Nereye böyle?

Hapishanelerde mahkumların hangi kitabı okuyacağına Diyanet mi karar veriyor?

Yayınlanma: 20.03.2022 - 13:52
Nereye böyle?
Abone Ol google-news

İzmir’de, F Tipi bir hapishanede yatan bir mahkûmdan geçen hafta bir mektup aldım, Hapishanede kitap edinme, okuma ve bulundurma konularındaki kısıtlamalardan yakınmalarla dolu mektup. Mektubu yazan kişi, başka hiçbir şeyden değil, yalnızca bir tek şeyden, istediği kadar kitap okuyamamaktan yakınıyor çünkü koğuşta şu kadar kitaptan fazla kitap bulunduramazsınız, elinizdeki kitaplardan şu kadarını elinizden çıkarmadan yenisini edinemezsiniz, ancak şu tarihlerde ya da doğum gününüzde dışardan size kitap gönderilebilir gibi kurallar uygulanıyormuş. Bu kuralları uygulayanların “Diyanet İşleri Başkanlığının uygun görmediği kitaplara el konur,” dediklerini de öğrendiğinizde ayılıyorsunuz, demek ki, diyorsunuz dert başka: “Okuyacaksanız bizim seçtiklerimizi okuyun” denmek isteniyor. Daha korkuncu da, siz kitap okumayı bırakın da önce devlet otoritesi neymiş onu öğrenin, denmek isteniyor.

Ben yanılıyorsam, bu doğru değilse o zaman bir mahkûmun okumasını, hapishanede yapabileceği en “zararsız” şeyi, acısını hafifletebilecek bir şeyi yapmasını engellemeye çalışmak, kitap okuma tesellisini bile mahkûmun elinden almak ona işkence etmek değil midir?

Ayrıca bu yasal mıdır acaba sorusu da geliyor aklınıza ama herhalde yasal ki yapıyorlar, diye de düşünüyorsunuz. Pekiyi, “yasallık” nedir? Bugünlerde Güney Afrikalı yazar Coetzee’nin sansür konusunu ele aldığı bir kitabı çeviriyorum. “Yasallığın kaynağında şiddet yatar:” sözü dikkatimi çekti, Soljenitsin de, yaptığı Nobel konuşmasında şiddet ile yalanlar arasındaki ilişkiye dikkat çekmiş. “Şiddet tek başına var olmaz, olamaz: Her zaman yalanla iç içedir.” demiş, yalanın arkasına gizlenir demiş.

William Golding’in Sineklerin Tanrısı adlı kitabını da hatırlıyorum. Orada, bir uçak kazası sonucunda ıssız bir adaya düşen iyi eğitimli çocukların, uygarlıktan uzak kalınca vahşileşmesinin öyküsü anlatılır. Golding insanda uygarlık içgüdüsü kadar vahşet içgüdüsünün de bulunduğu görüşündedir ve uygarlık içgüdüsünün, kurallara uymayı, barışçıl olmayı, ahlak yasalarına uygun davranmayı içerirken, barbarlık içgüdüsünün üstünlük kurma isteğine dayandığına inanır.

Bir de Amerikalı oyuncu Michael Moore’un siyasal taşlama filmlerinden birini hatırlıyorum. Moore, Amerika’da pek çok gencin öğrenim harcını ödeyemediği için okuyamaması gerçeğine isyan ediyor ve soruyordu: Bir devletin kendi geleceği demek olan gençleri eğitme sorumluluğu duymaması, gençlerden para istemesi ne demektir, diye. Filmde ülke ülke gezip Amerikan yönetimlerine sorumluluklarını hatırlatmaya çalışırken Moore Norveç’e de uğradı. Orada mahkûmlarla görüştü. Mahkûmlar koca koca binalarda, daracık ve itiş kakış koğuşlarda kalmıyor, kendi seçtikleri 3-4 mahkûm arkadaşlarıyla birlikte tek katlı evlerde kalıyor, bir işte çalışıyor, evde iş bölümü yapıyor, başkalarıyla birlikte, kurallara uyarak, barışçı bir biçimde yaşama pratiği ediniyorlardı. İnsanlara “ısındırılıyorlardı.” O evlerde kitaplıkları da vardı hiç kuşkusuz.

Şimdi sormaz mısınız, amaç, suç bile işlemiş olsa, insanı insanlaştırmak, insanı insanlara “ısındırmak”, ona başkalarıyla birlikte yaşama pratiği ve “terbiyesi” kazandırmak, onu uygarlaştırmak mıdır yoksa vahşileştirmek midir, diye. Ya da kitap okumak (akıl ve ruh sağlığı yerinde) insanı insana “ısındırır” ve uygarlaştırır mı yoksa insanı insandan soğutur ve vahşileştirir mi diye?



Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler