, toplumsal çevre ilişkileri içinde de paylaşmış, çok farklı kültür, sanat alanlarından evrensel ölçeklerde en büyükler arasında yerlerini alabilmiş bu sanatçıların kimilerinin özel yaşamlarında da çok yakın dostluklar içinde, tanışmamış olanları için de kültürel iletişimle kurulmuş bağlara tanıklık etmek..

Turhan Selçuk, İlhan Selçuk, Aziz Nesin, Rıfat Ilgazları buluşturan ülkenin toplumsal siyasal açılımlarında öncü dönemin mizah dergileri, Cumhuriyet’in siyaset, kültür, edebiyat, bilim insanlarını buluşturan sayfaları, güne, haftalara bağlanmış bilimin sanatın her alanından aydınların sofraları, ev buluşmaları sadece ortak ortamların aracı.. 

Halka inen asıl buluşmalar, sanatın her dalından dünya virtüözleri klasik müzik sanatçılarımızın konseri, ustalıkta sınır tanımayan halk ozanlarımız, tiyatroda bizi dünya zirvelerine taşıyanları, kalemleriyle; şiirleri, romanlarıyla, resim, heykelleriyle kitleleri uyandıran sanatçıların, bir diğerinin sanat ürünü ile kendilerinin yaratıcılıklarını buluşturmalarında..

Turhan Selçuk kuşkusuz dünya ölçeğinde kendisini zirveye çıkarmış keskin çizgileri ile, ülkemizin aydınlanma birikimi, sentezinin göbeğindeki bu ortak değerler, ilişkilerin buluşturulması ağında, içe dönük çalışma isteyen karikatür alanında, çok sevdiği çalışma masasında en uzun saatleri geçirerek ürünlerini yaratmış kimliği ile.. 

Uzaktan en az konuşan, en ciddi, çizgilerinde en sert, yalın, çizgilerinin karakterlerinde bir o kadar eleştirel, ödünsüz, hep zirvelerde.. 

O kadar güçlü ve etkili ki, çoğunluk dergi gazete okuru için öncelikle günün en kestirmeden ders verici, uyarıcı, doyurucu, sonuçta acılı da olsa gülümseten çizgilerine bakılır. Asıl şaşırtıcı olanı ise kuşkusuz kitaplaştırılmış, sergilere alınmış, yıldönümleri için seçilmiş karikatürleri ile, bir daha bir daha karşı karşıya kaldığımızda, bugünü anlamaya, anlatmaya, uyarmaya dönük ne kadar da güncel oldukları ile yüzleşmek.

Kuşkusuz ülkemiz ve dünya klasiklerinin tiyatro, roman kahramanları, müziğin gücü dilindeki duyarlılığın zamana yenilmeyen gücü ile aynı şey değil. Güncel üzerinden çizilmiş karikatürlerin günsüz geçmişten günümüze ulaşabilirliği çok daha zorlu, saygıyı hak eden bir dil.. 

Turhan Selçuk’u zirveye çıkaran çizgilerinin sırrının, bir yanında yetenek, sanatçının gözlemci gücü ne kadar ağırlık kazandırmışsa, bir o kadarının tanımaya özen gösterdiği sanatın her alanından ve elbette yaşamın her alanından insanları gözlemlemek, tanımak yüreği ile dokunmak olduğuna inanıyorum. Düşler değil, gerçekler dünyasını, insanı okuyan duyarlılığının, insancıl sevgi odaklı anıları sayfalara sığmaz.”

KONGAR: “KARİKATÜRLERİYLE KONUŞURDU”

EMRE KONGAR: “Turhan Selçuk çok konuşmayı sevmezdi, kendini çizgileriyle, bence, en çok da Abdülcanbaz’la anlatırdı.
Hani “yargıçlar kararlarıyla konuşur”, “Edebiyatçılar romanlarıyla konuşur” filan derler ya, Turhan Selçuk gerçekten de konuşmayı sevmeyen bir sanatçı olarak karikatürleriyle konuşurdu.
Yemek sofrasında bile çok konuşmazdı. Aslında içine kapanık bir kişiliği vardı. Ya da en azından bana öyle görünürdü.

Kişiliği ve hayatı da çizgileri gibiydi: Net, geometrik, sade ve çarpıcı. Az konuştuğu için söyledikleri de insana çarpıcı gelirdi.
İnsan Hakları savunuculuğu ve sömürüye karşı duruşu, ön plandaydı; bu anlamda Antiemperyalist, milliyetçi ve sapına kadar demokrat bir siyasal kimliği vardı.
Sanıyorum onu en iyi anlatan karakter, yine kendi yarattığı Abdülcanbaz ve onun dünyasıdır.
Tek başına Abdülcanbaz da son derece simgesel ve Turhan Selçuk’un iç dünyasını ve siyasal duruşunu yansıtan bir karakterdir ama ona asıl anlamını veren içinde yaşadığı dünya, örneğin Gözlüklü Sami gibi düşman, ya da Tarzan gibi dost tiplerdir.
Turhan Selçuk, Abdülcanbaz’ı 1957 yılında Abdi İpekçi’nin yepyeni bir gazete kimliği verdiği Milliyet’teki atılımı sırasında çizmeye başlamıştı. İlk serüvenlerde Aziz Nesin ve Rifat Ilgaz’la çalıştı ama sonra, bütünüyle hem metin hem de çizgiler kendisi tarafından geliştirildi. Bu anlamda, Abdülcanbaz’a ve arkadaşlarına yani onun dünyasına gerçek anlamını veren Turhan Selçuk’tur diyebiliriz.

Abdülcanbaz için şöyle diyor Turhan Selçuk:
“Abdülcanbaz halktan bir kişidir. Değerlerini, cevherlerini yitirmemiş bir kişi… İyiden, doğrudan, halktan, haktan yana olduğu için güçlüdür. Bizim insanımızdır o.
Halkın karşısında, kendilerine halktan ayrıcalık tanıyan kişilerin tarihi süreç içinde elenmeleri, yok edilmeleri yanında, Abdülcanbaz’ın temsil ettiği prototipin sevilmesi, desteklenmesi, devamını sağlayan unsurlardan birincisidir.
Sakin görünüşlüdür, fakat zamanında, ünlü ‘Osmanlı tokadı’nı en can alıcı noktaya vurmasını bilir. Halkını seven her dürüst ve namuslu kişide az çok Abdülcanbaz’lık vardır.”
Bence Abdülcanbaz Osmanlı/Türk/Cumhuriyet kültürünün İstanbul odağında yoğunlaşan iki temel karakterini kişiliğinde birleştirdiği için ölümsüzdür:
Beyefendiliğin, nezaketin, terbiyenin, zarafetin simgesi olan “İstanbul çelebiliği”...
Ve, mahallesinin namusunu ama özellikle de güçsüzünü koruyan, haksızlığa karşı çıkan, sonradan görmelere, haddini bilmezlere haddini bildiren “İstanbul kabadayılığı”.
“Çelebilik” ve “Kabadayılık”, çelişik iki özelliktir:
Abdülcanbaz’ı ölümsüz kılan nitelik, bu iki çelişik özelliğin aynı kişilikte buluşmuş olmasıdır.
Turhan Selçuk, bu “İstanbul Çelebisi” kişinin “İstanbul Kabadayılığını” somutta “Osmanlı Tokadı” ile bütünleştirerek okura aktarır:

Haksızlıklar, hukuksuzluklar, sahtekârlıklar, hırsızlıklar, uğursuzluklar, densizlikler, sömürüler karşısında “İstanbul Çelebisinin” sabrı tükenir ve “İstanbul Kabadayası” kimliğiyle karşısındaki öyle bir “Osmanlı Tokadı” patlatır ki, yer gök inler, tokadı yiyen yere serilir.
Turhan Selçuk’un bir başka başarısı gerek münferit karikatürlerinde gerekse Abdülcanbaz’da, ülkenin, toplumun sorunlarını, çelişkileri yakalayıp vurgulayarak, yerel kültürle bütünleşen bir biçimde okura aktarmasıdır.

ABDÜLCANBAZ’IN DÜNYASI…

Bu yerel kültürle bütünleşmede, “Abdülcanbaz’ın Dünyası” içindeki öteki karakterleri yaratarak okurun ilgisini ve sevgisini kazanmıştır.

Abdülcanbaz’ın dünyasındaki karakterleri kısaca anımsarsak, bunların yerel kültürden gelen gerçek prototipler olduğunu fark ederiz.

Tarzan: Çok güçlü, çok saf, çok dürüst bir Anadolu çocuğudur. Gerektiği zaman gücün kullanır, Abdülcanbaz’ın yakın dostudur.

Karanfil Hoca: Aydın bir din adamı, çeşitli keşif ve icatları olan bir bilim insanıdır. Sinirli ama iyi kalplidir.

Fettah: Hoşsohbet ve geveze bir şıpsevdidir.

Derviş Fayrabi: Dürüst bir laf ebesi, bir hünerbazdır.

Gözlüklü Sami Bey: Saraya mensup mirasyedi sahtekâr bir politikacıdır. Süngülü bir bastonu vardır. Üç kağıtçılığın, sömürücülüğün simgesidir.

Sürmegöz İhsan Bey: Gözlüklü Sami’nin dalkavuğudur. Paragöz bir yalakadır.

Cihanyandı Saliha: Çok zeki çok ama çok güzel bir kadındır.

Zaruhi Halefyan: Tatavla’lı (İstanbul/Kurtuluş semti) hafifmeşrep eğlenceye düşkün bir kadındır. Abdülcanbaz’ın “halefyan duruşması” macerasında rol almış, kişiliği ve ilginç tipiyle dikkatleri üzerine çekerek, olağanüstü serüvenlerin sürekli tipleri arasına girmeyi başarmıştır.
Musa Keyta ve Kukuba Keyta: Abdülcanbaz’ın dostu azat edilmiş zenci kölelerdir.

Esnaf Raziye: Feleğin sillesini yemiş bir hayat kadınıdır.
Turhan Selçuk, İlhan Selçuk ve Ülfet Ertel (Mengü Ertel’in eşi) üç kardeş birbirine çok güvenir ve sürekli birbirleriyle konuşur, danışırlardı.

Ben İlhan Bey’in üç kardeş arasındaki etkileşimden, fikirlerden, eleştirilerden, önerilerden çok etkilendiğini ve Turhan Selçuk için de aynı ilişkinin söz konusu olduğunu yaşayarak gördüm.
Sanıyorum, üç kardeş birbirlerinin yaratıcı çabalarına büyük ölçüde katkı sağlıyorlardı.
Turhan Selçuk’la unutamadığım bir anı, Abdülcanbaz’ın oyunlaştırılarak sahnelendiği bir gala gecesi sonrası, tiyatronun fuayesinde, İlhan Selçuk, Ülfet Ertel, Mengü Ertel ve oyuncularla birlikte neredeyse geceyarısına kadar süren bir sohbettir.

Türkiye’de yaşanan çelişkiler üzerine yaptığımız kahkaha dolu siyasal/ideolojik gözlemler/eleştiriler ve gelecek üzerine yaptığımız umut dolu şakalar, o geceden aklımda kalan en önemli izlenimler.
Ayrıca o geceden kalan somut anılar olarak, soluk bir fotoğraf ve bir de üzerinde Turhan’ın çizgileriyle, Abdülcanbaz portresinin yer aldığı ve hâlâ giydiğim bir tişört var.
O tişörtü gözüm gibi saklıyorum. Giydiğim günler, karşılaştığım gençlere “Bunu tanıyor musunuz?” diye soruyor ve “Tanımıyorum” diyenlere başlıyorum anlatmaya:
“Bunun adı Abdülcanbaz; İstanbul Çelebisi bir Kabadayı! Turhan Selçuk diye bir karikatürist vardı...”


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon