24 yıl öncesinden Kahramanmaraş'a bakış: 'Çaresizliklerin yaşandığı bir yıl olarak belleklerde kalacak!'

Klinik Psikolog Ferhunde Öktem Cumhuriyet için, "1999 Marmara Depremi Adapazarı Deneyimi ve Bugün" başlıklı bir yazı kaleme aldı. Öktem, Türk Psikologlar Derneği (TPD) bünyesinde kurulan Afet Çalışma Grubu ile Adapazarı’nda görev aldığı süreçte yaşadığı deneyimleri ve gözlemleri aktardı. Öktem ayrıca, depremzedelerin yaşadığı kayıplar sonrası gösterebileceği tepkilere ilişkin de bilimsel aşamaları aktardı.

24 yıl öncesinden Kahramanmaraş'a bakış: 'Çaresizliklerin yaşandığı bir yıl olarak belleklerde kalacak!'
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 02.03.2023 - 14:14

Klinik Psikolog Ferhunde Öktem Cumhuriyet için,  Kahramanmaraş'ta meydana gelen ve 10 ili etkileyen deprem sonrası, Türk Psikologlar Derneği (TPD) bünyesinde kurulan Afet Çalışma Grubu ile Adapazarı’nda görev aldığı sürece ilişkin "1999 Marmara Depremi Adapazarı Deneyimi ve Bugün" başlıklı bir yazı kaleme aldı.

Yazısının yol göstermesi temennisinde bulunan Öktem yazısında, "2023 yılı Kahramanmaraş merkezli deprem çaresizlik duygularıyla anılacaktır. Yıkıntılar altından sevdiklerinin yardım isteyen sesini duyup bir şey yapılmadığını görmek, kolay üstesinden gelinebilecek bir duygu değildir. 2023 unutulmayacak çaresizliklerin yaşandığı bir yıl olarak belleklerde kalacaktır" dedi.

99 DEPREMİ VE AFET ÇALIŞMA GRUBU

Öktem'in yazısı şu şekilde:

"6 Şubat sabahı kalkıp televizyonu açtığımda Kahramanmaraş merkezli, yakın illeri de etkileyen bir deprem olduğunu öğrendim.  Birden sanki dün Adapazarı’ndan gelmişim gibi bir duygu bombardımanı altında kaldım.  Depreme ilişkin belgelerimin bulunduğu çantamı aldım, kullanabileceklerimi ayırmaya başladım.

Marmara Depremi’nde örgütlü çalışmaların önemi belirgin bir biçimde fark edilmiştir ve fark yaratmıştır. Ben Türk Psikologlar Derneği (TPD) bünyesinde kurulan Afet Çalışma Grubu düzenlemesiyle Adapazarı’nda görev almıştım. Bu uygulamada, farklı meslek kuruluşları ile birlikte çalıştık. Bu gruplar arasında Çocuk Psikiyatristleri en yoğun ilişkide bulunduğumuz arkadaşlarımızdı. Çadırkent’te  Askeri Komuta Merkezi, Kaymakamlık, TPD  aynı bölgede ve sürekli iletişim içinde bulunulabilecek biçimde konuşlandırılmıştı.  İşleyiş içinde bunun yararlı bir uygulama olduğunun pek çok örneği görülmüştür.

DEMOGRAFİK BİLGİ VE YARDIM GEREKSİNİMİ

1. Çadırkent’e geldiğimde grup toplantısının başlayacağına ilişkin duyurunun yapıldığını duydum.  İkili üçlü kadın gruplarının çekirdek çitleyerek ve şakalaşarak grup çadırına gitmelerine çok şaşırdım. İçerde eşlerinden yakınmalar bolca konuşuluyor, çadır koşullarının iyileştirilmesine yönelik beklentileri dile getiriliyordu. Çadırkentte kalanlar konusunda bilgi almak istedim, hiçbir bilgi yoktu.

Ertesi sabah Kaymakamla konuşarak her çadırda kimlerin kaldığına, kayıplarına ilişkin bir belge oluşturduk. Böyle bir demografik bilgini hazırlanmasının en büyük yararı gerçek yardıma gereksinim duyanlara ulaşabilmemiz oldu. Kayıpları olan, gerçek çökkünlük yaşayanların çadırdan çıkıp yardım isteyecek gücünün olmadığını gördük. Hizmeti çadırlara taşıdık. Gerçek tablo o zaman oluştu. Toplantıya gelenlerin çoğunun Adapazarı’nda çadır ve benzeri koşullarda yaşayan göçer grupları olduğunu öğrendik; kayıpları yoktu, çadır yaşantısına yabancı değillerdi

"YARDIMLAR GERÇEK GEREKSİNİM SAHİPLERİNE ULAŞTI"

2. Sokak araları, paketi açılmış, yerlere saçılmış giysilerle doluydu. Çoğunluğu tertemiz ütülü sabun kokan giysilerdi. Arada pullu, payetli, askılı giysiler de çıkmıyor değildi. Giysileri, çadırdan çıkmayan kişilere demografik özelliklerine göre bizler dağıttık. O zaman yardımlar gerçek gereksinim sahiplerine ulaştı.

ÇADIRLARIN İÇİNDEKİ SORUNLAR

3. Ailelerin özel yaşantıları: Çadırların konumu ailelerin gizliliğini (mahremiyetinin) sağlayamamaktadır.  Sabah çadırların arasında dolaşırken 2 çocuklu bir aileyle selamlaştık. Anne benden büyük bir naylon bulmamı istedi. İçerden yoğun bir idrar kokusu geliyordu.  Evin 6 yaşındaki sevimli, zeki kızı Rukiye yanımdan ayrılmıyordu. Naylonun niteliğini anlayabilmek için nerede kullanacağını sordum.  Anne biraz sesini alçaltarak Rukiye’nin gece altını ıslattığını söyledi. Rukiye gözlerinden yaşlar akarak annesinin üzerine atıldı. “Doğru söylesene, adım sidikliye çıkacak, ben işemiyorum” koşarak yanıma geldi kulağıma ”Babam işiyor” dedi.  Bu yakınmayı bu tür doğal yıkımlarda sıkça görmekteyiz.

Daha önce yatak ıslatma yakınması olan erişkinlerin zorlu yaşam koşullarında yakınmalarının yeniden ortaya çıkabildiği görülmektedir. Bu yakınmalar da rahatlıkla konuşulamamaktadır. Bu yüzden yakınmalar özel görüşmelerde sorgulanmalıdır. Zaten zor olan çadır koşullarında önemli bir sorun oluşturmaktadır. Ekibimizdeki psikiyatrist arkadaşlarım bu sorunu çözdüler. Rukiye’nin uyarısı üzerine, artık temizlenemeyecek düzeye gelmiş olan “döşek” de değiştirildi. Anne babanın kendi aralarındaki şakalaşmalar, ertesi gün yakındaki çadır üyeleri tarafından dedikodu konusu edilebiliyordu. Bu günkü çadır koşullarında da benzer sorunlar sürmektedir.

"DOĞA ÜSTÜ BİR FİLME TANIKLIK EDİYOR GİBİ..."

4. Çadırkentlerin konumu: Adapazarı’nda en büyük çadırkent, düz ama sulak bir araziye kurulmuştu. Akşam yere düşen bir giysinizi sabah ıslak buluyordunuz. Çadırkent ile mezarlık da yan yana yer alıyordu. Sabah gün ağarırken çok yoğun bir sis oluşuyor, mezarlık görünmüyordu. Yakınları orada yatan kişiler, mezarlık ziyareti sırasında çok hüzünlü bir görüntü oluşturuyordu: Sisler arasında ölüler dünyasına geçiyor, bir süre sonra ayaklarını sürüyerek, omuzları çökük bir biçimde canlılar dünyasına dönüyorlardı. Her gün doğa üstü bir filme tanıklık ediyor gibi oluyordunuz.

DEPREMZEDE ÇOCUKLAR

5. Zor zamanlarda ve koşullarda en çok örselenen grup çocuklardır. Bu nedenle çocuklara yapılan yatırımın öncelikle ve titizlikle planlanması gerekir. İşini bilen, sevecen uzmanların yönlendirmeleri ile çocukların sağlıklı yaşama bir an önce dönmelerine olanak sağlandı. Bu uygulamalar sırasında çocuklara yaşlarına uygun oyunlar oynatılması, küçük bilimsel deneyler yapılması, kitaplar okunması en yoğun etkinlikler arasındaydı.

Birliktelik, toplumsak kurallara uyma, paylaşma gibi değerlerin oluşturulması da amaçlar arasındaydı. Çocuğun zorluklarla başa çıkmasındaki en önemli ortam oyun oynayabileceği yerlerdir. Oyun çocuğun dili, oyuncaklar onun sözcükleridir. Oyuncakların en önemli işlevi gerçek dünyada baş edemediği boyutta, güçte, etkinlikte olan olguların küçük, yönlendirilebilir, yönetilebilir, yinelenebilir özellikleriyle yeni kurgular yaratabilmesidir. Çocuk orada güçlüdür, senaryoyu o yazıyordur, kimse ona ne yapacağını söylemiyordur. Yıkar ama yine yapar, kepçeyi kullanmak ya da kullanmamak onun seçimidir.  Gerçek yaşamda elinden alınan gücü, oyunla kazanacaktır. Temelsiz bilgilerle çocukların elinden bu sağaltıcı gücü almamak gerekir.

ASKERLERİN ARDINA TAKILIP KOŞAN ÇOCUKLAR

6. Çocukların hiç unutamadığım bir diğer etkinlikleri ise sabah gün doğarken koşu yapan askerlerin ardına takılıp, koşmalarıydı. Sayıları giderek arttı, başta erkek çocuklar koşuyordu, sonra küçük takunyaları ile Rukiye başta olmak üzere kızlar da katıldı. “Güvenlik Gücü” olan asker ağabeylerinin varlığı ve günlük bir rutin oluşturmaları, travmanın etkilerini azaltmak açısından çok etkiliydi.

Ben asker kızıyım, asker ailesi olmak, eksi 41 derecede “tatbikatlara” giden, kara saplanan babanın dönüşünü merakla beklemek, askerini “oğlum” diye çağıran babanın askerlerine “asker ağabey" diyerek aileye katmak, tam bir yere alışmışken babanızın “tayini” nedeniyle yeni bir yere, yeni arkadaşlara alışmak zorunda kalmaktır.

Yaşantınız nedeniyle kuşkusuz askeri konulara daha yatkın oluyorsunuz.  Babamım İstihkam Sınıfındaki arkadaşlarının saat tutarak yaptıkları, kendileriyle yarıştıkları köprüleri, yolları, bunların üzerinden koskoca tankları ve topları taşımalarını hayranlıkla izler, arkadaşlarımızla oyunlarımıza yansıtmaya çalışırdık. 

DEPREMDE İSTİHKAM SINIFI'NIN ÖNEMİ

Depremde en büyük sıkıntının ulaşım konusunda yaşanmasının, yol hasarları nedeniyle yardımların iletilememesinin, kurtarma çalışmalarındaki örgütsüzlük ve kurtarma donanımı olmayışının, can yakan can kayıplarındaki payı sorgulanmalıdır. Gerek 1999 Marmara Depremindeki gerekse çocukluk ve gençliğimden gelen anılarım nedeniyle, Ordu İstihkam Sınıfının görev ve yetkilerinin neler olduğunu görmek istedim. Bu nedenle dün MSB Kara Kuvvetleri Komutanlığı sayfasına girerek İstihkam Sınıfı’na ilişkin görev tanımına bir göz attım. 

“Genel istihkâmcılık kapsamında; ana ikmal yollarının inşa bakım ve onarımı, arazi etüdü ve istihkâm keşfi, lojistik destek tesisleri inşa bakım ve onarımı, bölge hasar kontrolü, yangınla mücadele, hava alanları ve helikopter iniş yerlerinin inşa, bakım ve onarımı, inşaat emlak işleri, mayın ve engellerin kaldırılması, çevre koruma faaliyetleri, afet ve acil durum harekâtı, köprülerin inşa bakım ve onarımı ile üs bölgesi istihkâmcılığı faaliyetlerini yürütür.” 

Bu paragrafı tekrar tekrar okudum, hala okuyorum. Her okuyuşta insanlarımız enkaz altındayken ordunun istihkam yeteneğinin neden değerlendirilmediğini düşündükçe yüreğim daha çok acıyor.

DEPREMDE KAYIPLAR TEPKİ SÜREÇLERİ

7. Doğal afetlerle çalışanların, özellikle “kayıplar” karşısında kendi ve karşısındakinin duyguları konusunda çok iyi eğitim almaları ve uygulamalarında donanımlı olmaları gerekir. Kayıpla çalışmak zordur.  Zaman zaman alan çalışanlarına yönelik kıdemli danışanlardan destek alınıp durumların değerlendirilmesi yapılmalıdır.

E.Kübler- Ross kayıplar ve ilişkin duygular konusunda en bilinen bilim insanlarındandır. Kübler-Ross, sevilen bir kişinin ölüm haberini aldıktan sonra insanların gösterdikleri tepkilerin genellikle 4 aşamada olduğunu öne sürer:

A. İnkar (Yadsıma): Haberin duyulması insan üzerinde bir şok etkisi yapmakta, kaygı düzeyi artmakta, başa çıkılması kabul edilmesi çok zor bir olan bu durum yadsınmaktadır. Yakınlarını yitiren çocukların hiçbir şey olmamışçasına gülüp oynamaları, olayın yadsınmasının tipik bir örneğidir. 

B. Sorgulama: Daha sonra olayın araştırılıp, soruşturulmasına başlanır. Neden oldu? Niçin bizim başımıza geldi? Önleyebilir miydik? Bu evre en yoğun duygusal çalkantının olduğu dönemdir. Bu evrede yoğun suçlama ve suçlanma gözlenir. Genellikle suçlanmaların akılcı bir yönü yoktur. “Keşke” ile başlayan pek çok fikir akla gelir. Suçlama ve suçlanma ayna gibidir. Bilinmelidir ki biri sizi çok suçluyorsa aslında kendi çok suçlanıyordur. Bu nedenle öfke oldukça başat bir duygudur. Koşulların zor ve sorunlu olduğu zamanlarda haklı öfke tabloyu daha zorlaştırır. Çaresizlik/umarsızlık bu evrenin çok daha zor baş edilmesine yol açar.

C. Kabullenme: Durumun ve koşulların değişmediğinin görülmesi kabullenmeye yol açar

D. Çökkünlük, Depresyon: Depresyon ve yas kayıplardaki son aşamadır.

"BAZI KİŞİLER BU EVRELERİN BİRİNDE SAPLANIP KALABİLİR"

Genelde E. Kübler-Ross’un kayıp karşısındaki evreleri alan çalışanlarınca kabul edilir. Bazı uzmanlar ise kabullenme ve çökkünlüğün sırasını değiştirirler. Bu çok önemli değildir. Çökkünlüğü olan kişilerin her evrede desteklenmesi gerektiği açıktır. Kübler-Ross, bazı kimselerin bu aşamaların tümünü geçiremediğini, evrelerin birinde saplanıp kalınabileceğini de belirtir. Bu evrelerin bir diğer önemi ise, kayıplarla çalışanların da aslında farklı biçimlerde bu aşamalardan geçtiğidir. 

O gün farklı bir çadırkentte çalışacaktık. Orada da çadırlarda kalanların demografik verileri olmadığı için çadır çadır değerlendirme yapmaya karar verdik. Genç bir asistanımız bir çadıra girdiğinde içerden çok öfkeli bir ses yükseldi “Defolun buradan, sen benim kaybettiğim kocamı mı vereceksin, evimi barkımı mı vereceksin? Veremeyeceksen ne geldin?" Bu öfkeli yaklaşıma, eğitim almış asistanımız yumuşacık bir ses tonuyla “Çok özür dilerim, sizi rahatsız ettiysem, acınızın çok büyük olduğunu biliyorum; belki bir küçücük yardımım olabilir mi?” diye geldim.  Hemen çıkıyorum” dedi.  Bu kez kadın ağlamaya başladı “Ah yavrum çok da gençsin. Sağ olasın. Kusuruma bakma, acım çok büyük” dedi ve bu genç asistanla bu kadın arasında çok sağlıklı bir ilişki kuruldu, çünkü asistanımız bu öfkeyi üzerine almadı, yaşanabileceğini biliyordu ve hazırlıklıydı.  

"PAYLAŞINCA DUYGULAR BAŞ EDİLİR BİR DÜZEYE GELDİ"

Çadırkentin ortasından geçen yolun diğer tarafında, farklı bir kentten gelen ekip çalışıyordu. Bu örnekten yaklaşık bir saat sonra genç erkek asistanla, yaşlı bir depremzedenin birbirleriyle yerde yuvarlanarak kavga ettiklerini gördük. Yaşlı adam asistanı suçluyor, asistan ise “Nankörsünüz. 6 aylık bebeğimi bırakıp da geldim…” diye bağırıyordu.  Yaşlı adamı alıp uzaklaştırdım, sessiz bir köşede oturduk.  Baştan bana da çok tepkiliydi, çoğunlukla ben konuştum. Kayıplar karşısındaki duygularımızı anlattım, çok söze boğmadan küçük örnekler paylaştım, sonrasında yavaş yavaş çözüldü. Kendi oturduğu apartmanda oğluna da ev almıştı. O evde oğlu ve gelini enkaz altında kalmıştı. Ankara’da oturan oğlu 2 çocuğunu dedesinin evine göndermişti. “Torunlarıma sahip çıkamadım” diye ağlamaya başladı. Bu da yetmezmiş gibi enkaz kaldırma sırasında torununun bedenini çıkartırken, bu çok ağır görevi yerine getirirken çocuğun kolu kopmuştu. Adamcağız “Ben bunu nasıl yaptım” diye inanılmaz bir suçlanma yaşıyordu. Kayıplar karşısındaki aşamaları, suçlama ve suçlanmaları konuştuk. Çok ağladı, dakikalarca ağladı. Bir süre sonra “Doktora da ayıp ettik. Benim yerime sen özür diler misin? Ben sonra özür dilesem” dedi. Paylaşabilince, duygusu baş edilir bir düzeye geldi.

"RÜYASINDA TORUNUNU GÖRMÜŞ"

Ertesi gün için sözleştik. O acısıyla baş başa kaldı. Ben genç asistanla konuşmaya gittim, yılgın bir durumda eşyalarını topluyordu. Konuşma isteğimi büyüğü olduğum için geri çevirmedi. Dedenin öyküsünü onunla paylaştım. Suçlamaların onunla ilgisinin olmadığını konuştuk. Bu denli ağır bir suçlanmanın kaldırılmasının zor olacağını, kendine yöneltilen bu tür bir suçlamanın paketlenip kenara konulması gerektiğini, zaten taşınamayacak düzeyde olan duygunun üzerine bir damla suçlanmanın yansıtılmasının artık kaldırılamayacağını konuştuk. Dedenin özrünü ilettim, inanamadı. Toplanmayı bıraktı, yalnız kalmak için izin istedi. Sarıldım, tir tir titriyordu.

Ertesi gün dede beni kapıda bekliyordu. Beni görünce ağlamaya başladı.  Akşam rüyasında torununu görmüş, yeşillik bir tepeden koşarak geliyormuş “Dedeciğim bak kollarım bacaklarım yerinde” diyormuş.

2023 ÇARESİZLİK YILI OLARAK BELLEKLERDE KALACAK

Çaresizlik/umarsızlık duyguları kayıplarda çok yoğun yaşanır. 1999 Marmara Depreminde de yaşandı. Sevdiklerini bulamama, kaybetme, varlıklarını yitirme, sağlıklı ve güvenilir evlerden yoksun olma orada da vardı.  Ancak kanımca 2023 yılı Kahramanmaraş merkezli deprem çaresizlik duygularıyla anılacaktır. Yıkıntılar altından sevdiklerinin yardım isteyen sesini duyup bir şey yapılmadığını görmek, kolay üstesinden gelinebilecek bir duygu değildir. 2023 unutulmayacak çaresizliklerin yaşandığı bir yıl olarak belleklerde kalacaktır.

"BU DUYGU ÖNEMLİ BİR DERS OLDU"

8. Ekiple Çalışma: Her akşam ekibimizle oturup günlük çalışmalarımızı gözden geçiriyorduk. O günkü çalışmalarında çok yorulan, örseleyici durumlarla çok karşılaşan ekip elemanından ertesi günkü uygulamalarda daha farklı görevler isteniyordu.  Gerektiğinde küçük bireysel destekler uygulanıyordu.  Bir değişiklik olması açısından ekibe, Adapazarı’nın çok tanınan “ıslama köftesi”ni yemeğe götürdüm. Kalabalık olduğumuz ve toplu halde oturmak istediğimiz için köfteci “Yukarıda yerimiz var ama…” dedi, ben dahil hepimiz bu öneriyi sevinçle kabul ettik. 

2 kişinin sığamayacağı daracık bir merdivenden 2. kata çıktık. Büyük bir keyifle köftelerimizi yerken birden köftecinin cümlesindeki “ama” beynimde şimşekler çakarak lokmamı yutmamı engelledi. Bir deprem olduğunda bizim o daracık merdivenden dışarı çıkmamız mümkün değildi. Kimseyi tedirgin etmeden hızlanmalarını istedim. Dışarı çıktık, güvende olduğumuzda ne yaptığımızı söyledim. Herkesin önce benzi sarardı sonra bu duygusal tepkimizi anlamaya çalıştık.  Biz depremi yaşamadığımız için tehlike algımız depremi yaşayanlara göre farklı oluyordu.  Bu durum bundan sonraki çalışmalarımız için önemli bir ders oldu.

"ASKERLERİN ÜZERİNDE DEĞERLENDİRME YAPILMADIĞINI GÖRDÜK"

Ekibimizde olmadıkları halde birlikte çalıştığımız askerlerin üzerinde bir değerlendirme yapılmadığını gördük. Bunu askerlerin komutanı ile görüştük.  Çok anlayışlı, verimli bir konuşmaydı, komutan bizim araştırmamızı istedi. Bir soru formu hazırladık, askerler bunu içtenlikle doldurdu. En büyük yakınma, gündüz enkazdan çıkardıkları, beden bütünlüğü bozulmuş kişilerin rüyalarına girdiği bu nedenle uyku uyuyamadıkları şeklindeydi. 

Öfke, iştahsızlık, hayattan zevk almama çok aktarılan yakınmalardandı. Aslında asker olarak çok şey beklediğimiz bu grup, 18-20 yaşlarında deneyimsiz gençlerdi. Bu gençlerin de yardım almaları gerektiğini hem komutanla hem de Ankara’ya dönüşte Gülhane Askeri Tıp Akademisi (GATA) Psikiyatri Bölümü’ndeki arkadaşlarımızla paylaştık. Müdahale programlarının hazırlanması planlandı.

"YİTİRİLEN CANLARA KARŞI ÖDEVİM OLDUĞUNU DÜŞÜNÜYORUM"

Adapazarı dönüşünde yapılanlar konusunda verdiğim raporu yeniden okurken anılar da kayıtların peşine takıldı geldi. Onca yıldan sonra pek çok açıdan “Bu Cephede Değişen Bir Şey Yok” diye düşündüm.  Belki bu kez yazdıklarımın ufacık bir yol göstericiliği olur umuduyla yeniden kaleme alayım istedim.

O günlerde öğrendiklerimi bütün eğitimlerimde kullandım. Yukarıda andığım anıları derste paylaşmak acı veriyor kuşkusuz ama bu emaneti sevgili öğrencilerime ve birilerine aktardığımda yitirilen canlara karşı ödevim olduğunu düşünüyorum. Ve belki başka canların yitirilmeyeceğine ilişkin bir umudu diri tutmak için yaptığım bir çaba olduğuna inanıyorum.

 


İlgili Haberler

Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler