RAND Corporation'dan kritik analiz: "NATO, Türkiye ile ilişkisini yeniden tanımlamalı"
RAND Corporation tarafından yayımlanan güncel bir analizde, Batı'nın Türkiye ile 'ideolojik değil pragmatik' bir ilişki kurmasının daha yararlı olacağı tavsiye ediliyor. Yazıda Türkiye için yapılan, 'demokratik gerileme ve insan hakları ihlalleri gerilim yaratsa da kritik bir oyuncu' tanımlaması dikkat çekiyor.

ABD'de Donald Trump'ın iktidara gelişiyle birlikte, tüm dünya transatlantik ittifakında genişeyen çatlakları konuşurken, Amerikan istihbarat ve savunma çevrelerine yakın düşünce kuruluşlarından RAND Corporation tarafından Rebecca Lucas imzasıyla yayınlanan bir analizde Türkiye-NATO ilişkilerine dair öneriler yer aldı. Türkiye'nin NATO için kritik önem taşıdığının vurgulandığı yazıda, ittifakın Türkiye ile ilişkisini yeniden tanımlaması gerektiği savunuldu.
Lucas'ın analizine göre, NATO'nun ikinci büyük ordusuna sahip olan Türkiye, savunma sanayisinin hızlı ve düşük maliyetli üretim kapasitesi ile özellikle Ukrayna krizinde oynadığı kritik rol nedeniyle Batı için stratejik bir öneme sahip. Lucas'a göre, özellikle Türk yapımı Bayraktar TB2 gibi insansız hava araçlarının sahadaki başarısı, Türkiye’nin askeri kapasitesinin Batı açısından önemini ortaya koyuyor.
Lucas, Türkiye’nin Rusya’ya karşı tarihsel güvensizliğinin sürdüğünü ve Ankara'nın bağımsız stratejik bir güç olarak hareket etme arzusu taşıdığını belirterek, NATO’nun Türkiye ile ilişkilerinde ideolojik uyum beklentisinden vazgeçip daha pragmatik bir yaklaşıma geçmesini öneriyor. Lucas'ın analizine göre NATO, Türkiye'nin bağımsız karar alma eğilimini bir sorun olarak görmek yerine, bunu 'Rusya gibi ortak tehditlere karşı kullanılabilecek bir avantaj' olarak değerlendirmeli.
Lucas ayrıca, Avrupa Birliği'nin Türkiye’ye yönelik üyelik perspektifinin artık gerçekçi olmadığını ve bu belirsizliğin ilişkilere zarar verdiğini savunuyor. RAND Corporation tarafından yayımlanan analizde, NATO'nun Türkiye ile ilişkisini, AB üyesi olmayan ancak Avrupa ile yakın bağları bulunan İsviçre veya Norveç benzeri bağımsız bir ortaklık modeli üzerine kurmasının daha sürdürülebilir ve faydalı olacağı sonucuna varılıyor. Bu şekilde Türkiye’nin hem askeri hem de diplomatik kapasitesinden daha etkin bir şekilde yararlanılabileceği öne sürülüyor.
YAZARDAN AÇIKLAMA
Lucas, Türkiye'de demokratik sürecin yara aldığı bir dönemde yayınladığı ve NATO'ya, Türkiye ile ilişkilerini pragmatik bir perspektifle yeniden inşa etmeyi tavsiye ettiği makalesine gelebilecek tepkiler üzerine sosyal medya platformu LinkedIn'de paylaşımına bir bilgi notu ekledi.
Lucas'ın notunda şu ifadeler yer aldı:
"İstanbul Belediye Başkanı İmamoğlu hakkındaki berbat haberler nedeniyle, bu makaleyi paylaşmak için biraz bekleyecektim. Ancak Avrupa Komisyonu’nun Avrupa Savunmasıyla ilgili Beyaz Kitap'ı yayımlamasıyla birlikte, Türkiye'nin NATO ittifakı içindeki önemini hatırlamanın her zamankinden daha kritik olduğunu düşünüyorum. Avrupa, savunma alanında kendi çevresinde daha yakın ortaklıklar ve çözümler ararken, Türkiye önemli bir ortak olabilir. Mevcut jeopolitik durumda, Avrupa ülkelerinin ideal ortak seçme şansı olmadığını, var olan müttefiklerle çalışmak zorunda olduklarını düşünüyorum."
İşte, o yazının tam metni:
"GÖZ ÖNÜNDE, FAKAT İHMAL EDİLEN BİR ORTAK"
Savunma pozisyonlarını güçlendirme çabası içindeki Avrupa Birliği, son dönemde kendi savunma sanayisini geliştirmeye odaklanarak, iç üretime ciddi yatırımlar yapmakta ve işbirliğinin önündeki engelleri azaltmakta. İçeride yapılan bu yatırımlar önemli olsa da AB aynı zamanda, sınırları dışındaki müttefiklerine de yönelmelidir. Bu müttefikler arasında göz önünde fakat genellikle ihmal edilen önemli bir ortak bulunuyor: Türkiye.
Son haftalarda medyaya yansıyan haberlerde, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Ukrayna'daki barış gücüne asker gönderme konusunu değerlendirdiği belirtildi. NATO Genel Sekreteri Mark Rutte ise şimdiden Türkiye ile AB arasında daha derin bir işbirliği çağrısında bulunuyor.
"RUSYA'YA DUYDUĞU DERİN GÜVENSİZLİK..."
Türkiye, Batı açısından her zaman kolay bir müttefik olmadı. Erdoğan, Türkiye’nin NATO üyeliğini sık sık tavizler koparmak için kullandı. Örneğin, 2011’de Libya’da ortak hareket edilmesini geciktirdi, Finlandiya ve İsveç’in ittifaka katılım sürecini engelledi. Bu pragmatik yaklaşımın değişmesi pek olası değil. Ancak kritik nokta şu: Türkiye, genellikle yaptığı anlaşmalara sadık kalıyor ve mevcut siyasi ve ekonomik durumu nedeniyle bu anlaşmalardan basitçe çekilip gitme lüksüne sahip değil.
Dahası, Türkiye’nin temel jeopolitik çıkarları ve uluslararası istikrar konusundaki vizyonu NATO ile hâlâ büyük ölçüde uyumlu. Ankara, Ukrayna’yı askeri olarak destekleyerek ve Rus donanmasının hareketlerini kısıtlayan Montrö Sözleşmesi'ni uygulayarak Ukrayna krizinde kritik bir rol üstlendi. Türkiye’nin, Rusya’ya duyduğu derin güvensizlik halihazırda, tarih boyunca süregelen çatışma ve rekabetin bir mirası olarak stratejik hesaplarını belirliyor.
TÜRKİYE'NİN ASKERİ KAPASİTESİ VE NATO
Her NATO üyesi, [İttifaka] benzersiz bir katkı sağlar ve Türkiye de onlardan farklı değil. Ülke, askeri büyüklüğü, gelişen savunma sanayisi ve Avrupa sınırlarını aşan diplomatik erişimiyle öne çıkıyor. NATO’nun en büyük ikinci ordusuna sahip olan Türkiye, geniş sınırların savunulmasında veya ileri karakollarda görev almada sayısal avantaj sağlıyor. Askerlerinin bir kısmı profesyonel olmayan zorunlu askerlerden oluşsa da modern savaşta nicelik hâlâ belirleyici bir faktör.
Türkiye'nin savunma sanayisi, onlarca yıllık yatırım ve teknoloji transferleri sayesinde ciddi gelişme gösterdi. Türk yapımı Bayraktar TB2 gibi ekipmanlar, Batılı muadilleri kadar ileri teknolojili olmayabilir, ancak uygun maliyetli ve savaş alanında oldukça etkili olduğu kanıtlandı. Ukrayna ordusunun Türk İHA’larıyla elde ettiği başarılar, üst düzey ama sayıca sınırlı silahlar yerine dayanıklı ve hızlı üretilebilen sistemlerin önemini gösteriyor. Günümüz savaşlarında hızlı ikmal kritik olduğundan Türkiye’nin seri üretim kapasitesi stratejik bir avantaj sağlıyor.
"PRAGMATİK İLİŞKİ EN GERÇEKÇİ ÇÖZÜM"
Türkiye'nin katkıları yalnızca askeri boyutla sınırlı değil.
Diplomatik, kültürel ve ekonomik ilişkileri Afrika, Orta Doğu ve Güneydoğu Asya’ya kadar uzanıyor. Türkiye, Avrupa’daki NATO üyelerinden farklı olarak Brüksel ve Washington’un kaçınmayı tercih ettiği rejimlerle dahi iletişim kurabilme kapasitesine sahip. Kritik maden kaynaklarına erişim sağlama, enerji anlaşmaları yapma veya Rusya ve Çin’in etkisini dengeleme konusunda Türkiye, NATO’nun Batı nüfuzunun sınırlı olduğu bölgelere açılan bir kapısı olabilir.
NATO’nun Türkiye ile ilişkisini derinleştirmesi, zihniyet değişimini gerektiriyor. Avrupa liderleri, Türkiye’nin arzuladıkları gibi tamamen Batılılaşmış bir müttefik olmayacağı gerçeğini kabul etmeli ve mevcut Türkiye’yle ilişki kurmalıdır. Paylaşılan çıkarların ideolojik uyumun önüne geçtiği daha pragmatik bir ilişki yaklaşımı, en gerçekçi çözümdür. Türkiye, kendini bağımsız bir güç olarak görüyor, NATO’nun alt kademesinde yer alan bir ülke olarak değil.
Türk liderleri, kendi ulusal çıkarlarına en iyi hizmet eden anlaşmaları yapmaya devam edecek. NATO, bu gerçeğe direnmek yerine onu avantaja çevirmelidir.
AVRUPA İLE YAKIN FAKAT BAĞIMSIZ BİR ORTAKLIK MODELİ
Türk dış politikası güçlü bir stratejik özerklik arzusu tarafından şekilleniyor. Bu durum, NATO liderleri açısından zorlayıcı olsa da, Ankara’nın asla Rusya’nın kuklası olmayacağı anlamına geliyor. Türkiye’yi NATO çizgisine zorlamak yerine, NATO liderleri Türk bağımsızlığının Batı hedefleriyle örtüştüğü alanları (örneğin, Karadeniz ve Suriye’de Rus etkisinin sınırlandırılması) belirlemelidir.
Türkiye-NATO ilişkilerinin önündeki en büyük engellerden biri, AB üyeliğiyle ilgili süregelen belirsizlik.
Hiç kimse artık Türkiye’nin AB’ye katılacağına gerçekten inanmıyor, fakat hiçbir taraf bunu açıkça dile getirmek istemiyor. Bu belirsizlik sadece kızgınlığa yol açıyor. Sonu olmayan diplomatik dansı sürdürmek yerine, NATO liderleri gerçeği kabul etmeli: Türkiye’nin geleceği İsviçre, Norveç veya (giderek artan biçimde) Birleşik Krallık benzeri, Avrupa ile yakın fakat bağımsız bir ortaklıkta yatıyor.
"İDEAL BİR ORTAK DEĞİL, FAKAT..."
Türkiye ideal bir müttefik değil, fakat bugünün jeopolitik ortamında ideal müttefikler, NATO'nun sahip olabileceği bir lüks değil. Ankara’nın demokratik gerilemesi, insan hakları ihlalleri ve Rusya ile yakınlaşması gerilim yaratsa da Türkiye, Rus saldırganlığına karşı koymada, Suriye’yi istikrara kavuşturmada ve NATO’nun küresel erişimini genişletmede 'kritik bir oyuncu' olmaya devam ediyor.
Türkiye’nin de dahil olduğu son Avrupa savunma görüşmeleri, olumlu bir ivmenin oluştuğuna işaret ediyor. NATO şimdi Türkiye ile ilişkisini gönülsüz bir ortak yerine vazgeçilmez bir müttefik olarak yeniden tanımlamak için bu fırsatı değerlendirmelidir.

En Çok Okunan Haberler
-
Sonuçlar çarpıcı... Dengeler nasıl değişti?
-
Boykotun etkisi sahaya nasıl yansıdı?
-
Özel'den Bahçeli'ye jet ‘Saraçhane’ yanıtı!
-
'Burnundan fitil fitil getireceğim!'
-
Özel'den Erdoğan'a 'mezar' yanıtı!
-
İmamoğlu raporundaki sır
-
CHP'den Erdoğan'ın sözlerine ilk tepki!
-
CHP'nin 'boykot' kararı Fatih Portakal'ı üzdü
-
Gürcistan’daki çatışmayı 'Saraçhane' diye paylaştı
-
İktidarın 'İmamoğlu' planı deşifre oldu