Mükemmelin peşinde

Öjeni fikri, 19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın başında oldukça yaygındı. Ancak kusursuz insan kitleleri yaratma çabası sonunda cadı avına dönüşecekti.

Mükemmelin peşinde
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 15.12.2024 - 12:41

Ortadoğu’da başta Suriye olmak üzere alevlenen çatışmalar ve paylaşımlar yeni bir göç dalgası olasılığını artırdı. Bundan en fazla etkilenecek memleketimiz olmasına karşın Avrupa ve ABD de bu konudaki endişe ve tedbirlerini dile getirmeye başladılar. ABD’nin seçilmiş başkanı Donald Trump ise göçmenler hakkında konuyu “kötü gen” sahibi olmalarına dek getirdi.

Fiziki yapımız kadar kişilik yapımızın da en önemli parçası olan genetiğimiz bizlere atalarımızdan kalan mirastır. “Kötü gen” ifadesinin karşısında yer alan “iyi genlerin” ise bazen fiziksel yapıya bazen kişilik yapısına ve belki de en önemlisi zekâya olumlu katkı sağladığı düşünülür. İşte bu “iyi genetik” havuza sahip insanlardan oluşması olası toplum yapısı hayali de 19. yüzyıldan itibaren “öjeni” kavramını gündeme getirdi.

İngiliz bilim adamı Francis Galton 1800’lü yılların sonunda tek ve çift yumurta ikizleri üzerinde çalışmaları ile tanınan bir bilim adamıydı. 1869’da yayımladığı çalışmasında önde gelen İngiliz ailelerinin soyağacını ortaya koydu. Burada üstün zekâ ve yeteneklerin yüzde 20 oranında miras alındığı sonucuna vardı ve “iyi doğmuş” anlamına gelen “öjeni” terimini icat etti. Tabii ki sosyal mesajını oluşturmayı da eksik etmedi. Toplumun en uygun üyelerini daha fazla çocuk sahibi olmaya teşvik ederek insanlığın geliştirilebileceğini teori olarak duyuruyordu.

Galton’un fikirleri kısa sürede yayıldı ve taraftar buldu. ABD’nin önde gelen genetikçilerinden Charles Davenport tıpkı hayvan yetiştiricilerinin çiftlik hayvanları için yaptıkları gibi arzu edilen özellikleri seçerek insan nüfusunun kalitesinin iyileştirilebileceği fikrindeydi. 1910’da “Öjeni Kayıt Ofisi” isimli, bu amaçla çalışacak kurumu açtı. Olay, sonrasında iyiyi aramak yerine “kötü genetik” havuzunu ayıklamaya doğru gitti. 1920’lerin başında öjenik gerekçelerle kısırlaştırılma yapılabileceğine ait yasayı 25 eyalet kabul edip uygulamaya başlamıştı bile. İnsan kitlelerini öjenik ideale dönüştürme çabasının bir parçası olarak yalnızca Amerika’da 60 binden fazla insan kısırlaştırıldı.

İDEAL ÇOCUK

Toplumsal dönüşüm hezeyanı peşindekilerin yanı sıra bireysel olarak da ideal çocuğu arayanlar çoğaldı. Bunlardan biri de İspanyol Aurora Rodríguez Carballeira’ydı. Başta bilimsel bir deney gibi başladığı projesinde geleceğin mükemmel kadınını doğurup yetiştirmeyi amaçlıyordu. Öncelikle çocuk üzerinde hak iddia etmeyecek bir baba adayı aradı ve sonraları kendisini bir defa gördüğünü söylediği partnerinden bir kız bebek sahibi oldu.

Hildegart ismini verdiği kızı kendisinin yakın gözetimi altında bir dahi olacaktı. Nitekim 13 yaşında Madrid Complutense Üniversitesi’ndeki hukuk fakültesine kaydolup 17 yaşında avukat oldu. Ancak yönelimi daha çok kadın hakları ve kadın cinselliği üzerine oldu. Daha 16 yaşına varmadan hepsi cinsel reforma odaklanan çeşitli kitaplar ve broşürler yayımlamıştı.

Bir yandan felsefe ve tıp eğitimine başlarken diğer yandan da siyasi eğilimleri analiz eden Hildegard’ın vazgeçmediği konu ise cinsel devrimdi. Ayrıca tıp öğrenmeye de doğurganlık ve doğum kontrol haplarının mekanizmasını öğrenmek için başladığını söylüyordu. ABD ve diğer ülkelerdeki cinsel özgürlük akımının önderleri ile yazışıyor, projeler üretiyordu. Bu arada öjenik ideal kadını yetiştirdiğini düşünen anne Aurora ile fikir ayrılıkları da artıyordu. 

TRAJİK SON

1933 yılının 9 Haziran’ında anne kızın evlerinden silah sesleri geldi. Aurora 18 yaşındaki kızını dört el ateş ederek öldürmüştü. Anne, kızının projesinden sapmaya başladığını görünce onu yok etmeye karar vermişti. Polislere verdiği ifadede söylediği cümleler bunu açıklar nitelikteydi: “Heykeltıraş, eserindeki en ufak bir kusuru keşfettikten sonra onu yok eder.”

Yargılanması bir yıl sürdü. Akıl hastalığı başta olmak üzere pek çok tez cinayet nedeni olarak ileri sürüldü. En fazla dile getirilen düşünceye göre Hildegard genç bir sosyalist yazarla ilişkiye girmişti ve annesini terk etmeye niyetliydi. Kızının onu terk etmesine dayanamayan anne onu öldürmüştü. Diğer bir iddiaya göre kendisi hakkında “Kızıl Bakire” adlı bir biyografi yazan İngiliz seksolog Havelock Ellis’in yanına gideceği fikri nedeniyle yaşanan tartışmalar bu sonu hazırlamıştı.

Gerek toplumsal gerekse bireysel öjeni hayallerinin mutlak mutlu sonla biteceği düşüncesinin günümüzde de seslendirilmeye devam ettiğini duyuyoruz. Konunun yol açtığı fikirlerin idealize edilmesi ile patlayan İkinci Dünya Savaşı’nın üzerinden henüz bir yüzyıl bile geçmedi. Ancak burada en acı deneyimi yaşayan memleketlerin bile farklı aynı amacın peşinde gittiklerini görmek ise şaşırtıcı.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler