10 günde 300 bin seyirci
Önyargısız bir sinema merakıyla kotarılan 44. Rotterdam Film Festivali'nin en önemli desteği, yaş ortalaması yıllar içinde yükselmeyen on binlerce seyirci kitlesi. Çoğu gençlerden oluşan izleyicilerin yönetmenlerle yapılan söyleşilere ve film değerlendirme oylamasına katılımları da ayrıca kayda değer.
Festivalden dönerken, sinemanın sesine yeterince kulak vermiyoruz diye düşünüyorum… Ve hemen Mustafa Kemal’in sinemayla ilgili sözleri takılıyor aklıma. Zaman zaman anımsanmasında yarar olan bu sözler, sapla samanın bilinçli olarak birbirine karıştırıldığı günümüzde, mutlaka tekrar üzerinde durulması gereken bir görüşü ifade ediyor:
“Sinema öyle bir keşiftir ki, bir gün gelecek barutun, elektriğin ve kıtaların keşfinden çok, dünya medeniyetinin cephesini değiştireceği görülecektir. Sinema, dünyanın en uzak köşesinde oturan insanların birbirlerini tanımalarını, sevmelerini temin edecektir. Sinema, insanlar arasındaki görünüş ve düşünüş farklılıklarını silecek, insanlık idealinin tahakkukuna en büyük yardımı yapacaktır. Sinemaya layık olduğu yeri vermeliyiz…”
Ve en önemlisi, Cumhuriyet döneminin köktenci inkılapları sayesinde, kadın/erkek, genç/yetişkin, herkesin sinemaya gidebilmesininin önü açılmıyor muydu? 20. yüzyılın ilk yarısında Türk sinemasına yeterince yatırım yapılmamış olması, verilen ivmenin cılız kalması kuşkusuz tartışılabilir ama düşünme, yaratma ve kendini ifade etme özgürlükleri kadar, kütüphaneye, müzeye, sinemaya, tiyatroya giderek kültürünü geliştirme özgürlüğü de, ilk Cumhuriyet döneminin kutsal değerleri arasında yer almıyor muydu?
Bugün, Rotterdamlı ortaokul ve lise öğrencilerinin, festival filmlerini izlemek için daha ilk günden öğretmenleriyle birlikte uzun kuyruklar oluşturduklarını görünce, Hollanda adına seviniyor, Türkiye’de giderek artan sanat düşmanlığını düşününce de üzülüyorum. Yasaklayıcı zihniyetin giderek egemen olduğu bir toplumda, baskıcı dinsel eğitimden geçen kuşakların, bırakın tiyatroyu, edebiyatı, felsefeyi ya da klasik müziği, sinemaya bile ne kadar kuşkuyla, hatta düşmanca yaklaşacakları ortada değil mi?
Yaklaşık 30 yıldan bu yana keyifle izlediğim Rotterdam Festivali’ni vazgeçilmez kılan temel özellikler nedir? Hiçbir moda akımın etkisinde kalmadan, önyargısız bir sinema merakıyla kotarılıyor olması. Ve tabii, festivalin en önemli desteği, yaş ortalaması yıllar içinde yükselmeyen on binlerce meraklı seyirci kitlesi…
On gün boyunca yaklaşık 300 bin koltuk doldurma başarısının ötesinde, bu dikkatli, çoğu genç izleyicilerin yönetmenlerle yapılan söyleşilere ve film değerlendirme oylamasına katılımları da ayrıca kayda değer.
Örneğin, aşkın kutsallığını her tür kutsallığın üstüne koyan Fransız yönetmen Christophe Honoré’nin alt başlığı “Erkekler, Kadınlar ve Tanrılar” olan son filmi “Métamorphoses”un bir sahnesinde, birbirini arzulayan iki gencin, bomboş bir ibadet mekânında yerdeki yumuşak halılar üzerinde sevişmelerini, Rotterdam Festivali izleyicileri hiç ama hiç yadırgamıyorlar; inançlarımıza saygısızlık edildi demiyorlar. Ne mutlu onlara!
Festivalde bu yıl Türk sinemasının tek örneği olan, Almanya’da eğitim almış genç yönetmen Cem Kaya’nın Yeşilçam filmlerini ele aldığı belgesel çalışması “Remake, Remix, Rip-Off”un, sosyal ve siyasal yaşamımızın özüne içeriğiyle doğrudan değinmese de, en azından adıyla mizahi bir göndermede bulunduğunu düşünenler bile çıkabilir: “Yeniden Yap, Yeniden Harmanla, Hortumla”…
En Çok Okunan Haberler
- Mühimmat fabrikasında patlama
- AKP koridorlarında konuşulan 'erken seçim tarihi' sızdı
- 87 yaşındaki iş insanı İnan Kıraç evlendi
- Özel'den Erdoğan'a 'Esad' ve 'HTŞ' yanıtı
- Teğmenler soruşturmasında flaş gelişme
- Gayrimüslimlerin tapuları üzerinden dönen yolsuzluk
- 2 yaşındaki çocuğun 'öksürüğünün' sebebi şaşırttı
- AKP’ye katılacaklar mı?
- Muhalif gruplarla anlaşmaya varıldı!
- Bingöl'deki kazada acı ayrıntı