Ateş doğuran deniz ve Santorini

KONUK YAZAR | Bergama eski Belediye Başkanı Sefa Taşkın, Cumhuriyet Ege için yazdı...

Ateş doğuran deniz ve Santorini
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 17.02.2025 - 09:31

Anadolu ile Yunanistan anakarası arasında uzanan Ege Denizi’nin zemini, dalgaları gibi oynaktır.

Yer sık sık titrer.

Elbette, yazın poyrazından, kışın ayazından değil!

Onlar bildiğimiz esintilerdir.

Ya deprem!

(Antik Çağda deprem)

***

Güneşten koptuğu andan itibaren ateşle kaynayan dünyamızın kabuğu, bu ateşin uzayın sert soğuğuyla katılaşması sonucu meydana gelmiştir.

Bu katılaşma yedi büyük ve birçok küçük kaya levhaları halinde olmuştur.

Bu kabuk karada yer yer ortalama 30-40 km, denizaltında 10-12 km kalınlıktadır.

Yani, üzerine bastığımız yeryüzünün hemen altı fokur fokur kaynayan ateştir, adeta bir cehennemdir.

Bilim insanları kabuğun altındaki katmana “manto”, ateşe “magma” diyor.

Kara kütleleri, bu muazzam yeraltı ısısının etkisiyle hareket eder.

Üzerinde yaşadığımız kıtalar bu kütlelerin, levhaların devinimi sonucu şekillenmiştir.

Levhalar arasındaki çatlaklar boyunca enerji birikir ve ani boşalmalar büyük sarsıntılara neden olur.

Bunun sonucunda insan yerleşimlerinde büyük yıkımlar meydana gelir.

***

Genellikle 'deprem' ya da 'zelzele' olarak adlandırılan bu olay, insanlık için tarih boyunca büyük bir sorun olmuştur.

Zamanı ve şiddeti önceden bilinmeyen, yaşanacağına dair açık bir belirti göstermeyen bu doğal yeryüzü olayı, günümüz bilim insanlarının “tektonik deprem” olarak adlandırdığı bir fenomendir ve insanlar için gizemini korur.

Pratikte ise insan yapımı yapıların yıkılmasına neden olur.

Antik Helen inancına göre, depremlerden sorumlu tanrı baş tanrı Zeus’un kardeşi Poseidon’du.

(Denizlerin ve depremlerin tanrısı Poseidon)

Üç uçlu yaba ya da dirgenle simgelenen Poseidon, aynı zamanda denizlerin ve atların tanrısıdır.

“Enosikhthon”:  “Yeri Sarsan, İçe Dönük” unvanları taşıyan Poseidon öfkelendiği zaman dirgeni yere vurur ve yer sarsıntıları başlar. Baş tanrı, her şeye kadir olan Zeus da kızdığı zaman yeri titretir, depremler oluşur.

Bu nedenle, eski Ege inancında tanrıları öfkelendirmemek son derece önemliydi.

Eski Türk ve Orta Asya söylencelerinde ve bazı Orta Doğu kültürlerinde Dünya’nın öküzün boynuzları üzerinde durduğu ve depremlerin öküzün başını sallamasıyla oluştuğuna inanılırdı, eski zamanlarda.

Bazı söylentilerde Dünya’yı büyük bir öküzden başka balık, kaplumbağa gibi bir canlı üzerinde taşıyordu.

14.yüzyılın İslam bilginlerinden, Şam’da doğmuş “İbn Kesir”  de bu inançtaydı.

Hint mitolojisinde ise Dünya büyük bir filin veya kaplumbağanın sırtında duruyordu.

Bu hayvanların kımıldamasıyla depremler olurdu. Bazı Türk anlatılarında öküz, yorgun düşüp başını oynattığında deprem meydana gelirdi.

Nedeni anlaşılamadığından ve yeterli veri bulunmadığından, insan bilinmeyeni, sorgulamak yerine bazen efsanelerle açıklamaya çalışmıştır.

Israrla gerçeği arayan sorulara yanıt arayanlar var olduğu gibi insanlar arasında; benzetmeleri ve uydurmaları bir “dogma, değişmez bir önerme” olarak kabul eden kişiler tarih boyunca hep var oldu.  

Yeniliklere ve ilerlemeye hep karşı oldu bu gibiler.

***

(Temsili bir yanardağ resmi)

Depremlerin en belirgin türlerinden biri, “yanardağ” patlamalarının öncesinde ve sonrasında meydana gelen yer sarsıntılarıdır.

Yeryüzünün kabuğunu oluşturan büyük kütle parçalarının, levhaların birbirini kestiği, ayrıldığı yerlerde ya da bir levhanın diğerinin altına girdiği, daldığı-battığı bölgelerde erimiş kayalar, magma yukarı çıkar.

Kabukta, altındaki manto tabakasında bulunan yarı erimiş kayaçlar, magma ısı ve basınç etkisiyle yükselir, kabuğun altında birikir.

Magma, yer kabuğundaki çatlaklardan ve kırıklardan yukarı çıkarak yüzeye ulaşır.

Yüzeye çıkan magma lav, gaz ve kül şeklinde püskürerek yanardağları oluşturur.

Bu genellikle büyük patlamalar şeklinde olur.

Yanardağ patlamaları sonucunda lavlar ve küller üst üste birikir ve volkan konisi oluşur.

İlk insanlar bu muazzam doğa olayını şaşkınlıkla izlemiş olmalılar ve yanardağlardan uzakta olmaya çalışmışlar.

Tabii ki bu olguyu inançlarına da yansıtmışlar.

Helen mitolojisinde demircilik ve ateş tanrısı olan Hephaistos yanardağların tanrısı sayılmıştır.

Bu demirci tanrının çalışma yerinin İtalya’da Sicilya’daki hala aktif olan Etna yanardağının altında olduğu sanılmış.

Hephaistos adına Çanakkale boğazının karşısındaki Limni (Limnos) adasına bir tapınak yapılmış. Bu ada ona olan inancın merkezi kabul edilmiş.

Ege Denizi’ne ait inanç sisteminde, mitolojik bir canavar olan Typhon’un (Tifon) öfkesi de yanardağ etkinliklerinin nedeni olarak görülmüş.

Helenlerden sonra Hephaistos, Roma/Latin mitolojisinde Tanrı Vulcan’a dönüşmüştür ve 'volkan' sözcüğü dilimize buradan geçmiştir.

(Girit’te temsili tsunami resmi)

***

Ege Denizi'nin yer kabuğu ve kıyıları, depremlere yol açan kırık hatlarla dolu olup, lav çıkışlarına elverişlidir."

Sık olan depremlerle birlikte yaşamak buralarda neredeyse günlük hayatın bir parçasıdır.

Bugün, Yunanistan sınırları içinde kalan, Ege Denizi’nin güneyinde bulunan Kiklad Adaları bölgesi, bu durumun en belirgin olduğu yerdir.

Kiklad Adaları, merkezdeki Delos adasını çevreleyen, irili ufaklı 220 adadan oluşur; en büyüğü ise Naksos’tur. 

Türkler, onlara “Tavşan Adaları” derdi. 

“Kiklad”, Helen dilinde “çevreleyen” veya “etrafında” anlamına gelir. 

Günümüzde, bu bölgenin merkezi Syros Adası’ndaki Hermoupolis’dir (Hermes kenti).

Osmanlı döneminde Syros, önemli bir gümrük merkeziydi; hatta, bazen kaçakçılıkla da anılırdı."

(Bir Kiklad idolü)

Helenlerin bu bölgeye gelişinden çok önce, İ.Ö. 3000–2000 yıllarında; bilim insanlarının “Erken Tunç Çağı” dediği dönemde, Kiklad Adalarında ortaya çıkan ve mermerden yapılmış küçük heykeller ya da idoller şeklinde kendini ifade eden uygarlık, Ege Denizi çevresinde yaşamış insanların ilk kültürel izlerini temsil eder.

Günümüzde bu tür eserlere “soyut biçimle tasarlanmış” ya da “minimalist” de deniyor.

Antik Çağda, Kiklad Adaları’nın ortasındaki Delos Adası'nın kutsal olduğuna inanılırdı.

Ege mitolojisinde, Büyük Tanrı Zeus'un, Kos Adası'nda doğmuş Leto'dan olan ikiz çocukları Apollon ve Artemis'in doğum yeri olarak Delos Adası kabul edilir.

Erkek Apollon güneş ışığının ve kehanetlerin, kadın Artemis kırların, avcılığın, ay ışığının tanrısıydı.

Apollon’un Didim-Aydın’da, Artemis’in Efes’te görkemli tapınakları vardı; günümüze sadece kalıntıları kaldı. 

***

(Thera yanardağının patlamasını gösteren bir temsili resim)

Kiklad Adaları ve güneydeki; Girit adasına yakın, eski adı Thera, günümüzde Santorini olarak bilinen ada ve çevresi son günlerde önemli depremlerle sarsılıyor.

Bilim İnsanları arasında bu depremlerin yer kabuğundaki fay kırıklarının hareketlerinden kaynaklandığı görüşü ağırlıklı olsa da Thera adasında İ.Ö. 1650-1450 yılları arasından patladığı öngörülen volkanın yol açtığı yıkım ve Akdeniz havzasında yayılan etkiler, bugünkü sarsıntılara olası bir volkanik etkinliğin neden olabileceği olasılığını da gündeme getiriyor.

Az değil, yaklaşık 3500 yıl önce gerçekleşmiş bu felaket.

Bu süreçte muhtemelen, yeraltındaki basınç artışıyla meydana gelen depremler, yer kabuğunun ince ve zayıf bölgelerinden çıkan magma ve lavların patlayacağının habercisiydi.

Bu depremlerden korkan insanlar hemen Thera/Santorini’yi terk etmişlerdi. 

Adanın güneydoğusundaki “Akrotiri” (Burun, Uç yer) köyü o zamandan kalan arkeolojik kalıntılarını günümüze iletiyor.

(Santorini adasında Minos kenti “Akrotiri” kalıntıları)

Kısa bir süre sonra, Thera yanardağının bulunduğu bölgede çökmeler meydana geldi. 

Volkanın ağzından çıkan büyük kül ve gaz bulutları göğe yükselmiş, rüzgarın etkisiyle yayılmış; hatta Mısır'a kadar gitmiş ve çevre günlerce karanlıkta kalmıştı.

Mısır’ın kuzeyindeki “Tel el-Dab’a”da bulunan antik Avaris kentinde, Firavun III. Tuthmoses (M.Ö. 1479–1425) dönemine ait tabaka kazılırken, arkeologlar Santorini’deki yanardağın püskürtme taşlarını bulmuşlar.

Yuvarlak bir ada olan Thera’nın  ortasında yanardağın patladığı yer çökmüş, sular altında kalmış.

Bu durum, başka bir felaketin nedeni olmuş.

Adanın çöken ve çukurlaşan kısmına deniz suyu akmış ve bu alanı doldurmuş.

Bu su akıntısı öyle şiddetli olmuş ki büyük dalgalar meydana gelmiş.

Bu dalgalar önce Thera/Santorini ve yakınındaki Kiklad Adaları’nı, ardından güneydeki Girit’i vurduktan sonra kilometrelerce uzak Batı Anadolu kıyılarına ulaşmış.

Depremler, Girit adasının tamamını etkilerken; 30 metreye varan dalgalar kıyıdaki yerleşimleri yutmuş, yok etmiş. Bu dalgalar, karşı kıyıya, Anadolu kıyılarına, Fethiye ve Çeşme’ye kadar gelmiş.

Çeşme Bağarası’nda yakın zamanda yapılan arkeolojik kazılarda, o döneme ait bir iskeletteki kırıklarda bu yıkıcı dalga izleri saptanmış.

Günümüz bilim insanları, bu denizden gelen dev su baskınına “tsunami” diyorlar. 

***

Thera/Santorini yanardağının İ.Ö. 1450'lerde patlaması ve etkilediği geniş coğrafya ile yakındaki Girit adasında yaşananlar, dünya tarihi ve kültüründe yeni bir dönemin kapılarını aralamıştır.

İ.Ö. 3000'lerde başlayıp Thera yanardağ felaketiyle İ.Ö. 1450'de sona eren Girit'teki gelişkin uygarlığa, tarihçiler mitolojik kurucu Minos'un adını vermişlerdir.

Kıyılardan içerilere girmeden, sadece denizlere egemen olmaları nedeniyle yönetimlerine “Thalassokrasi”, “Deniz iktidarı” adı verilen Minoslular Ege Denizi kıyısında surları olmayan kentler kurarak barışçıl bir toplum yaratmışlardı.

(Antik Çağda Girit kadınlarını gösteren bir fresk)

Ticaretle zenginleşmişler, yüksek bir yaşam düzeyine ulaşmışlardı.

Kadınlar, rahat bir hayat sürüyor; hatta, göğüslerini kapatmayacak şekilde tasarlanmış, memelerini açıkta bırakan giysiler giyiyorlardı.

Giritli kadınların özgürlüğü meşhurdu! Güçlü ve önderlik nitelikleri vardı.

O dönemde Girit’te de Anadolu’da olduğu gibi “Ana Tanrıça”ya ve “Boğa”ya tapılıyordu.

Anlaşmak ve kaydetmek amacıyla, daha sonra kendilerine özgü resimli yazıya – yani hiyerogliflere – dönüşecek işaretler icat etmiş ve kullanmışlardı.

Girit yazısının, Batı Anadolu kıyılarında geliştiği düşünülen Anadolu/Luvi hiyeroglifleriyle benzerliği ve aynı zaman diliminde ortaya çıkması ilginçtir.

Thera yanardağının patlaması, Girit'teki bu varlıklı ve huzurlu yaşamı yok etti.

İnsanlar öldü, yerleşimler yıkıldı.

Bu dönemde, Yunanistan anakarasında, Mykene ve Atina’da gelişen Helen uygarlığı, Minos'un zayıflaması ve çökmesinden yararlanarak Girit’i istila etti.

Helen mitolojisinde, dünya kültürüne yansıyan Atina kahramanı Theseus’un, Giritli Minotaur’u (yarı insan yarı boğa varlığı) labirentte bularak öldürmesi unutulmaz bir öyküdür. 

Bu anlatının Helenlerin Girit’i ele geçirmesini yansıttığı söylenir.

Giritliler, Minos uygarlığını yaratan halk Helen değildi; dilleri bile oldukça farklıydı. Daha sonra, yükselen Helen uygarlığı içinde etkilerini kaybettiler.

Bugün bile, Giritlilerin kendilerini Helen saymadıkları bilinir; zaman zaman oradan da bağımsızlık istekleri ortaya çıkar.

Hatta, Girit kahvehanelerinde toplanan gençlerin, siyah gömlekler giyerek kendilerini Helenlerden ayrı tuttukları bilinir. 

***

(Santorini)

Zaman zamanı kovaladı ve Ege Denizi neler neler görmedi, şahit olmadı ki.

Bu kadim topraklarda yaşayan insanlar hep depremlerle birlikte yaşadı. Nice yıkımlar ve felaketler onları sarstı, ancak yok edemedi.

Doğu ile Batı arasında bir köprü olan Ege Denizi ve kıyılarının oluşturduğu kültürel birikim ve etkileşim, insanlık tarihinde eşsiz bir sıçrama yarattı.

Doğa, depremi, dalgaları, rüzgarı ve güneşiyle kendi eylemselliğini bİnlerce yıldır sürdürüyor.

İnsan, kimi zaman yetersiz kalsa da bu ortamda varlığını korumak ve geliştirmek için mücadele ediyor.

Kendi aralarındaki sorunları abartmadan çözerek, tartışmaları çatışmaya dönüştürmeyerek, bilgi edinip verileri sorgulayarak barış içinde yaşamak mümkündür.

Ege Denizi’nde barışın egemen olduğu yıllarda, varlıklı yaşam ve özgürlüğün ne kadar yüksek düzeyde olduğu unutulmamalıdır.

***

Patlayan Thera yanardağının adı, sonradan “Santorini” olarak anılmaya başlanmış.

Günümüzde, zarif coğrafyası ve gizemli öyküleriyle bu topraklar bu deniz, dünyanın en ünlü gezi merkezlerinden biridir.

Kartal yuvası gibi, yüksek kayaların üzerine inşa edilmiş evlerden gün batımının renkleri oldukça etkileyicidir.

Yakın zamana kadar, deprem fırtınalarının yoğunlaşmasına kadar turist gemilerinin biri geliyor diğeri gidiyordu Santorini adasından.

Duvarları beyaz badanalı, kapı pencereleri mavi boyalı evlere iskeleden, modern teleferiğin yanı sıra katırlar taşıyordu konukları. Yokuşa aldırmadan.

Umulan, doğanın deprem gibi doğal davranışlarına karşı önlemli olunmasıdır, günümüzde.

Hayat doğayla uyumlu yaşandığı zaman daha güzeldir!

İnsanlar için karşılıklı anlayış, farklılıklara saygı ve huzur önemlidir.

“Santorini”, Latince/İtalyanca “Santa” ve Helen dilinde “İrini” sözcüklerinin birleşiminden oluşur.

‘Santa” kutsal demektir, ‘İrini’ ise barış.

‘Santorini’ “kutsal barış” anlamına gelir 

Doğayla ve birbirleriyle “barış” içinde yaşasın insanlık!

Sefa Taşkın

16.02.2025

Karşıyaka/İzmir