“Gavur İzmir” önünde Timurlenk!

KONUK YAZAR | Bergama eski Belediye Başkanı Sefa Taşkın, Cumhuriyet Ege için yazdı...

“Gavur İzmir” önünde  Timurlenk!
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 02.09.2024 - 09:21

Geçmişte İzmir’de yaşanmış olaylar kent tarihinin köşe taşlarıdır!

Mavi gök kubbenin altında mavi körfez nelere tanık olmadı ki!

Gök gürledi, bulutlar ne yağmurlar bırakmadı ki! 

İnsanlar hep özneydi doğanın içinde.

Yamaçlarda zeytin toplayanlar, bayırlarda koyun otlatanlar, yalıda balık tutanlar, düzlüklerde üzüm, buğday yetiştirenler, sahilde dolaşan ozanlar!

Sıradan insanlar bu güzelliklerin tabii ki keyfini çıkardı, onlardan yararlandı.

Ama toplumsal gelişme o aşamadaydı ki son sözü hep buyurganlar söyledi.

Kan teri aştı!

Savaşlar, çatışmalar hep insanların ürettiklerine el koymak içindi.

***

İzmir ve çevresinin Türk yurdu olmasının tarihi, 1071 Malazgirt Savaşı ardından, Anadolu’ya yayılan Türkmen beylerinden Çaka Bey’in 1081 yılında İzmir’i fethiyle, Türklerin yöreye yerleşmesiyle başlamış, sonra hızlanmıştı.

(Çaka Bey büstü-Mersin Müzesi)

Bizans İmparatorluğu döneminde çeşitli nedenlerle nüfusu azalmış, boşalmış Anadolu’ya akın akın Türkmenler geliyor, kimi yerde çatışarak bu kadim toprakları kendilerine vatan yapıyordu.

Bir ara Bizans’a esir de düşen Çaka Bey İzmir’i, yerleşiklerin dilinde  “Smirni”yi 8000  Türkmen yiğidiyle aldı.

Kurduğu 40 parçalık, güçlü bir donanmayla İzmir merkezli Urla ve Foça’yı da içeren, Midilli, Sakız, Sisam, Rodos adalarına egemen olan bir beylik kurdu. Marmara Denizi kıyılarına kadar açıldı. Gözü pekti.

(Ege’de savaş)

Antik çağın büyük ozanı İzmirli Homeros’un eserlerini okuyup anlayacak kadar Helence/Yunanca bildiği söylenir.

Onun kişiliğinden, gittikçe artan gücünden rahatsız olan Bizans ve Anadolu’daki Selçuklu Sultanı I.Kılıç Aslan (1079-1107) Çaka Bey’e karşı ittifak yaptı.

Bundan haberi olmayan Çaka Bey, Kılıç Aslan’ın davetiyle gittiği ziyafette öldürüldü (1092).

Türk’ün Türk’e ettiğine bak!

Kurduğu küçük beylik, I.Haçlı Seferinin başlamasıyla Anadolu’ya giren Haçlılar tarafından 1097 yılında yıkıldı. Haçlılar İzmir’i Bizanslılara teslim etti.

Haçlı saldırganların kırımlarıyla bölgeye yerleşmiş Türkmenler içlere, dağlara doğru çekildi.

Ancak Türkmenler artık çevreyi tanımış, bu bereketli toprakları yurt edinmeye kararlıydı.

(Çaka Beyin İzmir beyliği)

***

150 yıl kadar İzmir’i elinde tutan Bizans 1261 yılında kenti tüccar Cenevizlilere (İtalyan Cenovalılar) verdi. 

Bu süreçte Anadolu’daki Türkmenlerin sayısı, doğudan gelen göçlerle durmadan artıyordu.

Yer yer küçük beylikler kuruluyordu. 

1299’da Kayı boyundan Ertuğrul Gazi oğlu Osman Bey, Bilecik-Bursa dolayında kurduğu beylikle gelecekte cihan hakim olacak İmaratorluğun temelini atarken, bir diğer Türkmen beyi Aydınoğlu Mehmet  Bey, 1308’de, Bizanstan aldığı Birgi’de (Ödemiş-İzmir) kendi bağımsızlığını ilan ediyordu.  

İzmir kentinin çevresini de hızla ele geçiren Mehmet Bey Kadifekale’yi zapt etmiş ancak  1097’den beri Hıristiyanları elinde bulunan  yalıdaki Liman/Okçular Kalesini alamamıştı.

(İzmir Limanı ve Kalesi ile ilgili bir harita. 16.yüzyıl. İç limanın yüzyıllarca kullanıldığı anlaşılıyor.)

Böylece İzmir’in karasal tarafında ve Kadifekale eteklerinde yavaş yavaş gelişen Türk mahalleleri oluşmuştu. 

Hıristiyanlarlar ise körfez kıyısında, uzun yıllar karaya bir cep gibi giren koydaki iç limanı koruyan Liman/Okçular Kalesi çevresinde yaşıyordu.

Kalenin bekçilik yaptığı bu küçük koy/liman, eskiden Değirmen Dağı denen yüksek, bugünkü Eşrefpaşa semti eteklerinden  gelen sellerin yığıntılarıyla 17.yüzyıla doğru dolacaktı.

Bu Liman Kalesinin çevresi ve deniz kıyısı, Hıristiyanların yaşadığı yöre  “Gavur İzmir”,  iç taraf, Kadifekale’ye doğru uzanan yerler “Müslüman Mahallesi”ydi.

Geçen yıllarda kasıtlı olarak günümüz İzmirine de yakıştırılmaya çalışılan “Gavur İzmir” deyişi bundandır, tarih bilmezlikten!

“Müslüman Mahalleleri”nde, kendi kültürlerini yaşayan Türkler oldukça dindardı.

(1800’lü yıllarda Liman Kalesi)

***

Aydınoğlu Mehmet Bey’den sonra başa geçen oğlu Umur Bey 1329’da iki yıllık bir kuşatmadan sonra “Aşağı Kaleyi, Liman Kalesi”ni fethetti.

“Gavur İzmir” de Müslümanların eline geçti!

Umur Bey yalıya kurduğu tersanelerle denizlerdeki etkinliğini arttırdı. Kıyıları vura vura, baskın yapa yapa uzak diyarlara kadar gitti.

Yunanistan’da Mora yarımadası-Korint boğazını ya da Çanakkale-Gelibolu kıstağını, gemilerini yağlı tahtalar üzerinden karada kaydırarak, hayvanlarla çekerek geçirdiği söylenir.

Ancak Umur Beyin parlak günleri çok sürmedi. 

(Umur Bey heykeli-Birgi/Ödemiş/İzmir)

O zamanın Dünya politikasında da Avrupalı Hıristiyanların gözü Orta Doğu’daydı. 

Bataklıklar, ormanlar içinde zorluklarla yaşayan Avrupalı köylülerdi savaşa sürülenler. Kendi yurtlarında feodal beylerin emrinde sersefildiler. 

Haçlı bayraklarıyla sürüler halinde Orta Doğu’ya saldırdılar.

Anadolu onlar için bir köprüydü.

Din adına yapılan en kanlı paylaşım savaşlarındandır Haçlı Seferleri.

(Deniz Savaşları)

Niyet, görünürde Hz.İsa’nın yaşadığı kutsal sayılan toprakları Müslümanların elinden almak, Hıristiyan ülkesi yapmaktı. 

Ama gerçek amaç, o zamanlar dillere destan olan sıcak ülkelerin zenginliklerine el koymak, ticaret yollarını denetim altına almaktı.

Yağmacı Haçlı seferleri art arda geldi. 

Bu ortamda Anadolu’nun batı ucunda, sefer yolundaki korunaklı İzmir limanının önemi  ortadaydı. 

Tüccarlar için bir durak, uğrak yeriydi burası. Üstelik zengin bir doğanın parçasıydı.

1334’de Haçlılar büyük bir donanmayla İzmir’e saldırdılar. Liman Kalesini ve “Gavur Mahallesi”ni tekrar ele geçirirler. Aydınoğullarının tersanelerini, donanmasını yaktılar.

Umur Bey böyle güçlü bir saldırıya karşı İzmir’i koruyamamıştı ama kentin en yüksek yerine,  Rumlarca adı “Pagos” olan“Kadifekale”ye çekildi.

Yöreyi terk etmedi.

Haçlılar Kadifekale’yi alamadılar ve Türkleri İzmir’den söküp atamadılar.

Artık Türklerin de yurduydu bu topraklar.

Umur Bey Türkmenleri hemen toparlamaya girişti. Ardına aldığı yeni güçlerle 1348’de İzmir’in Liman Kalesini, geri almak için kuşattı. 

Haçlılar kenti zapt ettikten sonra Kaleyi Rodos Şövalyelerine teslim etmişti. 

Ne yazık ki Umur Bey bu kuşatmada Kaleden atılan bir okla öldü. Kaleyi fethedemedi. 

Aydınoğullarının merkezi Birgi’de babasının yanına gömüldü.

Babası Mehmet Bey 1312 yılında, Birgi’de taş işçiliği ve ahşap oymacılığı göz alan, Anadolu Türk sanatının en güzel örneklerinden biri olan, kendi adını taşıyan bir cami yaptırmıştı. Camisinin haziresinde (bahçesindeki küçük mezarlıkta) yatıyordu.

Umur Bey’in yerini  kardeşleri Hızır ve İsa Bey aldı. İzmir çevresinin Türkleşmesini onlar sürdürdü.

Ama Smirni/İzmir Kalesi Rodos şövalyelerinin elinde kalmıştı.

(1550-1650 yılları İzmir. Liman, Kadifekale.)

***

Umur Bey’den yaklaşık 55 yıl sonra İzmir yine kanlı günler yaşayacaktı.

Orta Asyalı fatih Timur, giderek Türkleşen ancak sahili ve Kalesi Hıristiyan Rodos Şövalyelerinin elinde olan İzmir’in tarih sahnesinde yer alacaktı.

Timur’la İzmir’in bu karmaşık yıllarda ilişkisi neydi?

Nasıl gelmişti, neden gelmişti, neler yapmıştı buralarda?

Ne izler bırakmıştı, bu hem çok akıllı hem de kıyıcı önder? 

***

Timur, bugünkü Özbekistan’da, Semerkand yakınında “Şebz” şehrinde, 1336 yılında doğmuştu.

Burası Aral gölü ile Hazar denizi arasında kalan topraklardır.

Aral gölüne dökülen Seyhun (Siri Derya) ve Ceyhun (Amu Deya) nehirleri bu toprakları sular.

Burası,  1227’deki ölümüyle imparatorluğu parçalanan Moğol Cengiz Han’ın oğullarından Çağatay Han’ın payına düşmüştü.

(Cengiz Han’ın Pekin’e girişi-Reşiddüdin)

Bu bölgede çoğunlukta olan Türklerle  Moğol soyu birbirine karışmış, başlangıçta Şamanist ve Budist olan Çağatay Hanları 1330’lu yıllarla birlikte İslam dinini seçmiş, dilleri de Türkçe’ye dönüşmüştü.

Yakın zamanlara kadar buralarda konuşulan dile Çağatay Türkçesi deniyor.  

Timur’un soyunun Türkleşmiş bir Moğal boyu olan Barlaslar’dan geldiği ileri sürülür. Babası Turgay annesi Tekira Hatun idi.

Bir görüşe göre de Barlaslar ile Cengiz Han ortak bir atadan geliyordu.

Doğrudan Cengiz Han soyundan olmaması nedeniyle, kendine “Han” demiyor, “Emir” diyordu Timur. 

Ancak hakanlık konumunu yasal hale getirmek için Cengiz soyundan gelen kukla bir “Han”ı tahta oturtup Devleti kendi yönetiyordu.     

Bunun yanı sıra durumunu güçlendirmek, pekiştirmek için yine Cengiz Han soyuna mensup “Bibi Hatun” lakaplı “Saray Melik” hanımla evlenmiş, saygın bir unvan olan“Küregen” “Güvey” sanını kullanma hakkını kazanmıştı.

Ancak Bibi Hatun’un, Timur seferdeyken ona sadık kalmadığı yönünde söylentiler vardı.

(Timur’un yaralandığını temsil eden bir minyatür)

Timurla görüştüğünü yazan Tunuslu İslam alimi İbni Haldun’a göre Timur bir Türk’tü.  

Doğduğunda avucunda kan olması ileride çok kan dökeceğinin, saçlarının beyaz olması olgun bir kişi olacağının ve çok işler başaracağının delili olarak yorumlanmıştı.

Timur yetişkin iken uzun boylu, geniş omuzlu, başı büyük, alnı geniş bir erkekti. Asık suratlıydı ve ciddiyet akardı üzerinden. Bakana korku verirdi.

Sağ eli felçli ve sağ ayağı topaldı.

Bir anlatıya göre küçükken koyun çalarken bir çoban tarafından omzundan ve kalçasından vurulmuş, çolak ve topal kalmıştı. 

İbni Haldun’un verdiği bilgiye göre ise Timur’un topal olmasının nedeni gençliğinde girdiği bir çatışmada aldığı ok yarasıydı.

Bu nedenle ona Timurlenk, Aksak Timur deniyordu.

İslamın Orta Asya’da kökleştiği bir ortam vardı doğduğu topraklarda.

Timur, Moğol kökleri de olan sünni bir Müslüman Türktü.

Dindar görünüyordu. 

Başkent yaptığı Semerkand’da, “Tasavvuf İlmi”nin öncülerinden, çok saygı duyduğu büyük İslam alimi Hoca Yesevi’ye bir türbe yaptırmıştı.

 Ardılları günümüze kadar gelen Nakşibendilik tarikatının kurucusu, büyük mutasavvıf Muhammed Bahaüddin’e de hürmet ediyordu.

Dini siyasette çok iyi kullanıyordu. 

Din, çoğunlukla kimi siyasetçilerin davranışlarına toplum nezdinde meşruiyet sağlıyor. Eskiden de öylemiş, şimdi de.

(Emir Timur)

Bunların yanı sıra ülkesinde boş arazilerde tarım yapılması için nüfus kaydırmaları, yeni iskanlar yapıyor, sulama kanalları açtırıyordu. Ticaretin gelişmesi için girişimlerde, düzenlemelerde bulunuyordu.

43 eşi ve cariyesinin olduğu söylenir.

O zamanların bir kendine bağlama ve barış sağlama yöntemi olarak fethettiği yerlerin beylerinin karılarını, kızlarını kendine eş ya da cariye yapması bu sayıyı arttırmıştı.   

Aynı zamanda bir satranç oyunu tutkunuydu. Kimse onu yenemezdi. Hatta   satranç tahtasını büyütmüş, oyuna deve, boğa, aslan gibi yeni taşlar eklemişti.

Bir akıl oyunu olan satranç deneyimi muhtemelen birçok savaşı kazanmasına yardımcı olmuştu.

Yaman bir savaşçı ve savaş yöneticisiydi.

Hırslıydı!

Doğduğu toprakların yönetimini,  Aral gölüne dökülen Seyhun (Siri Derya) ve Ceyhun (Amu Deya) nehirleri arasındaki, Arapça “nehrin ötesi” anlamına gelen “Maveraünnehiri” ele geçirdikten sonra batıya yöneldi.

(Timur’un seferleri ve I.Beyazıt)

Horasan’ı, Kuzey İran’ı, Azerbaycan’ı, Hindistan’ın ve Irak’ın kuzeyini, Suriye’yi fethetti.

Tabii ki geçtiği yerleri yağmalıyor, darmadağın ediyordu.

Kılıcı çok keskindi!

Anadolu’da Sivas’a kadar geldi.

***   

Timur’un savaşı aslında bir fetih savaşı, ele geçirdiği bölgelere yerleşme amacı taşımıyordu.

Çok kıyıcı ordusuyla zapt ettiği yerlerde ona direnmiş halkı çoğunlukla, acımasızca kılıçtan geçiriyor, altın gümüş gibi değerli ne varsa yağmalıyordu. 

Bu amaç ve eylemlerle Anadolu’ya girdi.

Osmanlı Sultanı I.Beyazıt (1360-1402) adım adım ülkesine sokulan, başlangıçta savaşmak istemeyen görüntüsü veren Timur’un karşısına dikildi.

Ülkesini çiğnetemezdi ya!

(Ankara Savaşı ve I.Beyazıtın esir düşmesi -1402)

Sultan I.(Yıldırım) Beyazıt “28 Temmuz 1402”de Ankara’da, Çubuk Ovasındaki ünlü savaşta, yanlış konumlanma, eşliğindeki birliklerin ihaneti, Timur’un kurnazlığı sonucu yenildi. 

Bu savaşta Timur’un, Hindistan seferinde elde ettiği savaş fillerini kullanması Osmanlı ordusuna karşı büyük bir üstünlük sağlamasına yol açtı.

Filler, Osmanlı hatlarını yarıp ağır zararlar verdiler. Koca hayvanlar Osmanlı ordusunun moralini ve düzenini bozdular.

Sonuçta Osmanlı Sultanı I.Beyazıt esir düştü.

Ardından Timurlenk Anadolu’yu talan etti. Birçok kenti yakıp yıktı. 

Askerleri değerli ne varsa topluyordu. Ganimet deniyordu buna!

Türk sayılan ve Müslüman olan Timur, yine bir Türk ve Müslüman olan Yıldırım Beyazıt’ı  kafese koyulmuş bir aslan gibi elaleme teşhir etti.

(Timur tarafından kafese konulan Sultan Beyazıt- Bir Avrupa resmi-1584)

Anadolu insanlarını ezdi.

Bu verimli topraklarda daha yağmalanacak yer çoktu.

Kütahya’da ordugah kurduktan sonra, Aralık 1402’de Batıya yönelmeden önce, Osmanlı Devletinin Anadolu’daki Türk beyliklerini yönetimi altında birleştirerek kurduğu birlik düzenini bozdu.

Nasıl olsa Yıldırım Beyazıt yenilmiş, Anadolu Timur’un eline geçmişti. İstediğini yapardı!

Timur bu beyliklerin topraklarını önceki Beylerine geri verdi.

Anadolu’nun Osman Bey oğulları tarafından bin bir çabayla oluşturulan siyasal birliğini paramparça etti.

Tabii ki bu birliğin yok edilmesi girişiminden, Osmanlının düşmanı  Ortodoks Hırıstiyan Bizans Devleti de çok memnundu.

Balkanların altını üstüne getiren Yıldırım Beyazıt Bizans’ı, İstanbul’u da kuşatıp zapt etmeye kalkmıştı çünkü.

Aksak Timur onunla aynı dili konuşan, aynı dine, aynı mezhepe  mensup I.Beyazıtı yenince,  Bizans için Anadolu’dan gelecek Türk tehdidi zayıflamıştı.

Bizansın/İstanbul’un üstüne gitmedi Timur. Anadolu onu yeterince oyalayacaktı. Üstelik kendi yurdundan da oldukça uzaklaşmıştı.

Hıristiyan Devletler Osmanlıyı parçalayan Timurlenk’i seviyordu.

***

(Esir Beyazıtı denetleyen Timur. Resim (Chilobowski-1878). 

Öte yandan duydukları, çaşıtlarının bildirdikleri Batı Anadolu’nun zenginliğini anlata anlata bitiremiyordu.

Komutanları bugünkü Marmara bölgesini de yağmaladılar. 

Kucak kucak altın taşıdılar Timur’a.

Sıra Ege Denizi’ne ulaşmaya gelmişti.

Hıristiyanların, yerleşiklerin “Smirni” dediği İzmir’in şanı arşı alaya çıkmıştı.

Bitek ovaları servet üretiyordu.

Limanlara gelen giden gemiler hep yük doluydu.

O dönemde yaşamış Bizans tarihçisi Mikhael Dukas’ın anlattığına göre Timur Edremit üzerinden Bergama’ya geldi. Bir süre Bergama’da kaldıktan sonra İzmir çevresine yöneldi.

Çağdaş yazar Roy E.Steir’in yazdığına göre de Timur’un askerleri bölgede, muhtemelen Denizli civarında bulunan  kirli ya da zehirli bir kaynaktan su içtikleri için hastalanmışlardı.

Zengin yöreyi talan ettiğı sırada; Timur yanlısı yazar Ali Yezdi’nin verdiği bilgiye göre; işlek limanları olan Ayasuluk (Efes-Selçuk) ve Balat’a (Milet-Söke) girdi. Buraları denetimine aldı.

Ticaretin çok canlı olduğu Tire’de bir süre kaldı.

Timur, Tire’ye girişiyle ilgili olarak kente; halk arasıda “Karataş” olarak anılan, ama sonra kaybolan, Farsça (İran dili) yazılı bir “kitabe” diktirdi. 

Osmanlı kaynakları Timur’un kışı “Aydın ili”nde geçirdiğini yazıyor.

(Timur dinleyicilerine buyuruyor. Minyatür (1467)

***

1344 yılı Haçlı Seferleri sırasında, Haçlılar Smirni/İzmiri Rodos adasına üslenmiş, bir Hıristiyan tarikatı olan Saint Jean/John Şövalyelerine teslim etmişti.

  

11.yüzyıl sonunda Haçlıların zapt ettiği Kudüs’te katolik şövalyeler tarafından kurulmuş bu tarikatın amacı, başlangıçta hastaları tedavi etmekti. Bu nedenle onlara “Hospitalier” “Hasta bakıcılar” deniyordu.

Aynı zamanda savaşçı olan bu tarikat, Haçlıların Kudüs krallığı çökünce 1291’de Kıbrıs’a, ardından Rodos’a sığındı. Malta adasında üslendi. 

Zamanla Akdenizi haraca kesen Rodos şövalyeleri için konumu stratejik İzmir yerleşilecek, önemli bir silahlı güç barındırılacak, kolay elde tutulacak bir yerdi.

Bu nedenle, Anadolu’da Türkleri birleştirmeye uğraşan Osman oğulları için, yörede gittikçe artan Türk varlığına rağmen, İzmir’in deniz kıyısındaki  zapt edilmesi zor kalesini fethetmeye sıra gelmemişti. 

Timurlenk İzmir’e vardığında, karşısında korunaklı bir kaleye ve limana sahip  savaşkan Rodos Şövalyelerini buldu.

(Timur savaşta)

Ege Denizi’ne ulaşan Timur’un yüksek bir yerden seyrettiği İzmir’in  güzelliğine, körfezin ihtişamına hayran kaldığı söylenir. 

Körfez bir inci gerdanlık gibi duruyordu gözlerinin önünde.

O zamandır bu zamandır hep güzeldir İzmir!

Poyrazı, imbatı, fışır fışır sahile çarpan köpüklü dalgalarıyla!

Yöredeki ilk Türkmen boylarının önderi Çaka Beyin bir süre elinde tuttuğu, daha sonra Hıristiyanların geri aldığı, bu süreçte Osmanlının fethetmeye kalkmadığı kenti zapt etmeye karar verdi Orta Asya’dan gelme yaman fatih.

Kim bilir el konacak ne kadar çok malı vardı bu zengin kentin?

Kuşattığı birçok yerde yaptığı gibi Timurlenk kentin sahiplerini önce ikaz etti.

İlk gün elçilerine “beyaz bayrak” sallatarak teslim olmalarını istedi. Olmadılar!

İkinci gün gösterilen “kırmızı bayrak” kenti zapt etmek için zor kullanılacağının işaretiydi.   

Yine teslim olunmazsa üçüncü gün göndere çekilen “siyah bayrak” ise kentin yağmalanacağını ve insan kırımı olacağını bildiriyordu.

(Emir Timur ve Meclisi)

Rodos Şövalyeleri bunlara aldırmadılar. Kalelerine güveniyorlardı.

Kelenin koruduğu küçük limana gelecek dost gemilerden yardım alabileceklerini umuyorlardı. Deniz aşırı birçok  yakınları vardı.

Ancak karşılarına bir savaş dehası çıkmıştı. Bir santraç ustası!

Üstelik ona karşı çıkanın gözünün yaşına bakmayan, düşmanına acımasız olan bir komutan. 

Aksak Timur Kale surlarında gedik açmak için temellerine “lağım” denilen çukurlar, tüneller açtırdı. 

Buralara yerleştireceği barutla duvarları patlatmayı tasarlıyordu. 

Zaten bu yöntem o devirde saldırgan orduların kuşatmalarda kullandığı klasikleşmiş bir yöntemdi.

Bir yandan da çevre tepelerden taş söktürmek, bu taşları limanın ağzına taşıtmak için erlerini seferber etti. 

Oysa limanın girişi, aylarca taş taşınsa bile kapatılacak darlıkta  değildi. 

Giriş engellenemezdi. Deniz doldurma girişimi boşunaydı! 

Böyle düşünen İzmir’in şövalyeleri bu bakımdan rahattı. Rodos’tan ve diğer üsleriden  deniz yoluyla her an yardım gelebilirdi.

Ancak Timur’un amacı limanın girişini kapatmak değildi. 

“O”, bu limanın ağzına taşınan taşlarla, içeri girmek isteyen gemileri batırmak için kullanacağı toplara sağlam zemin oluşturmaya çalışıyordu.

Limanın girişi denetim altına alınınca  Rodoslulara yardıma gelen gemiler içeri giremediler, destek veremediler. Ama Kaledekiler de kolay teslim olmadı.

Burçlardan ve surlardan atılan oklarla Timur’un ölen askerleri yığın oldu surların dibinde.

Her zamanki gibi bu savaş da çok kanlıydı.

Topların ısrarla kaleyi dövmesi, lağımcıların barutları ateşlemeleriyle sur duvarları ve kale burçları yıkıldı. Timur’un ordusu İzmir’e girdi.

(Timur'un İzmir Kuşatması'nı gösteren Fars/İran minyatürü, (Bihzad-1467) 

Yardıma gelen Rodos Şövalyelerinin gemileri yoğun top atışı karşısında limana yaklaşamadı bile.

Çok sertti Orta Asyalı savaşçılar.

Askerler kentte direnenlerin kestikleri başlarını toplarla gemilerin üzerine fırlattılar.

Hatta kellelerden duvar örüldüğü bile iddia edildi.

Gemilerle yardıma gelenler suların üstünde yüzen, onlara doğru fırlatılan, sur duvarlarına dizilmiş kesik başları görünce ürktüler, dehşete düştüler.

Böyle bir şey görmemişlerdi o güne dek.

Gemileriyle birlikte çekildiler, kaçtılar.

***

Timur, İzmir’i ele geçirdikten sonra Cenevizlilerin (İtalyan-Cenovalı) elinde olan Foça’ya, teslim olmaları için torunu Muhammed Sultan’la haber gönderdi. Yoksa akıbetleri İzmir gibi olacaktı.

Foçalılar da boyun eğdi Timur’a. Bağışlanmalarını istedi. Baç/haraç ödemeyi kabul etti.

(Timur)

***

Timurlenk daha sekiz ay Anadolu’da kaldı.

Anayurduna, Orta Asya’ya doğru yola çıktı. 

8 Mart 1403’de, I.Beyazıt’ın ölümünü duyunca çok üzüldüğü söylenir.

Tabii ki o kadar aşağıladıktan sonra!

Anadolu’yu siyasal olarak karmakarışık ettikten sonra.

Onu kafeste gezdirmesinden sonra!

Oysa aynı dili konuşuyor, aynı Peygambere inanıyorlardı.

Başkent Semerkand’a dönünce ülkesinde, yanında getirdiği ganimetlerle büyük gösteriş yaptı. 

Ancak hastaydı Timurlenk. 

Kesip biçmeye, başkalarının ürettiklerine el koymaya o kadar alışmış olmalıydı ki ülkesine döndükten sonra bile yeni fetihler yapmaktan vaz geçmeyecekti.

Daha önce üzerine gitmek istediği ama gerçekleştiremediği bir sefere çıkmak, Çin’in üstüne yürümek istiyordu.

Ondan iki yüz yıl önce Cengiz Han’ın fethettiği (1215), torunu Kubilay Han’ın imar edip Moğol İmparatorluğunun başkenti yaptığı (1272) Pekin’i, o zamanki adıyla “Han Balık”ı (Han Şehri) görmek/almak istiyordu belki!

Yola çıktığı 1405 yılında, Ceyhun nehri kıyısındaki “Otrar” (Farab) da vefat etti Timurlenk. 

Dünya kimseye kalmıyor!

O zamanlar “kulunç” denilen ölümcül bir hastalık nedeniyle vefat ettiği söylenir!

Öldüğü “Otrar” aynı zamanda büyük Türk ve İslam filozofu ve bilim adamı Farabi’nin doğduğu kentti. 

Semerkand’a gömüldü Timur.

(Timur’un mozelesi. Günümüz- Semerkand/ Özbekistan .1403-1404)

***

Timur’un İzmir’e kadar uzanan Anadolu seferi kanlı bir serüvendir.

Eylemleri Anadolu’da yaşanmış zorlu günlerin şiddetini gösterir.

Savaşları ve savaş sonrasında yaptıkları onu sevilenden çok korkulur bir önder haline getirmişti.

Zaten savaşın ürünü, ne adına yapılmış olursa olsun “ölüm”dür.

Doğduğu topraklarda, Orta Asya’da dine, dindarlığa, İslam alimlerine çok değer verdiği, usta sanatçılar elinden görkemli yapılar oluşturduğu halde Timur’un çıktığı seferlerde, kendi soydaşlarına bile yaptığı kıyıcılık o gün için bir zafer gibi  görünür ama öününde sonunda insan kırımıdır.

Savaşmak insanlığın en kötü huyudur!

Ne yazık ki “ölüm” de siyasetin bir aracıdır!

Timur’un seferlerini dini yaymak ya da zorunlu olarak yeni bir yurt bulmak için yapmadığı da ortadadır.

Amaç; egemenlik, yağma, talan!

Karşısına çıkanlar da insandır demeden; bir canı öldürmek, binbir emekle üretilmiş yapıları yıkıp yok etmek, ellerindeki değerli varlıkları, hele hele bunu zenginlik; bir parça toprak, altın, gümüş için yapmak nasıl bir haldir ki!

Bu, “içinde bulunulan zamanın ruhu”dur belki!

“Ne biçim ruhtur bu”!

Ne yazık ki uzun yıllardır çok değerli düşünürlerin, sanatçıların topluma anlattığı, yönlendirmeye çalıştığı; “insanlık”, “pozitif değerler”; küçük ya da büyük çıkarlar için o gün de ayaklar altına alınmış, bugün de alınıyor.

Oysa, varlık nedeni yaşamak olan insanın kadim istemi “barıştır”.

***

(II.Murat)

Timur’un ölümünden ve ordusunun Anadolu’dan çekilmesinden sonra İzmir’de bir süre güç boşluğu yaşandı.

Geçici olarak bağımsız kalan kent, Timur’un Anadolu beyliklerini ayağa kaldırma politikası sonucu bir süre Birgi-Ödemiş merkezli Aydınoğullarının denetiminde oldu.  

“Fetret Devri” “Ara Dönem” denilen, Yıldırım I.Beyazıt’dan sonra, oğullarından I.Çelebi Mehmet’in (1413-1421) kardeşleriyle olan iktidar kavgasını kazanmasının ardından Osmanlı Anadolu’ya tekrar egemen oldu. Siyasal birliği sağladı.

İzmir kesin olarak 1424 yılında, Fatih Sultan (II.) Mehmed’in babası II.Murat (1421-1451) tarafından Osmanlının yönetimine girdi.

İşte böyle sancılı bir süreçtir, “gavur” ve “müslüman” İzmir’e Türklerin  yerleşmesi.

Kılıcı yaman Timurlenk Semerkand’dan İzmir’e gülümsüyor olmalı!

(Kaynaklar: Halil İnalcık ( 2013). "Çaka Bey-İzmir Beyliği, 1081-1092". NTV Tarih, s.48 /// Yahya Başkan (2014): Timur, Rodos Şövalyeleri ve Batı Anadolu Seferi, Turkish Studies. s.139-148 /// Nizamüddin Şami (1987): Zafername,TTK YAYINLARI,Necati Lugal Çev,İstanbul. s.318-319 /// ttps://en.wikipedia.org/wiki/Timur ///ttps://tr.wikipedia.org/wiki/Timur /// İsmail Aka (2024):https://islamansiklopedisi.org.tr/timur /// Roy E. Stier (2008): Muhteşem Savaşçı Timurlenk, (nşr. E. Aşuroğlu), Elips Yayınları, Ankara. s. 186-187)

Sefa Taşkın

01.09.2024

Karşıyaka-Dikili/İzmir








Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler