Pop dahisinden yeni albüm
Arlo Parks, “My Soft Machine” ile “ben perspektifine geçiş yapan cesur bir adım attı.
En İyi Alternatif Müzik Albümü ve En İyi Yeni Sanatçı dallarında Grammy’e aday gösterilen, Mercury ve BRIT ödüllü yetenekli şarkıcı-söz yazarı Arlo Parks, ikinci albümü “My Soft Machine”i Transgressive etiketi ve Türkiye’de GRGDN Müzik temsilciliğinde 26 Mayıs’ta yayımladı.
Arlo Parks, çok başarılı bir ilk albümün yarattığı yüksek beklentinin ardından bir an önce atılması gerekli adımı arayı çok soğutmadan atmış. Kökleri 2020 yılının kış aylarına yani çıkış albümü “Collapsed in Sunbeams”ten de önceye dayanan, bir nevi o dönemki terapi alanı olan odasında başlayan içsel bir yolculuğun ürünü olan “My Soft Machine”in özü aynı samimiyeti taşısa da hem daha iddialı bir ses prodüksiyonuna sahip olması hem de genç sanatçının anlattığı öykülerde “ben” perspektifine geçmesi açısından çok daha cesur bir albüm.
Arlo, bu albümü onun için anlamlı kılan şeyleri “My Soft Machine, her anlamda içinde olduğum, şu ana kadar üzerinde en çok çalıştığım proje. Prodüksiyona yoğun biçimde dahil olmak, ufacık detaylara takılmak, şarkıların düzenlemelerini defalarca elden geçirmek, her şey mükemmel olsun diye uğraşmış olmak bu albümü benim için çok değerli kılıyor. Bir parçam gibi hissediyorum. Bir yandan da birlikte çalıştığım insanlar ve ulaşacağını umduğum dinleyiciyi düşününce beni çok aşıyor gibi geliyor” sözleriyle açıklıyor.
Birlikte çalıştığı insanlardan laf açılmışken, albümün tamamının yayımlanmasından birkaç gün önce dinlediğimiz Phoebe Bridgers düeti “Pegasus”a mutlaka değinmek gerek. İkilinin, Arlo’nun Bridgers’a daha 17 yaşındayken başlayan hayranlığından bugüne beş yıllık dolu dolu bir geçmişi var. Daha önce birlikte şarkı söylemiş olsalar da “Pegasus” ilk stüdyo kayıtları. Hüzünlü, dokunaklı bu parçada ikilinin sesleri sakin bir uyum içinde.
Mart ayında single olarak yayınlanan “Impurities” ve albüm çok yeni olduğu için bence henüz parlamaya fırsat bulamamış gizli yıldız şarkılardan “Devotion”, Arlo Parks’ın duygularını nasıl zahmetsizce anlatabildiğinin çok güzel birer örneği. Her şeyin doğal ve kolay biçimde dinleyiciye geçmesi, sanatçının kendi yaratıcı sürecini içgüdüsel, kendiliğinden gelişen bir ifade etme biçimi olarak tanımlamasıyla tamamen örtüşüyor. Yakın çevresinde olan bitenden aldığı esini önce iç dünyasına sonra bestelerine yansıtması ve öykü anlatmaya ilişkin becerisi albümün karakterine sinmiş.
“My Soft Machine” albümün adının anlamını ve görsel dünyasını da kapsayan bir karanlık - aydınlık ikiliği üzerine kurulu. Arlo Parks, ışığın ve gölgenin dengesini ararken bazen hassas bazen melankolik sularda gezmiş, sonunda bize umut vermeyi de unutmadan acı tatlı bir üslup oturtmuş.
MODA DENEYİMİ
Nijerya, Brezilya, Çad ve Fransa’ya dayanan kökleriyle çokkültürlü bir geçmişe sahip olan müzisyen, yakın geçmişte doğup büyüdüğü Londra’dan Los Angeles’a taşınmıştı. Burada tanıştığı insanlardan ve yeni yaşam alanının başka yaratıcılık pencereleri bulmak için kendini zorlamasını sağlamasından dolayı çok mutlu hissettiğini belirtiyor. Son dönem bazı moda markalarıyla işbirlikleri yaparken, Milan, Paris ve Londra moda haftalarına katılıp bu alanda deneyim edinmeye başladığını öğrendik. Moda da tıpkı müzik gibi tarihini öğrenmekten zevk duyduğu, içine daha da girmek istediği bir konuymuş artık.
Çok yönlü sanatçının birlikte anıldığı bir diğer alan ise sivil toplum çalışmaları. UNICEF ile çocuklar için projeler yapıyor ve akıl sağlığı farkındalığını yaymak, terapi ile ilgili utancı ortadan kaldırmak ve daha fazla insanı destek aramaya teşvik etmek amacıyla Calm isimli dernek ile çalışıyor.
Kariyerinin çok başında layık görüldüğü prestijli ödüllerle ilgili ise “Ödüllerden dolayı saygı ve kabul görmek güzel fakat bunları işimi nasıl yaptığımı etkilemeyecek kadar önemsiyorum” diyor. Özellikle ilk albümünün ardından bol bol aldığı “pop dahisi”, “çağının en parlak müzisyeni” gibi övgülerin ötesinde, ortaya koyduğu kişiliğiyle kuşağının önemli bir temsilcisi, özel bir karakter Arlo Parks.Sanatçı yoğun bir tur programı da duyurdu.
Turnede olmakla alakalı “Konserlerin en sevdiğim yanı insanlar. Kalabalığı izlemeyi, şarkıların paylaşıldıkça yeni anlamlar kazanmasını, insanların gülümsediğini, ağladığını görmeyi, çıkışta yanıma gelip konuşanların bir şarkı hakkında daha önce düşünmediğim farklı bir bakış açısı katmalarını seviyorum. Konserlerde herkesin kendini serbest bıraktığı kapsayıcı bir duygu var. Orada herkes hoş karşılanır ve kendisi gibi olabilir. En sevdiğim yanı bu, bir aile gibi hissettirmesi” şeklinde yorum yapan sanatçı için 2021 yılında pandemi kısıtlamaları nedeniyle iptal olan İstanbul konseri ardından tekrar bir Türkiye planı duymamış olsak da yolu yakında Türkiye’ye düşer ve bu özel yeteneği canlı izleme şansı yakalarız diye umuyorum.
En Çok Okunan Haberler
- 'Ben o gün tecavüze uğramadım diye...'
- MSB'den açıklama geldi
- İki jandarmanın davası görüldü
- Hakim, savcı eşini Ağır Ceza Başkanı’yla yakaladı
- Bu zamdan 10 milyon yurttaş etkilenecek
- Teğmenleri değil yargıçları konuşalım
- İmamoğlu'ndan Bakan Tekin'e sert tepki
- Saat verildi, sayı istendi
- CHP'li isimden Cevizoğlu'nun sözlerine tepki
- TCMB ve TBB'den açıklama