Nâzım’a yakışan eser: ‘Bedreddin’

Bulutsuzluk Özlemi’nin yıllardır beklenen “Bedreddin” albümü müzik gündemine bomba gibi düştü. Rock Opera ya da Rock Oratoryo türünde epik bir çalışma olan “Bedreddin”in yıllara yayılan hikâyesini Bulutsuzluk Özlemi’nin kurucu üyesi ve albümün de yaratıcısı Nejat yavaşoğulları ile konuştuk.

Yayınlanma: 23.11.2021 - 00:00
Nâzım’a yakışan eser: ‘Bedreddin’
Abone Ol google-news

Bulutsuzluk Özlemi’nin yeni albümü “Bedreddin“ son yıllarda Türkiye’de rock müzik adına yapılmış en çarpıcı kayıtlardan biri. Nâzım Hikmet’in “Simavne Kadısı Oğlu Şeyh Bedreddin Destanı” adlı şiiri (destansı şiiri ya da) Nurullah Ataç’ın deyişiyle şairin olgunluk dönemi eserlerindendir. “Her parçada şairin artık diline de, koşuğuna da hâkim olduğunu duyuyoruz” diyor kitabın Dost Yayınları etiketiyle 1968’de yapılan baskısının önsözünde. Bu minvalde “Bedreddin” albümünün de Nejat Yavaşoğulları’nın olgunluk çağına ait olduğunu söylemek hiç yanlış olmaz. Bulutsuzluk Özlemi ile 40 yıla yaklaşan bir müzik kariyeri olan Yavaşoğulları, az sonra okuyacağınız söyleşide de bahsettiği gibi “Bedreddin” üzerinde çalışmaya 80’li yıllarda başlamış. Ama en iyisi, biz hiç karışmayalım ve sözü ona bırakalım… 

* Aslında yıllardır bekliyorduk "Bedreddin"i… Biraz albümün tarihçesini dinleyelim mi sizden, nasıl doğdu, kimin aklına geldi ilk, bestelenmesi, tüm bileşenleriyle hangi süreçler yaşandı ve bugünlere gelindi..?

"Bedreddin" albümü için bana ilk fikri veren genç yaşta kaybettiğimiz sinema oyuncusu, yazar ve yönetmen Yavuzer Çetinkaya oldu. 'Senden böyle bir albüm bekleriz Nejat' dedi. Onun üzerine ben çalışmalara başlamıştım, fakat Bulutsuzluk Özlemi macerası işin içine girince, konserler, albümler işin içine girince "Bedreddin" çalışması aynı hızla devam etmedi. Ama sonuçta aklımın bir köşesinde hep bitirilmesi gereken bir şey olarak duruyordu. "Zamska" albümünden sonra fırsat bulunca onun üzerine eğildim, kolay da bir iş olmadığı için biraz uzun sürdü, ama sonunda gerçekleşti. Bunun için orkestra düzenlemeleri de gerekiyordu, önce kendim yaparım diye düşünüyordum fakat sonra Murat Cem Orhan ile tanıştım. Murat Cem Orhan şu an Türkiye'de çıkışta olan en yetenekli orkestra şeflerinden biri...  Onunla müthiş bir uyum yakaladık ve düzenlemelere başladık. O da diğer işlerimizin yanı sıra, yani hem onun çok işleri vardı hem de Bulutsuzluk Özlemi ile bir sürü konserler, turneler derken sürekli çalışamadık, ara ara çalışabildik. Sonuçta düzenlemelerin bitmesi de bir zaman aldı. Bütün kayıtları bir şekilde bitirdik, bu arada Fırat Tanış arkadaşımıza da arada metinleri, şiirleri bağlayan düz metinler vardı, onları kısaltarak yolladık. Fırat Tanış onları albümde okudu ve böylece şarkılar ve şiirler arasında bir geçiş sağlanmış oldu. Hikaye daha iyi anlaşılır hale geldi... Bunların hepsi bitince de diğer formalitelerle uğraşıp albümü çıkarmış olduk.


* Yanılmıyorsam grubun şimdiye kadarki en hacimli albümü, 100 dakikalık bir süresi var… Bu kadar uzun olacağını tahmin etmiş miydiniz?

Bu işe başlarken tüm bunların yaklaşık kaç dakikalık bir müzik olacağını tahmin edememiştim aslında, çünkü bestelenecek olan müzikler bir şiirin içerisinde bazen üç tane oluyordu, konu değişiyordu zira ve ona göre müzikler yapılması gerekiyordu. Dolayısıyla her şey bitip ara okumalar da yerine konunca albüm 101 dakika gibi bir zaman dilimine ulaştı.  

‘SPARTAKÜS KADAR ÖNEMLİ BİR OLAY’

* Bedreddin sizce bugün dinleyenlere ne anlatıyor? Nedir sizce günümüzle olan bağı ve önemi?

Bedreddin olayı 1390'larda başlayıp da 1410'lara kadar süren, yani yaklaşık 600 yıl önceki bir dönemde yaşanan olayları konu alıyor. Fakat bu olaylar o kadar ilginç ki hem ulusal tarihle uğraşan insanların hem de dünyadaki sosyolojik olaylarla ilgilenen insanların ilgisini çekmiş... Yani Alman yazardan tutun Fransız yazarlara kadar Bedreddin konusunda bir sürü kitap ve çalışma yapılmış vaziyette. Zaten albümün başında Nazım Hikmet de bu destanı nasıl yazdığını açıklıyor. Fırat Tanış'ın okuduğu bölümlerden bahsediyorum. İlahiyat Fakültesi müderrisi Mehmet Şerefeddin Efendi'nin yadığı risaleden hareketle bu işe girişiyor Nâzım, çünkü diyor 'Bu Bedreddin olayının böyle bir yazarın risalesinde yer alacağı şekilde tanınmasına gönlüm razı olmadı'... Aslında çok daha geniş bir perspektifle ele alınması gereken bir mesele olduğunu düşünüyor Nâzım. Koğuş arkadaşlarından birinin, Ahmet'in, 'Senden de böyle bir destan bekleriz' demesi üzerine yazıyor bu şiiri; tabii uzun uzun araştırarak...  

Bedreddin'de biraz İslam'la tanışan Orta Asya'dan gelen Türklerin yaptığı bir sentez var aslında ve tasavvuf düşüncesiyle de karışıyor. Bedreddin çok iyi eğitim görmüş, Tebriz, Kahire ve ülkemizin de değişik yerlerinde ilim çalışmalarında bulunmuş bir düşünür... Eserdeki şiirlerden birinde özetlendiği şekilde, 'Yarin yanağından gayrı her yerde, her şeyde hep beraber diyebilmek için' diye yazdığı dizelerde açıkladığı gibi, üretim araçlarının toplumun tümünün malı olması gerektiğini, Tanrının bunu bu şekilde yarattığını ileri sürüyor. Din, dil, ırk ayrımı gütmeden bir felsefe de ortaya koyuyor. Bunun üzerine de müritleri çoğalıyor. Hatta bu müritler arasında her dinden insanlar var. Bedreddin aynı zamanda Mehmet Çelebi ile taht kavgası yapan Musa Çelebi'nin kazaskeri, önemli bir adam yani. Mehmet Çelebi ile Musa Çelebi savaş yapıyor ve Musa Çelebi yenildiği için Bedreddin de kötü adam ilan edilip İznik'e sürülüyor. Eğer, böyle bir savaş Musa Çelebi tarafından kazanılmış olsaydı belki bugün biz farklı bir Türkiye'de yaşıyorduk. Bu anlamda önemli... Daha sonra ileride, yüzyıllar sonra ortaya çıkacak sosyalist fikirlerin sanki öncüsü gibi görebiliriz. Belki tarihe dönüp baktığımızda bir Spartaküs var köle ayaklanması yapan ve ondan sonra belki de en önemli olay Bedreddin'in öğretisi. O yüzden önemli.

* Albüme gelen ilk tepkiler nasıl oldu?

Albümü çok ilgiyle karşılayanlar var, tabii gençlerin, bugünkü neslin bu albümü nasıl dinleyeceğini göreceğiz. Kısa kısa şeyler dinlemeye alışmış bugünkü kuşağın bunu nasıl karşılayacağı benim için de bir merak konusu. Ama zamanla yerine oturacaktır diye düşünüyorum. Kalıcı olan bir çalışma olduğunu düşünüyorum.

* Plak formatında da çıkacağını düşünüyorum albümün, doğru mudur?

Albüm çift plak şeklinde yayınlanacak aynı zamanda.

* Tabii herkes Bedreddin’i canlı dinleyip dinleyemeyeceğimizi merak ediyor. Bu konuda bir takvim var mı?

Evet, herkes canlı dinlenip dinlenmeyeceğini merak ediyor. Tabii ki dinlenecek ve buna bugünden itibaren hazırlanıyoruz. Kolay bir iş olmayacak, büyük bir orkestra ve büyük bir koroyla sahnelenecek. Burada bazı desteklere de ihtiyacımız olabilir ve bunu belki bir turne halinde, belki büyük şehirlerin senfoni orkestralarıyla bunu yapacağız. Ve hatta orada videoya da çekip görsel olarak da iyi bir sahne tasarımıyla yapılan bu konseri yayınlamayı düşünüyoruz.

‘İLK ROCK OPERAMIZ DİYEBİLİRİZ’

* Albüme bir rock opera denebilir mi? Ya da değilse nasıl tanımlamalı?

Aslında biz bu albüme, koro ve orkestra da olduğu için, rock oratoryo dedik... Ama ilk çıkan bazı yorumlarda şöyle bir şeye de rastladım: 'İlk Türk operasını besteleyen Azerbaycanlı Üzeyir Hacıbeyov'a ait, ilk rock operası da Bulutsuzluk Özlemi'ne ait'... Belki bunu şundan diyorlar; bütün şiir bestelenmiş olduğu için sadece müziklerle ifade ediliyor, böyle düz konuşma şeklinde bir bölüm yok, hep müzik var. O yüzden de opera gibi de düşünülebilir gerçekten.  

* Nazım’dan bestelemek istediğiniz başka şiirler var mı? En azından keşke şu şiiri de besteleseydik dediğiniz?

Hayır aslında yok, çünkü bu konuda çok fazla beste var. Ben bir kere Bedreddin'e başlamış bulundum ve bu müzikleri hayal ettiğim, sahnelenişinin de çok güzel olacağını düşündüğüm için o işin yarım kalmasını istemeyerek başladığım işi bitirmek istedim. Başka şiir bestelemeyi düşünmedim Nâzım'dan. Biz Bulutsuzluk Özlemi olarak kendi sözlerimizi yazarak kendi dönemimizin bir kesitini ortaya koymayı istedik ve onu yaptık.

* Özellikle 70’li yıllarda dünyada rock müzikte benzer çabalar olduğunu görüyoruz. Yes, Emerson Lake & Palmer gibi gruplar böyle senfonik ölçekte müzikler bestelemişlerdi. Siz de o dönemde rock müzikle haşır neşir olmaya başladınız diye düşünüyorum… Müziğinizde 70’lerin etkisi olduğunu düşünüyor musunuz?

Benim yaptığım müziklerde 70'lerin etkisi ister istemez aksediyor fakat form olarak 70'lerin etkisi olmakla birlikte modern ögelerin, modern elektronik aletlerin de bu çalışmada yer almasını bilinçli olarak istedik. O yüzden de bir synthesiser'dan çıkan başka ritim olarak olsun, atmosfer sesleri olarak olsun, birçok elektronik bölümler de o 70'lerden gelen müzik kültürünün arasında erimiş vaziyette. Onu da günümüzün müziğine uygun olması amacıyla yaptık. Yani modern ögeler de var, hem klasik orkestra hem koro hem 70'lerin esintileri hem de günümüzün teknolojisi ve aletleriyle de beslenmiş çağdaş bir çalışma olduğunu düşünüyorum.

* Tabii ki Bedreddin’i bestelerken yerel unsurlardan da çokça faydalandınız. Bunu açmak ister misiniz biraz?

Yerel tatların tabii ki bu çalışmada kendini hissettirmesi gerekiyordu ama bunun dışında oraya bağlı kalmamak, evrensel bir müzik olması için uğraşmak gerektiğini de hiç aklımızdan çıkarmadan bu oldu. Mesela sadece bir yerde bağlama koyalım istedim, o da 'Sıcaktı' şiirinin sonunda savaş oluyor ve savaşta yeniliyorlar, orada hüzünlü bir bağlama sesi duyuyoruz... Onun dışında bütün enstrümanlar evrensel müziklerde kullanılan enstrümanlar ve yaklaşım da öyle. Ama tabii ki konuya göre bu toprakların müzik anlayışının yansıdığı birçok yer var.

* Fırat Tanış’ı seçmenizin özel bir sebebi var mıydı?

Fırat Tanış ile tanıştık biz, o da benim yaptığım işleri, Bulutsuzluk Özlemi'ni çok beğeniyordu, ben de yaptığı işleri çok beğeniyordum. "Gelin Tanış Olalım" oyununu izledim ve orada bir kere daha Fırat'a hayran kaldım. Sonra Fırat  da Ada Müzik'te bazı çalışmalar yapıyordu ve böylece bu şiir okumalarını Fırat'la yapmış olduk, çok da güzel oldu.

* Bulutsuzluk Özlemi dendiğinde en çok da “Sözlerimi Geri Alamam” geliyor akla… Neden bu kadar sevildi o şarkı sizce?

"Sözlerimi Geri Alamam"ın kitleler üzerinde garip bir etkisi var. Bunu bir amaç için direniş yapan insanlar da söylüyor, bir ilkokulun müzik dersinde de öğretmenler tarafından çocuklara söyletiliyor, b ir kurumun yaptığı bir toplantıda da çıkılıp söyleniyor... Gezi Parkı'nda gecenin üçünde İtalyan piyanist Taksim Atatürk anıtının önünde piyanoyla çaldığı zaman büyük bir kitle tarafından da söylenmişti mesela, böyle ilginç bir durumu var bu şarkının. Neden derseniz, o şarkıdaki müzikle sözün güzel bir uyumu var diye düşünüyorum, artı melodiler güzel... Bir de insanların kalbine giden bir yol var şarkıda ama buna da ben değil sosyologlar araştırıp cevap verirse daha sağlıklı olur sanki.

* Şarkılarınızın güncelliğini yitirmemesi de bir başka ilginç nokta,, örneğin Acil Demokrasi… Bu şarkıdan neredeyse 30 küsur yıl sonra hala aynı talepleri tekrarlıyor olmamız toplumumuz hakkında ne söylüyor sizce?

Aslında ben Acil Demokrasi'yi bestelerken bunu açıkhava konserlerinde çalarız diye düşünüyordum... Tam 80'lerin sonu, 90'ların başı gibiydi, Türkiye bir atılım içine girmiş, 12 Eylül'ün sıkıntıları geçecek bir an önce hava gibi su gibi özlediğimiz ve ihtiyacımız olan demokrasiye kavuşacağız... İşte o dönemde bir sabah kalktığımda Acil Demokrasi'nin sözleri dökülüverdi ve hemen kalemi alıp yazdım. Ben açıkçası o şarkı 3-5 sene çalınır sonra zaten Türkiye bütün bunları aşacak ve bu şarkı bir dönemin durmunu anlatan bir belge gibi geçmişte kalacak zannediyordum... Ama maalesef kaç yıldır, hesaplarsak 30 yıldır en az şarkıyı çalıyoruz, fazla da bir şey değişmedi, bu da beni üzüyor.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler