Ressam Gökçe Erhan: Çamburnu gibi hissediyorum kendimi

Ressam Gökçe Erhan, Trabzon Sürmene’de Çamburnu köyünde babaanne ve dedesinden kalan ahşap evde yaşıyordu. Denizde yapılması planlanan kültür balıkçılığı tesislerinin çevreye vereceği zarara dikkat çekmek için harekete geçti. Basın açıklamasına saatler kala evinde yangın çıktı. Elektrik kontağından çıktığı iddia edilse de henüz araştırmalar sonuçlanmadı. Hatıra toplamak için yanan evine son kez giden Erhan’la uzaktan söyleştik.

Yayınlanma: 08.11.2021 - 17:43
Abone Ol google-news

‘Habitat I’ 5000X31500: Erhan’ın “Resimli Dünya Atlası” adlı ilk kişisel sergisinden... İstanbul Modern Sanat Müzesi koleksiyonunda, ileride koleksiyon sergilerinde görülebilecek.

Gökçe Erhan, İstanbul’u bırakıp 2012’de Çamburnu’na döndüğünde önce köyündeki çöplüğün kapatılması için mücadele etti. Öyle ki 2007 yılında çöplükte bir sergi bile açtı. Çöplükle boğuştukları dönemde kararını verdi, bir sanatçı olarak boyaları ve fırçalarıyla mücadele etmeye. Şimdi de sahile kurulacak kafes balıkçılığına karşı mücadele ediyor. Evini kaybetmesi belki bu yüzden. Kimseden tehdit almamış bugüne kadar. Onun derdi şimdi de yaşadığı cennet: “Çamburnu gibi hissediyorum kendimi, ona olmuş bir şey bana oluyor. Ülkem için de böyle hissediyorum. Onu korumak için canımı da tehlikeye atabilirim gibi hissediyorum.” Yangının ardından ayağa kalkmaya çalışıyor Erhan, gelen destekler sayesinde umutlu...

Merhaba, sabah görüştüğümüzde yangın yerindeydiniz, işlerinizi bitirebildiniz mi?

Yangından ufak tefek bazı hatıralar çıkarmak istedim. Yeni evimde bir hatıra köşesi oluşturmak istiyorum. O yüzden bir şeyler topladık. İkinci kişisel sergim olarak da ziyarete açacağım bir müze – ev- atölye projem vardı. Çizim yapıyordum, maket üzerinde çalışıyordum onlar da yandı...

O günden sonra ilk defa mı gittiniz yangın yerine?

İlk defa gitmedim ama yarın yıkıntıları toplamak için birileri gelecek. Son defa bakmak istedim… Antika saatler vardı. Yüz yıllık, 70-80 yıllık çok fazla eşya vardı. Onlar da benim arkadaşımdı, gerçekten bir sürü canlı vardı evde. Sanki ev halkı öldü benim için gerçekten…

Çok çok geçmiş olsun, çok üzücü… Trabzon’u da böyle kötü olaylarla izlemek çok yıkıcı… Ama siz memlekete dair umudumuzu yeşerttiniz…

Ben bu yıl Trabzonspor’un tanıtım reklamında oynadım, yanan evimde de Ravza’nın çekimi yapıldı. Geçenlerde çekimi yapan arkadaşla konuşurken, ‘Trabzon’u böyle iyi şeylerle duyurup, üzerine yapışan o lekeden kurtarmamız lazım, bizim gibi düşünen insanların birleşmesi lazım’ demişti. Gerçekten de reklam kültürel ve tarihi bir değer taşıyordu. Ben de evimle içinde olduğum için çok mutluydum… Ne bileyim… Dilerim iyi şeyler olacak, bu kötü günler geride kalacak. Hep iyi şeyler hayal ediyorum.

Umarım en kısa zamanda yaşadığınız bu acıyı da geride bırakırsınız…

Ben hep zorluklardan, hep sınavlardan geçtim. Hep zoru hedefledim, kendi ayaklarımın üzerinde durduktan sonra da… İstanbul’dan buraya dönüşüm de çok zordu…Eşyalarımı bir depoya bırakıp döndüm.

‘CENNETTE ÇOCUKLUK’

Trabzon’a dönüşünüzü merak ediyorum ama önce şunu sorayım resim yapmaya nasıl başladınız, nasıl bir çocukluk geçirdiniz?

Resime, müziğe, spora ilgim hep vardı. Bir de babam yat ustası. Evimizin alt katında ve tersanede birer atölyemiz vardı. Ben hep babam iş yaparken izlerdim. Sanırım üç boyutlu algım çok gelişti… Hem heykel hem resim adına çok şey kattı bana. İlkokulda resime çok ilgiliydim. İlk yağlı boya tablomu 10 yaşımda yapmıştım, o da yandı… Benim için çok büyük acılardan biri de o. Bir retrospektif sergi açtığımda onu da koyacaktım.

Ah ki ah… Çocukluğunuzu hep Çamburnu’nda mı geçirdiniz?

Hep… Sahildeydi evimiz, hemen deniz kenarında. Aradan tek şeritli bir yol geçiyordu. Müthiş bir doğa manzarası içinde, bir cennette büyüdüm. Ama o zaman da küçük bir cehennemimiz vardı. Köyde yanan ev babaannemin eviydi. Yazları köyde olurduk. Evin biraz yukarısında, şimdi çöp dağı olan yerde, bakır madeni ocağı vardı. Dinamit patlatılırdı, çay bahçesinde kafamıza taşlar yağardı… Ağaçların arkasına saklanırdık ama o taşlar, denizin içindeki simsiyah renk bana cesaret de kattı. Mükemmel bir güzellik, sarı çamların olduğu mesire yerimiz, deniz kenarı… Diğer yanda kabus, savaş alanı.

‘HOCAM BANA İNANDI’

Bu arada yeteneklerinizin farkında mıydınız?

Liseye geçince, abim evlendi ve ilk yeğenim doğdu. Ailem de beni okula göndermek istemedi. Ergenlikte, çocukluğumun aksine daha pasif bir çocuk oldum, okula da gidemeyince karakterim değişti. Zamanla bir yandan çocuğa bakarken bazı gelişmeler oldu. Bir kış kumaş boyama kursuna başladım. Oradaki hocam, ‘yeteneklisin açık lise oku’ dedi. Hep istiyordum ama annem babam ilgilenmiyordu, 'üniversite de okuyacağım’ dediğimde, inanmıyorlardı, dalga geçiyorlardı. Hocamın bana inancıyla açık liseye başladım. Kurs sonrası açılan kermeste, kumaş boyamalarımı, yağlı boyalar da yapmıştım, onları satıp para kazandım ve o para bana güç verdi. 18, 19 yaşlarındaydım. O parayla kimseye sormadan liseye yazıldım. Lise sınavlarına hazırlanırken, resim kursuna gittim. Kendi okulumun ana sınıfında yardımcı öğretmen olarak çalışıp yazıldım resim kursuna da. Aslında özgürlüğümü ekonomik olarak kimseye hesap vermememe borçluyum. Aradan beş yıl geçti ve 2007’de Mimar Sinan resim bölümünü kazandım. Resime âşıktım. O dönem Gülçin Aksoy hocam sanata bakışımı ortaya çıkardı. Üniversite üçüncü sınıfta Türkiye’nin en iyi galerilerinden biriyle anlaşmıştım...

Her şey iyi gidiyordu yani...

Aynen öyle.. Üniversiteye başladıktan sonra ailemle ilişkim çok değişti. Giderek daha güzelleşti. Üniversiteyi birincilikle bitirdim, Sabancı ödülü aldım. Eserlerim satılıyordu, beğeniliyordu, koleksiyoner takipçilerim vardı ama ben mutlu değildim... Geçmişteki travmalarım içimdeki o tatminsizlik hissini aşmama engel olamadı. Kariyerimde yükseliyordum bir sanatçı olarak ama tatminsizdim, yaşadığım hayatı sorgulamaya başladım. “Ne istiyorsun” diye sorunca kendime doğayı çok özlediğimi fark ettim. Çam ormanlarının içerisinde ceylanlarla büyümüş bir çocuğum ben.

İSTANBUL’UN MUTSUZLUĞU ÜZERİME ÇÖKTÜ

Doğa mı çağırıyordu yoksa?

Doğa ile baş başa olma isteği ağır bastı. Karadeniz’i çok özledim, son günlerde sürekli Karadeniz müzikleri dinliyordum, filmleri izliyordum gitmek istiyorum. İlk kişisel sergimi açmama üç ay kalmıştı. Artık ünlü bir sanatçı olmanın eşiğindeyim ama bende başka bir şeyler vardı. Sergiye hazırlanırken atölyede kendimle çok baş başa kaldım, bazı sorularıma yanıt bulamıyordum. İyi bir sanatçı olacağım ama sonra ne olacak? Bunun hayata dokunan yanı var mı? Gerçek bir hayat yaşamıyor gibiydim. Şehrin mutsuzluğu üzerime çöküyordu. İstiklal Caddesi’ndeki ağaçların kesilmesi darbe gibi gelmişti bana. Ve insanlardan da kaçmak istedim, doğada tek başıma olmak.

Ve kaçtınız?

Kendimi öldürüp yeniden başlayacağım dedim. Hayata böylece gerçekten bağlanırım diye hissettim ama kolay olmadı. Sessizlik travmaları daha çok ortaya çıkarıyor. Çocukluğumdan beri yaşadığım kronik depresyon iyice yüzeye çıktı. İyi de oldu, doktora gittim! Doktora göre geçmişim bugünüme müdahale ediyordu. Bir de ben önceden naylonlarla kolaj yapıyordum, bir anlamda doğayı korumak için. Dönünce klasik yağlı boya doğa resimleri yapmaya başladım o da zor oldu.

Doğa mücadeleniz nasıl başladı?

Doğadan besleniyorum, sanatla hayatı birleştiriyorum. Resmetmesem bile hayatın kendisini resime dönüştürme duygum var. Doğada olanlara gerçek bir gözle bakmak... Manzara resmi yapmıyorum doğanın güzelliğini ve maruz kaldığı olumsuzlukları resmederek herkesten bu sahiplenişi bekliyorum. Ama aktivist olarak doğa mücadelesi yıllar içerisinde oldu. 2012 yılında döndüm. 2018’de ilk kişisel sergimi açtım, 2017’de de köyümüzdeki çöplüğün içeresinde sergi açtım. ‘Eylem sergi’ gibi oldu. Fatih Akın’ın belgeseli Cennetteki Çöplük, burayı anlatıyor. Fatih Akın’ın babası bizim köylü.

ÇAMBURNU GİBİ HİSSEDİYORUM

Önce çöplük kapatılsın diye uğraştınız?

Sürekli çöplük kapanacak deniyordu. Size anlatamam o eziyeti. Kapıyı açmasanız bile evin içinde o koku. Gözünüz, genziniz yanıyor, üzerinize siniyor, yemek yiyemiyorsunuz bazen iki saat boyunca sürüyor. Dereler korkunç, kuşlar zehirleniyor... Çöplük kuşları çöpleri dağıtıyor sağa sola... Resimlerime yansıdı bu konu. Karar verdim ve sanatçı olarak benim fırçalarım, boyalarım mücadele aracım, cephanem. Çünkü doğama olan bana oluyor. Annem gibi doğa, bir yandan da çocuğum gibi. Çamburnu gibi hissediyorum kendimi, ona olmuş bir şey bana oluyor. Ülkem için de böyle hissediyorum. Onu korumak için canımı da tehlikeye atabilirim gibi hissediyorum. Sanat da bu hislerimi yüzeye çıkarabilecek, farkındalık yaratmamı sağlayacak önemli bir alan. Sanatçı olmak bu anlamda büyük bir avantaj.

Çöplük kapandı mı şimdi peki?

Geçen Temmuzda kapandı ama rezil bir şekilde bırakıldı hâlâ kirletiyor, çöp suları akıyor. İki bekçi var neyi bekliyorlar bilmiyorum. Elektrik üretiyorlar orada. Çamburnu’nda maden ayrıştırma fabrikası da var köyümüzü kirleten. Üç kuruş için kendi doğanı kirletiyorsun, utanç verici. Çamburnu, sarı çamın deniz seviyesinde olduğu Türkiye’deki tek yer.

Denizdeki gelişme yeni başladı sanırım değil mi?

Denizdeki kültür balıkçılığı projesini geçen yıl duymuştum ilk ve şok olmuştum. Balıkçılar kooperatif başkanıyla birlikte dilekçeler yazdık, çevre sorunlarımızdan bahsettik. Burası zaten kirli bir deniz. Bu işin de bu kadar kirli bir iş olduğunu bilmiyordum. Balık alırken sormak lazım, kafes balığı olup olmadığını. Hem çevreye zarar, hem hayvana... Cumhurbaşkanlığı’ndan hibe alarak başlıyorlar işe düşünsenize. Sahili de işgal edecekler, pislik hem sahilde hem denizde olacak. Avukatımızla ÇED gerekli değildir kararına dava açabilmeyi bekliyoruz. Of sınırında olan kısımda sahile demirler kurulmaya başlandı. Hiçbir şekilde net bilgi alamıyoruz. Of'ta ÇED gerekli değildir raporu çıktı ve itiraz süresi geçti. Of’ta da olsa kötü. Of zaten Çamburnu'nun sınırı hemen. Bunun üzerine basın açıklamaları yaptık.

Hiç tehdit almış mıydınız peki?

Dağın başında tek yaşadığım için arada aklımdan geçerdi bir gün beni korkutabilirler diye. O gece de dışarıda sesler duymuştum aklımdan geçmişti ama çok da inanarak düşünmedim bunu. Tehdit de almadım, şüphe ettiğim biri de yok.

YALNIZ DEĞİLİM ARTIK

Yangında en çok hangi eşyanızın kaybına üzüldünüz?

Dedemin kendi elleriyle yaptığı yatak başlıkları, komodinler yandı. Babaannemin bastonu, ördüğü şeyler... Dedemden kalan yüz yıllık kestane tahtasından komodin yapmıştım. Geçmişle şimdiki zamanı harmanlayıp geleceği düşünmeyi önemsiyorum.

Şimdi nasılsınız peki?

Birkaç gün gitmemiştim oraya, ara ara unuttum, zihnim karıştı. Bu sabah annem yeşil bir etek giymiş, onu görünce kendime diktiğim yeşil eteğim aklıma geldi ve o da yandı, doğal olarak yangını hatırlıyorum. Her şeyim yandı, kimliğim bile. Instagramda fotoğrafta görüp beğendiğiniz hırka da yandı... O hırkayı da yeniden öreceğiz, dün ip aldık. O hırkayı örerken de üzüntülüydüm... Bu zamana kadar hep tek başıma kalıyordum bu mücadelelerde. Ama şu an hep beraber olduğumuzu hissediyorum. Çok büyük bir değişikliğin olabileceğini hissediyorum. İnsanlara ilham vermek istedim, acıları dönüştürmeye çalıştım, bu sayede kendime saygım, sevgim arttı ve insanlara bunu anlatmak istedim. Tek başıma hissettiğim yerde değilim artık. Kendi kendime o kadar çok ağlardım ki çığlık çığlığa, ev benim ağlamalarımdan bezmişti, belki rahat etmiştir şimdi...

ÇAMSAKIZLI ÇİKOLATA

Çamburnu Doğa Kültür Sanat Derneği’ni ne zaman kurmuştunuz? Neler yapıyorsunuz?

Derneği 2018’te kurduk ama binamızı geçen yıl zar zor bulduk. Eski bir lokantaydı, içini buradaki çocuklarla birlikte yeniden yaptık, çok güzel oldu. 8 Mart’ta kadınlarla ilk etkinliğimizi yaptık ve pandemi geldi. El yapımı çikolata atölyesi düzenledik. Çam sakızlı çikolata yaptık. Yani ilk ürünümüz çam sakızlı Çamburnu çikolatası, yılbaşında satışa sunacağız. Çok projem var, çocuklara resim dersleri vereceğim. Pandemi nedeniyle sadece hukuk mücadelemize ağırlık verdik bu sıralar.


İlgili Haberler

Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler