30-60-90’ın dünyasına hoşgeldiniz!
Meyhane kültürünün üç farklı kuşaktan yansıyan en gerçek hali
Herkesin bir bakış açısı, alışkanlıkları ve hatta kuralları vardır. Bazı masalar özeldir. O masaların paylaşımları unutulmaz. Bir yandan da mahremdir. O masada konuşulanlar, o masada kalır. “Şerefe” kadeh kaldırılmıştır neticede. Evet, meyhane kültüründen söz ediyoruz. Bu sayımızda, konumuz meyhane kültürü. En iyi nasıl anlatırız diye düşünürken, bir bilgi çalınıyor kulağımıza. Aydın Boysan, Mustafa Alabora ve Mehmet Turgut’un, 30-60-90 buluşmaları. Aralarında tam 30 yaş bulunan bu ekip, düzensiz aralarla bir araya geliyor. Bu üç farklı kuşağın paylaşımları, masalarında oturmaya özendirecek kadar da ilgi çekiyor. Biz de hemen bir yemek organize ediyoruz. Cihangir Jash’ta kuruyoruz masamızı. Mekanın sahibi Dayk da eşlik ediyor aralarda bize. Sohbet inanılmaz. İşte şimdi, üç ayrı kuşağın adamlarının keyifli sohbetine davet ediyoruz sizi.
Dilerseniz biraz gerilerden başlayalım söze. Eski meyhaneler nasıldı? Neler hatırlıyorsunuz geçmişten?
Aydın Boysan: Eski meyhanelerin müşterileri belirli insanlardı. Her akşam aynı saatlerde mutlaka aynı insanlar gelirdi, aynı iskemlelere otururlardı. Eski içme kültüründe özel bir taraf vardı. Masada rakı, beyaz peynir, su ve buz olması yeterdi. Bizi doyuran sohbetlerdi.
Mustafa Alabora: Ben Aydın abiye göre epeyce sonrayım. Ama bizim kuşağımız da bir önceki kuşağın devamına yetişti. Yaklaşık 45 yıl öncesinden söz ediyorum. Edip Cansever'ler, Melih Cevdet'ler, Cemal Süreya'lar... Ben onlarla rakı içme şerefine nail oldum. Günlerce Refik Meyhanesi'nde bir köşede otururdum. Bir gün gözleri kesti beni, “gel bakalım buraya” dediler. Onlarla oturdum, o masada çok şey öğrendim, hiç söze girmeden dinledim onları. Aydın abinin de dediği gibi sohbetler çok zengindi. Edebiyat sohbetleri, okunan şiirler, birbirlerine takılmaları, esprileri... Çok zenginleşti hayatım. Ben de 45 yıldır meyhanelere giden bir adamım.
Peki ya yeni nesil?
Mehmet Turgut: Bizim nesilde rakı kültürü çok yok. Gençler artık her şeyi içiyor. O zamanki gibi değil ki. Birkaç tane biraz daha kafası çalışan, sanatla fotoğrafla siyasetle ilgilenen kişiler doğru insanların peşinde koşuyor. Benim de bu masaya oturabilmem için bir şeyleri haketmem gerekti.
Sahi bu üç isim nasıl bir araya geldi ve voltran gibi 30-60-90'ı oluşturdu?
Alabora: Bu çok yaman bir ekip! 30-60-90'ın da isim babası Aydın abi.
Boysan: Tabii ya yamanız. Önemli bu. Farklar mutlaka olmalı. Yaş farklılıkları vardır ama aramızda anlayış farkı yok. Aynı şeyleri anlıyoruz konuştuklarımızdan. Neler konuşulur bu masada neler... Sınırımız yok.
Turgut: Rus çarlarından girer mimarlıktan çıkarız. En müşterek tarafımız doğru konular üzerine konuşmamız. Her seferinde farklı konularımız, farklı hikayelerimiz oluyor. Paylaştıklarımızla çoğalıyoruz bu masada.
Boysan: Sahte görüntüler vermeyiz biz. Öyle pozlar mozlar. İnanmadığımız şeyleri savunmayız. Olduğumuz gibiyiz. Neysek oyuz. Hiç vazgeçmedik bundan.
Meyhane masasının kuralları vardır. En temelde nedir olması gereken?
Boysan: Olmaması gerekeni söyleyeyim. Meyhane kültüründe, masada biri uzun uzun konuşmaz. İki üç cümlelik yeter. Divan edebiyatıyla konuşmayı kaldırmaz bu masa. Son derece basit konuşmak gerek. Ne olmayacağını biliyoruz yani.
Alabora: Bu masada gevezelik çok olmaz. Sürekli kendinden bahsedenden hoşlanılmaz. En güzeli atışmalardır. O da keyif verir.
Turgut: İki güzel hanımefendi de olsun.
Boysan: Üç olsun üç!
RAKI YALNIZ İÇİLMEZ
Önemli olan paylaşım. Herkesin yediği içtiği kendine. Ama diğer yandan yalnızlık da arar insan, özler. Hiç yalnız içtiniz mi?
Boysan: Bu masalarda kıdemim 70 yılı buldu. Daha önce pederin kadehinden yürütmeleri saymıyorum. Bu 70 yıl içinde bir kez bile yalnız içmedim.
Turgut: Ben bir iki kez gittim ama o zaman da hemen yanımdaki masada oturanlarla tanışıp, onlarla sohbete daldım. Sanırım rakı yalnız içilmez.
Herkesin unutamadığı pek çok anı vardır zihninde. Şimdi sorsam, neler düşer aklınıza?
Boysan: 60 yıl önce Kumkapı’ya gittik. O zamanlar Yorgo ile Kör Agop vardı sadece. Biz Yorgo’ya giderdik. Sokaklarda masalar yoktu. Midyeci, kokoreççi vardı. Bir gün öğlen gittik. Akşama kadar oradayız, artık halimiz kalmadı, kalktık masadan, vedalaşıyoruz. İki genç arkadaş, “Abi” dediler, “doyamadık size, kalın biraz daha”. Oturduk tekrar, saatler geçti aradan. Sonra hatırladığım; evimdeyim, yatağımdayım, yorgunum. Bir şey hatırlamadığım için de düşünüyorum. Sonra kalktım, kitabımı okuyorum koltukta. Gözümün önüne bir hayal geldi: Arabamın sağ tarafı parçalanmış. Önemsemedim bu hayali. Yarım saat sonra aynı hayal yine gözümün önüne gelmesin mi? Fırladım garaja, bir baktım arabamın sağ tarafı yok. Öyle bir gece geçirmişiz. Öteki iki genç arkadaşımız da iki gün arabasını aradı, bulamadılar nereye koyduklarını.
Alabora: Şuan aklıma düşen iki anım var. 18 yaşıma geldiğimde babam Salih Tozan’a dedi ki, “Al bu çocuğu, götür, içmeyi öğret” O zaman Degüstasyon var. Oraya gittik, ilk rakımı orada içtim. İkincisi ise 21 yaşıma ait. Konservatuar son sınıfta Melih Cevdet Anday, hocamdı. Bir tek ben kalmışım sınıfta. “Gel seninle dersi Çiçek Pasajı’nda yapalım” dedi. 8 ay boyunca orada ders yaptık. Bu iki anı, hayatımdaki iki önemli insanla paylaştığım çok özel zamanlardan…
Turgut: Benim en büyük maceralarım şuan karşımda oturuyor. Mustafa hocam ve Aydın abi. İki yıl önce, stüdyoya gelmişlerdi çekim için. Sonra ne yapalım diye aralarında konuşuyorlar, ben de hevesle bakıyorum. Öğlen de 12. Balıkçı Sabahattin’e gittik. Menüde ne kadar balık varsa yedik, içtik. Bir de korkunç sıcak. Artık fenalık geçirmek üzereydim. Mustafa hocam bir ara masadan kalktığında, Aydın abinin ağzından çıkan ilk negatif cümleyi orada duydum. “Turgut” dedi, “hep keyiften içilmiyor ya…” Hatırlar mısın abi?
Boysan: Hatırlamam mı?
Alabora: O sıcakta ölmediğimize dua edelim biz.
Turgut: Bu benim hayatımdaki en güzel anılardan biridir. Sonra da defalarca onlarla aynı masaya oturma şansını elde ettim. Ne mutlu bana. Aydın abi, şu Rusya’daki hikaye de çok güzel, anlatsana.
Boysan: Moskova’ya gitmiştim, eski Sovyet Rus yazarlar davet etti. Bir gece hep birlikte yemeğe gittik. 12 Rus yazar ve ben. Onların özelliği, masada otururken, biri masanın başkanı oluyor, o yönetiyor. Konuşmalar yapıldı, tartıştık, sohbet ettik. Sonra sıra geldi şarkı söylemeye. Aralarından biri “misafirimiz de söylesin” dedi. “yapmayın pişman olursunuz” dedimse de ikna edemedim. Sonra başladım “Kederden miiii” diye şarkıyı söylemeye. Hepsi zırıl zırıl ağlamıştı.. Sözlerini anlamadılar ama melodideki duyguyu hissettiler.
Turgut: Ben de bir gün Redd İzmir konserindeyken bir anda kendimi sahnede buldum. Bin kişi var orada, ne zaman sahneye çıktım şarkıyı söyledim hatırlamıyorum. Alkış kıyamet koptu. Selamımı verdim indim.
Bazı hikayeler, isimler öyle değerli ki… Mehmet bazen ben de keşke o dönemde yaşasaydım diyor musun?
Turgut: İlla ki diyorum ama gerçekçi olmak gerekirse inşallah ben de onlar gibi olurum diyorum aslında. İnsanlar akşam benimle meyhaneye gitmek için heves duyarlarsa, bu çok değerli bir şey olur benim için.
Boysan: En önemli olan da o zaten.
Alabora: Ben hayatımda hep bundan korktum mesela. “Off Mustafa gelecek şimdi” demeleri yerine, “Mustafa gelse bu masaya şimdi, bizi eğlendirse” demelerini tercih ettim. Benim için dünyadaki en büyük mutluluklardan bir tanesi insanları böyle keyiflendirmek. Bundan daha değerli bir şey yoktur. Becerebilirsen, insanları mutlu etmek çok güzel. Değerler kuşaktan kuşağa geçiyor. Bu masada paylaşılanlar, en gencimiz Mehmet’ten de bir sonraki kuşağa geçecek işte.
Rakı masası mahremdir. İnsanlar bu masada kalkanlarını indirir, şeffaflaşır. O yüzden “Şerefe” derler.
Alabora: Bir insanı en iyi rakı masasında tanırsın. Çok insanla tanıştık, aynı masayı paylaştık. Ama hepsiyle sürdürülebilir bir paylaşımımız olmadı bu masalarda. Çünkü içince saldırgan bile olan var. Mekanın bir etkisi yoktur. Önemli olan dostlardır. Sartre’ın söylediği gibi; “Cennet de cehennem de etrafınızdaki insanlardır” Bu, rakı masası için çok geçerli.
Boysan: Adamın ruhu çıkar ortaya, fışkırır. Dostlarınız masayı berbat da edebilir, şenlendiredebilir. Sizin seçimlerinizdir bir yerde.
Turgut: Benim de kaçtıklarım oluyor. O yüzden çok az insanla giderim. Herkesle içilmez.
Alabora: Azami sayı 9 olmalı. Daha fazlası olmaz bir de. Ruhunu kaybeder o masa.
Bu masa çok keyifli, gelenimiz gidenimiz de bitmiyor. Eminim ki bu sohbetlere katılmak isteyen çok da kişi vardır. Bir televizyon programı yapmayı düşünmez misiniz?
Alabora: Çok hoş olur aslında. 30-60-90 içeriğiyle bir sohbet programı yapabiliriz. Çok da keyifli olur.
Turgut: Bu masada o kadar çok sohbet dönüyor ki… Ucu bucağı yok. Güzellikleri konuşuyoruz, sanatı, edebiyatı, politikayı konuşuyoruz. Öyle bir programın tarihe geçeceği kesin!
30-60-90’dan özel tarifler…
Peki sizin mutfağınız nasıl? Özel yemekleriniz var mı, belki mezeleriniz?
Turgut: Ben mutfağa girdim mi Mustafa hocamı taklit ediyorum. Artık bir restorana gittiğimizde neredeyse Mustafa Alabora menüsüyle karşılaşacağız. Menü dışı siparişleri vardır. Ben de istemeye başladım artık.
Alabora: Ben iyi yemek yaparım. Her cumartesi Şile’de saat 13.00’te azami 10, asgari 15 kişiye yemek yaparım. Bu insanlar devamlı geldiğine göre, iyiyim belli ki.
Boysan: Ben ancak meze yapmayı bildim. Bence Türk mezelerinin içinde en parlak olanı cacıktır.
O zaman sizlerden birer özel tarif alayım.
Boysan: Cacığın nasıl yapılması gerektiğini mühendis bir arkadaşımla etüd ettik, nasıl yapılması gerektiğini çözdük. Şimdi size anlatayım. Önce yoğurt deli gibi çalkalanacak. Sonra zeytinyağı damla damla, yoğurt çırpılırken damıtılarak koyulacak. Hıyarı kabuğundan ayıracaksınız. Bıçakla ince ince doğrayacaksınız. O doğranmış hıyarı, tuzlayıp yoğurda ekleyeceksiniz. Bir diş sarımsak havanda dövülecek, ona kırmızı ve kara biber ekleyeceksiniz. Öğleden sonra da buzdolabına koyup, ancak akşam masaya getireceksiniz. Tadından yenmez.
Alabora: Benim çok meze tarifim vardır. Birini anlatayım. Yeşil mercimek haşlanacak. Taze nane, sarımsak ve sirke var bu tarifte. Haşlanmış mercimeğe haşlarken sarımsak atın, sonra taze nane. Sonra da zeytinyağı, hafif sirke ve bol taze nane. Çok sağlıklı ve lezzetli bir meze oluyor.
Turgut: Patlıcanları fırına atıyorum büyük büyük. Onlar orada yumuşayana kadar pişiyor. Soyuyorum ve et kıyar gibi bıçakla kıyıyorum. Sonra ayrı bir yerde sarımsaklı yoğurt yapıyorum. Başka bir tavada yağsız kıymayı salça ve acı sosla kavuruyorum. Antep biberi de eklemek şart. Salçası varsa daha güzel olur. Sonra yoğurtla patlıcanı karıştırıp üzerine sosunu ekliyorum. Muhteşem bir lezzet. Yapayım bir gün, hepbirlikte yeriz.
En Çok Okunan Haberler
- Kurtulmuş’tan 'Erdoğan ve adaylık' açıklaması
- Ünlü çikolata markası da artık kara listede
- Ünlü oyuncu gözaltında: Marketten 'zeytinyağı' çaldı
- Kayıp 6 yaşındaki Şirin'den acı haber
- Erdoğan'dan Özel ve İmamoğlu'na tazminat davası
- 'Sanki mağdur olan Esenyurt değilmiş gibi...'
- Erdoğan'a ve Yerlikaya'ya çok sert yanıt!
- Tek kalemde milyarlık vergi borçları silinenler nerede?
- Halk TV'den ayrılan Şirin Payzın'ın yeni adresi netleşti
- 19 yaşındaki gence uyuşturucu çetesi mi kıydı?