Yaşam, sanat ve...

Sayısız örneği olan kıyamet sonrası dünyada geçen bilimkurgu öyküleri “Artık yeni ne sunabilir” derken, karşımıza Last of Us çıktı.

Yaşam, sanat ve...
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 26.02.2023 - 12:30

Bu yazı, bir film-dizi eleştirisi olmayacak. Çünkü yaşadığımız felaketten yalnızca “uzaktan” etkilenmiş ve elinden, yardım etmekten başka bir şey gelmeyen bir vatandaş olarak kendimde hala hiçbir şey olmamış gibi film-dizi izleyecek gücü bulamıyorum. Bazen yalnızca mesleğim gereği kendimi zorluyor ama sonra, hep kaçış kapsülü olduğuna inandığım sinemanın “iyileştirici gücüne” bile inanmadığımı fark ediyorum. Çünkü ‘iyileşmek’ diye bir şey yok bu kez. Yalnızca, yüreğimizde açılan yaralar ve o yaralarla “yaşamak” zorunda olan yasta bir ülke var.

Ancak sonra “olağanüstü hâl” anında ilk vazgeçtiklerimiz geliyor aklıma. Eğitim örneğin, yüz yüze eğitimin önemini unutarak halihazırda pandemiden etkilenmiş bir neslin yaşayacağı ikinci büyük kaybı hatırlıyorum. Kültür sanat faaliyetleri geliyor. Sanatın, bir toplumdaki yerini vurgulayan Mustafa Kemal Atatürk’ün, “Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş olur.” sözleri yankılanıyor zihnimde...

Ve o an, tersine, inadına, eğitime ve bu toplumun eğitimine katkı sağlayacak her şeye daha fazla tutunmamız gerektiğini anımsıyorum. Bizi iyileştirmesi için değil, bizi güçlendirmesi için. Kaçış kapsülü olması veya “unutmak” için de değil, bilakis hatırlamayı ve “hatırlatmayı” öğrenebilmek için.

Bunun üzerine silkinip, kısa süre önce başlayan Last of Us’ın Blu TV’de yayımlanan son bölümlerini seyretmeye başlıyorum. Çok satan bilgisayar oyunundan -isabetli şekilde- diziye uyarlandığı ve kıyamet sonrası bilim kurgu türüne ait olduğu için ilk başta çekiniyor ama bırakmıyorum. Kendimi “normal bir şey” yaptığım için suçlama durumundan alıkoyarak devam ediyorum.

DERSLİK SANAT YÖNETİMİ

Dizi, dünyayı ele geçiren ve hastalıkla temas edenleri birkaç saat içinde bir tür yaratığa dönüştüren bir mantar saldırısından yıllar sonrasını anlatıyor ve doğal olarak pandemiyle yaşadığımız bir tür korkuyu da çağrıştırıyor. Oyunun diziye dönüştürüleceği haberinin ardından aklımızı kurcalayan ve yüzlerce felaket temalı yapımın üzerine “yeni” ne izleyebiliriz sorusuna, henüz ilk bölümünde karşılaştığımız sanat yönetimiyle ders niteliğinde bir yanıt veren; basmakalıp bir baba-kız bağı üretmeye uygun görünen ana karakterlerine karşın her bölümde alışılmışın dışında öyküler anlatarak kuşkularımızı ortadan kaldıran bir dizi buluyorum karşımda. Pedro Pascal’ın canlandırdığı Joel ile hastalığa karşı bağışıklığı olan küçük kız Ellie’ye yaşam veren Bella Ramsey’in yolculukları çevresinde şekillenen her öykü yeni bir katman ve her katman seyircisini yepyeni bir duyguyla tanıştırırken drama-korku dozu kusursuz bir dengeye ulaşıyor. Ancak incelikli öykü biçemi ve sanat yönetiminin yanında bir başka ayrıntı daha dikkatimi çekti.

Kıyametin ortasında, pür bir aşk öyküsüne tanıklık ettiğimiz bir bölümde, karakterlerin vazgeçmekten imtina ettikleri “özellikleri” ve yine başka bir bölümde eğitimleri için çocuklara “ilk iş olarak” film izlettirmelerini anlamlı buldum. İnsanın, yaşamda kalma güdüsünü besleyen ana damarlardan biri olarak eğitim ve sanat gösteriliyor ki sanırım, yaşamda kalabilmesi artık sırf eğitime ve bilime bağlı bir ülke olarak bunun ne demek olduğunu en iyi biz anlarız. Evet, belki eğitim, kültür ve sanat bizi iyileştirmeyecek ama kurtarma olasılığını da göz ardı etmemeliyiz.

Başımız sağ olsun...


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler