Son araştırmalar: Yumuşatıcılar çocuk sağlığına zarar veriyor
Dünyada ve kuyrukluyıldızdaki su aynı değil: Avrupa’nın uzay sondası “Rosetta”dan yeni haber geldi: Çuryumov Gerasimenko kuyrukluyıldızındaki moleküller dünyadaki su molekülleriyle örtüşmüyor (Science). Ölçümler, suyun, olasılıkla milyarlarca yıl önce asteroitlerle dünyamıza geldiğini gösteriyor. Bilim insanları bugüne dek dünyadaki suyun kökeninin kuyrukluyıldızlara uzandığı konusunda hemfikirdi.
Rosetta, Ağustos ayından bu yana 67P/T Çuryumov Gerasimenko kuyrukluyıldızını inceliyor. Bu gökcisminin etrafından dönen sondanın üzerinde, suyun kimyasal parmak izini uzaktan analiz edebilen “Rosina” isimli bir kütle spektrometresi bulunuyor. Rosina hidrojen ve ağır hidrojen izotopu döteryum miktarları arasındaki farkı ölçüyor. Kuyrukluyıldızdaki su molekülleri dünyamızdaki sulardan çok farklı deniyor. Bu da, dünyadaki suyun kuyrukluyıldızlarla değil asteroitlerle geldiğine dayanan tezi güçlendirmekte. Rosetta misyonunun diğer bir hedefi de kuyrukluyıldızdan aldığı toprak örnekleriyle güneş sistemimizin erken dönemleri hakkında bilgiler göndermek. Uzay sondası bu amaçta kuyrukluyıldıza “Philae” mini laboratuvarını bırakmıştı. Zorunlu bir inişten sonra eğik duruma gelen alet bu yüzden gerekli enerji ihtiyacı için daha az güneş ışığı almıştı.
Bir yılda on milyon ölüm: Dirençli mikroplar: Bildik ilaçlarla etkisiz hale getirilemeyen hastalık etkenleri son bir araştırmaya göre daha tehlikeli hale geliyorlar. Tahminlere göre yüzyılın ortalarına dek her yıl on milyon daha fazla ölüm vakası yaşanacak. Günümüzde yılda sekiz milyon kişi kanser yüzünden hayatını kaybediyor. Bilimde “antibakteriyel dirençlik “ olarak açıklanan, halihazırdaki
ilaçlarla tedavi edilemeyen, enfeksiyona neden olan bakteriler, virüsler ve
mantarlar dahil. Örneğin tüberküloz veya bağırsak bakterileri günümüzde kullanılan
antibiyotiklere karşı gitgide daha fazla direnç kazanıyorlar. Dirençli mikroplar dünya genelinde artış gösteriyorlar. Bu gelişmenin sonucunu tahmin etmek isteyen İngiliz hükümeti bir komisyon görevlendirdi. İngiliz ekonomist Jim O’Neill yönetiminde çalışan ekip, kısa bir süre önce ilk sonuçları açıkladı.
En düşük tahmine göre günümüzde, dünya genelinde her yıl 700.000 kişi dirençli hastalık etkenlerine dayanan hastalıklar yüzünden yaşamını yitiriyor. Ve 2050 yılına dek bu sayının on milyona çıkması bekleniyor. İnsanların acı çekmesini bir tarafa bırakacak olursak, olayın olağanüstü bir ekonomik boyutu da var. Araştırmacılar yüz milyar dolarlık ekonomik kayıptan söz ediyor. Bu gelişmeden tüm kıtalar etkilenecekse de en büyük tehdit altında olanlar Hindistan ve Nijerya gibi gelişmekte olan ülkeler. Dünya Sağlık Organizasyonu tarafından çok tehlikeli olarak sınıflandırılan yedi hastalık etkeninden, üçü incelenmiş: Klebsiella pneumoniae, E. Coli, ve Staphylococcus aureus. Jim O’Neill ve ekibinin bu bir dizi çalışmadan ilki. 2016 yılı için bir kapanış raporu planlanıyor. Bu raporun içinde tahmin edilen sonuçları önleyecek öneriler bulunacak.
Yumuşatıcılar, çocuk zekâsına zarar veriyor: Hamilelik döneminde yumuşatıcılara çok fazla temas etmek bir Amerikan araştırmasına göre çocukların zekâları üzerinde etkili oluyor. Annelerinin bedenlerinde çok fazla yumuşatıcı izi bulunan Amerikalı okul çocuklarının zekâ seviyleri diğerlerine göre altı puan daha düşük çıkmış (PLOS One). Epidemiyolog Pam Factor-Litvak (Columbia Üniversitesi) hamilelere yumuşatıcılardan uzak durmalarını öneriyor. Araştırma, doğum öncesi fitalat etkisi ve okul çocuklarının zekâ gelişimi arasındaki ilişkiyi kanıtlayan ilk çalışma özelliğini taşıyor.
Buna göre yumuşatıcıyla temas halinde bulunan (en yüksek DnBp/Di-n-butil fitalat ve DiBP/Di-isobutil fitalat oranına sahip) annelerin çocuklarının zekâ seviyeliri yüzde 6,6 – 7,6 puan daha düşük çıkmış. Değerlendirmeye annelerin zekâ-- seviyesi, eğitim dorumu ve yaşadıkları yerin çevre koşulları da dahil edilmiş. Yumuşatıcı ve zekâ seviyesi arasındaki ilişki uzun yıllar aynı kaldığı için sağlık politikası için sonuçlar doğurmakta. Daha önceki araştırmalardan bilindiği gibi plastiklerin içerdikleri yumuşatıcıların, salgı parçalayıcı etkileri var. Bu da yumuşatcıların hormonlar gibi etkiyerek, hormonların doğasını bozdukları anlamına geliyor ve bu durum da çocuklarda beyin gelişimini olumsuz etkilemekte.
Sürprizlerle dolu kuş soyağacı: Yüzün üzerinde bilim insanı 9 süper bilgisayarın
yardımıyla, kara omurgalılarının en zengin tür çeşitliliğine sahip grubun soyağacını
çıkardı. İlginç sonuçlardan bir tanesi şahinlerin, kartallardan çok papağanlara yakın
olması. Ekip, günümüzde yaşayan 48 kuş türünün kalıtımını tamamen çözdükten sonra verileri karşılaştırdı ve akrabalık derecelerini belirledi. Araştırma ayrıca şakıma ve su altında hareket etme gibi tipik kuş özelliklerinin çeşitli gruplarda birbirinden bağımsız olarak ortaya çıktığını da gösteriyor. Kuşların şakıması evrim sürecinde en az iki kez ortaya çıkmış. Papağanlar ve ötücü kuşlar şakımayı, sinekkuşundan bağımsız olarak geliştirmişler. Ötücü kuşlar şakırken önemli ölçüde insanlarda konuşmadan sorumlu olan genlerden yararlanıyorlar diyor araştırmacılar. Diğer ilginç bir bilgi de şu: yaklaşık 116 milyon yıl önce günümüzde yaşayan tüm kuşların öncüleri dişlerini kaybetmiş.
Bundan diş minesi ve diş özüyle ilgili genlerdeki mutasyonlar sorumlu tutuluyor. Kuşlar 10.500 türle kara omurgalıların
en zengi türlü sınıfıdır ve birçok uzmanın görüşüne göre dinozorların tek ardıllarıdırlar. Kuşların 150 milyon yıl önce gelişmeye başladıkları düşünülüyor. Analiz öte yandan kuşların neden küçük bir kalıtıma sahip olduklarını
da açıklıyor. Birçok kuş türünün kalıtımı, örneğin memelilerin kalıtımına göre %70 daha küçük ve daha az gene sahip. Tekrarlanan sekanslar kuşlarda çok ender ve genlerin çoğu memelilere veya sürüngenlere kıyasla daha kısa. Araştırmacılar kuş evriminin yaklaşık 65 milyon yıl önce çok daha hızlı işlemeye başladığını
sanıyor. Sonuçlar dinozorların sonunu getiren toplu ölümlerden sonra modern kuşların çeşitlendiklerini açıklıyor. Ama daha önceleri de farklı türlere ayrılmış olabilirler diyor Florida Üniversitesi’nden Edward Braun.
İklim tahmini için buz devri gazı: Bilim insanları Antarktika’daki bir buzuldan, son Buz devrine ait güldürücü gaz ayrıştırdılar. Güldürücü gaz (azot gazı, N2O), denizlerdeki veya topraklardaki mikrororganizmalar tarafından üretilir. Bern Üniversitesi’nden Thomas Stocker ve ekibi, kesin sonuçlar veren ölçümlerle buzdaki azot gazı moleküllerinin hangi gaza ait olduğunu buldu. Örneklerdeki hava 10.000 ila 16.000 yıllık. Ölçümler azot gazı yoğunlunun son buz devrinin sonunda
%30 arttığını gösteriyor. Bunun nedeni kara ve okyanuslardaki değişen çevre koşullarıydı. O tarihlerde küresel iklim 4 derece kadar ısınmış ve büyük buz
tabakaları erimeye başlamıştı. Yeni geliştirilen iklim modelleriyle de bu ilişki güvenli bir şekilde canlandırılabiliyor. Azot gazı doğal kaynaklarla oluştuğu gibi tarım gibi etkinlikler veya biyokütle ve fosil yakıtların yanmasıyla da ortaya çıkıyor.
Yoğunluğu şimdiden endüstri öncesi dönemdeki değerden yaklaşık olarak yüzde yirmi daha yüksek.
Denizlerde 269.000 ton plastik yüzüyor: Okyanuslar adeta çöplük oldu. Denizlerde ne kadar plastiğin yüzdüğünü araştıran bilim insanları, ayda 269.000 ton gibi inanılmaz bir sonuca ulaştı. Çöpün büyük bir kısmı kırıntılar halinde ve önemli bir
kısmı büyük subtropikal deniz girdaplarında bulunuyor diyor Five Gyres Enstitüsü’nden Marcus Eriksen. Okyanusların büyük oranda plastikle kirlendiği
aslında biliniyordu. Fakat bu sorunun kesin tahmini zordur. Eriksen ve ekibi hesaplamaları için 1500’ü aşkın koleksiyon ve gözlemlerdeki verileri bir araya
getirdi. Bunlar sadece içinde çok fazla çöp toplanan beş subtropikal deniz girdabını değil, Avustralya kıyıları, Bengal körfezi ve Akdenizi de içeriyor. Ayrıca ilk kez çapları beş milimetreden daha büyük olan plastik parçalar da hesaplamalara dahil
edildi. Kıyıların yakınlarında, şişe veya strafor parçası gibi daha büyük parçalar birikiyor. Okyanus girdaplarında büyük parçalar parçalanıyor.
En küçük kırıntılar Kuzey Kutbu gibi ücra bölgelere dağılıyor. Bu da girdapların tıpkı kıyma makinesi gibi plastik atıkları parçaladıkları ve bunları yeniden okyanusa dağıttıkları anlamına geliyor. UNO çevre programı UNEP’in raporuna göre her yıl yaklaşık olarak 6,4 milyon ton çöp denizlere ulaşıyor. Bu çöpler çevreye çeşitli yollardan zarar veriyor. Özellikle deniz memelileri, kaplumbağalar ve kuşlar büyük tehdit altında. Bu hayvanlar ya çöp yedikleri için ya da çöplerin içinde sıkışıp kaldıkları için ölüyorlar. Plastiğin çok uzun ömürlü olması nedeniyle de sorun uzun süre kalıcı oluyor. Daha önceki araştırmalar mesela Tuna Nehri’nin ve Garda Gölü’nün de etkilendiğini göstermişti. Garda gölü kıyılarında deniz kıyılarında olduğu kadar plastik kırıntısı saptanmıştır deniyordu mesela Ekim 2013’te yayımlanan Curren Biology dergisinde. Mikro partiküller salyangozlarda, midyelerde ve diğer hayvanlarda tespit edilmiş.
Mars’ın yüzeyi suyla biçimlenmiş: Mars aracı “Curiosity” üç ay önce, NASA misyonunun asıl hedefine ulaşmıştı: Kızıl Gezegen’deki beş bin metre yüksekliğindeki Mount Sharp dağına. Amerikalı bilim insanları bu dağın dev bir göl içinde milyonlarca yılda biçimlenmiş olabileceğini tahmin ediyorlar. Eğer bu doğruysa Mars’ta, devirler boyu devam eden sıcak ve nemli iklim, olası bir yaşamı
mümkün kılmaya yeterli olmuştur. Curiosity’nin gözlemlediği tortul birikimleri de dağın bu şekilde oluştuğunu açıklıyor.
Göl yeterince büyüktü bu süreç milyonlarca yıl sürmüş olabilir diyor NASA’nın Mars uzmanı Michael Meyer. “Tortullardan bir dağın dolayısıyla da yaşamın oluşması için yeterli zaman vardı”. Curiosity’nin
son ölçümlerine göre Mars’taki nemli iklim 3,5 milyar yıl önce başlamış, yani bugüne dek tahmin edilenden daha uzun sürmüş olabilir. Mars aracı iki yıl
önce Gale kraterine inmişti. Mount Sharp bu kraterin ortasında yer alıyor. Kraterin çapı ise 155 kilometre civarında ve bir asteroit çarpması sonucunda oluşmuş.
Acılı yemek düşkünlüğü yüksek testosteron seviyesiyle ilgili: Fransız bilim insanlarına göre, yüksek testosteron seviyesine sahip erkekler daha fazla acılı yemek yeme isteği duyuyor (Physiology and Behavior). Araştırmaya Grenoble’den yaşları 18-44 arasında değişen 114 erkek katılmış. Katılımcılara bir tabak püre
sunulurken, tatlandırmaları için acı biber sosu ve tuz verilmiş. Deneyden önce tüm erkeklerden tükürük örneği alınarak, testosteron seviyeleri ölçülmüş. Katılımcılar pürelerini tatlandırıp yedikten sonra da şu kriterlere göre değerlendirmişler: acı, tuzlu, az veya çok kıvamlı.
Pierre Mendes Üniversitesi sosyal psikologu Laurent
Begue, çalışmamız, testosteron seviyesi ve maddi, cinsel ve orta karar risk alma isteği arasındaki bağlantının varlığını ortaya koyan diğer araştırmaları kanıtlıyor diyor. Son araştırmada eril cinsellik hormonunun acı yeme isteğini uyandırdığı ortaya çıkmış. Aslında testosteron hormonu duyguları körükleyerek kişilerin daha fazla risk almalarına neden oluyor diye açıklıyor Begue. Düzenli olarak acılı yemek
yiyenlerde, testosteron seviyesi yükseliyor olabilir.
Nilgün Özbaşaran Dede
nilodede@hotmail.com
En Çok Okunan Haberler
- Korgeneral Pekin'den çarpıcı yorum
- Köfteci Yusuf'tan gıda skandalı sonrası yeni hamle
- Petlas Yönetim Kurulu Üyesi Özcan, uçakta olay çıkardı
- Komutanları olumsuz görüş vermedi, görevlerinden oldu
- '100 yılda bir görülebilecek akımın başlangıcındayız'
- Restoranlarda 'harcama limiti' uygulaması başladı
- Milletvekilleri Genel Kurulu terk etti!
- 148 bin metrekarelik alan daha!
- Colani’nin arabası
- Erdoğan'dan Suriyeliler açıklaması