Tüketici özgürlük oyunu
Kendi olma iddiası içindeki çağdaş insan sonsuz seçeneklerle dolu bir katalog içinden kendisine sunulan kimlikleri seçtiğini unutmamalı.
“Ben kimim?” Bu soruya çağdaş öncesi dönemde toplumsal roller ve kurumlar yanıt verir. Çağdaş zamanlara geldiğimizde bu soru bireylerin tek tek yanıtlaması gereken bir sorumluluğa dönüşür.
“Nasıl yaşamalıyım? Kim olmalıyım? Elbette kendim olmalıyım.”
Burada kendi olmaktan kastedilen ötekilerin istediği bir şey değil bizatihi kendimin belirlediği şey olmaktır. Tarihsel bir varlık olmam, şimdiki zamana ait koşullar, toplumsal ilişkiler beni yönlendirmemelidir, benliğimi kurma görevi bana aittir. Gerçekten öyle midir? Zygmunt Bauman durumun pek de öyle olmadığını söylüyor.
Bauman’ın “tüketici pazarı” tanımını merkeze alarak yaptığı itiraz özetle şöyledir, “Kimlik, geniş satılık mal havuzundan kimlik sembollerini seçmeye dayanır.” (*)
Çağdaş öncesi dönemde toplumsal roller ve kurumlar tarafından belirlenen kimlik bu kez tüketici pazarı tarafından inşa edilmektedir. Pazarın benliği inşa etme yöntemi imgeler aracılığıyladır. Öncelikle kimliğin en kolay yansıtıcısı olan beden ve bedenin süsleri geniş bir yelpazede sunulur. Örneğin bir kimlik teşhiri olarak salaş giyinmek beni ve beni seyredenleri özgürlük ve özgüven sahibi olduğuma ilişkin ikna etmeye çalışan bir imgedir.
Ne tür bir evde oturacağım, hangi mekânlarda görüleceğim, konuşma şeklim, ne hakkında konuştuğum, yediğim yemek, o yemeği nasıl hazırladığım… Bunların tamamı sözü edilen pazar tarafından bana sunulan imgelerden ibarettir. Üstelik bu imgeler genel olarak nasıl bir “ben” olacağına ilişkin talimatları da içerir. Doğa ile iç içe olduğumu her fırsatta göstermem doğaya duyarlı olduğumu, erdemli sözler ve konuşmaları ön plana çıkarmam ahlak öznesi olduğuma yönelik imgeler sunar.
KENDİNİK İDDİASI
Bauman’ın “tüketici özgürlük oyunu” tanımı son derece dikkate değerdir. Oyuncuya bir oyunda olduğunu sezdirmeyecek denli ustaca yazılmış olan oyun, tüketimde sürekliliği de teşvik eder. Hiç kimse hayal güçlüğü kıtlığının kurbanı olmamalıdır. Bu nedenle imgeler havuzuna sürekli yeni imgeler eklenir. “Kendim gibi davranıyorum, özgürüm” iddiası ise tam bu noktada soruna dönüşür. Çünkü kişi özgün ve özgür kendilik iddiasının sürekliliği için kendini yenileyerek bir içeriğe dönüştürmek zorunda kalır. Bu aynı zamanda büyük bir mesai ister.
Kendilik iddiasının sanal showroom’u (malın sergilendiği salon) olan Instagram özgürlük sıkıntısının en yoğun yaşandığı yerdir. Her gün yeni kendilik imgeleri sunmanın bir göreve dönüşmesi kişinin kendini sosyal medya içeriğine dönüştürmesine neden olduğu gibi başkalarını da aynı mecrada kendisine içerik yaptırmaktadır. İçeriğin “kendilik” ve “ötekini” öncelemesi tüketici özgürlük oyununun insanı özgür kölelere nasıl dönüştürebildiğini bize gösterir.
Özgürlük ve özgünlük iddialarının seçkin örneği Andy Warhol’u hatırlayalım. Kendi hakkında yazdığı kitapta Roma’da yıldızları bir araya getiren bir etkinliği kaçırmaktan duyduğu üzüntü ve kaygıyı dile getirmesine Mario Perniola, “Sanatçı bize, birlikte fotoğraf çektirmek için yeryüzünün kodamanlarının peşinden koşan bir zavallı gibi görünür” der. (**) Kişilerin fotoğrafları üzerinde oynayıp onları fahiş fiyatlara satışa sokan Warhol’u üzen şey bu insanları karlı bir içeriğe dönüştürme fırsatını kaçırmış olmasıdır.
Ne kendimizi ne de insanları bir içeriğe dönüştürmeden “kendimiz” olmak nasıl mümkündür? Güzel bir soru bu…
Kaynakça
* Zygmunt Bauman, Özgürlük, Ayrıntı Yayınları.
** Mario Perniola, Sanat ve Gölgesi, İletişim Yayınları.
En Çok Okunan Haberler
- İstanbul'un suç haritası belli oldu
- Önce kağıdı yırttı, sonra valizi çıkardı!
- Tapuda yeni dönem başlıyor!
- Parlamento sıkı yönetim kararını geçersiz saydı!
- Devlet Bahçeli vekaletini akrabasına verdi
- Suriye'de 'karşı saldırı' öncesi hareketlilik
- Antalya'daki sır ölüm dünya basınında!
- AYM o maddeyi iptal etti, tazminat yolu doğdu
- Gaga Bulut'tan skandal pedofili yayını!
- Naci Görür'den 'fay' değerlendirmesi!