Kötülüğün Merkezine Yolculuk: Şeytanın Saati

Amazon Prime’ın yeni dizisinin en büyük kozu, çok katmanlı senaryosu...

Kötülüğün Merkezine Yolculuk: Şeytanın Saati
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 30.10.2022 - 13:00

Zaman yolculuğu, paralel evrenler, bir parça falcılık, bir tutam doğaüstü aktivite, bir dizi cinayet ve döngüler arasında seyahat eden bir katil... Üstelik bu kişinin, Doctor Who’nun meşhur Doktor’u Peter Capaldi olması da cabası... Amazon Prime’ın merakla beklenen Tom Moran imzalı yeni dizisi Şeytanın Saati (Devil’s Hour), mükemmel bir Cadılar Bayramı etkinliği için gerekli tüm bileşenlere sahip ama bazı noktalarda basmakalıp formüllere gereğinden fazla yaslanıyor. 

Bir sorgu odası, sırt planıyla izlediğimiz gizemli bir adam ve ilk bakışta kurban olduğunu düşündüren dudağı patlamış bir kadın... Şeytanın Saati’nin ana karakterlerini, öykünün zaman algımızla oynayan geriye dönüşlerinden (flashback) hemen önce tanıttığı bu oda, altı bölüm boyunca süregelen bir sorgulamanın başladığı yer aslında. Her gece, şeytanın sayısı olarak bilinen 3.33’te uyanan ve bunun nedenlerini araştıran sosyal hizmetler görevlisi Lucy’nin (Jessica Raine) düştüğü girdabın yalnızca bu bilinmezlikle sınırlı kalmadığını ise The Omen esinli, tüyler ürpertici küçük oğlu Isaac’le (Benjamin Chivers) tanıştıktan sonra fark ediyoruz. Korku, gerilim kurallarına uygun biçimde gözlerini kırpmadan boşluklara bakan, aniden ortaya çıkan, öğretmenlerini ve hatta öz babasını bile korkutmayı başaran Isaac’in varlığı dizinin en rahatsız edici yönünü belirliyor ve esrar duygusunu öykünün kötüsü Gideon’la (Peter Capaldi) birlikte besleyen en önemli figür oluyor. 

Olay örgüsü budaklandıkça, Lucy için gerçek ile düş bulanıklaşmaya ve zihninde yankılanan korkunç imgeler ise bir dizi cinayet soruşturmasına eşlik etmeye başlıyor. Lucy’nin geçmişi, bugünü ve sorunlu çocuğu arasında mekik dokuyan anlatı boyunca ana karakterle sorulara yanıt arıyoruz. Buraya kadar izleğiyle uyumlu ilerleyen ve alışılmış yöntemleri uygulayan dizinin öykü ilerledikçe farklı karakterler ve onların öyküleriyle katmerlenmesi izlenirliğini artırıyor. Sonuçta konunun gerektirdiği merak duygusu sürükleyiciliği pekiştiren bir unsur ve bunca üretimin olduğu bir dönemde, muadillerinden ayrılabilmenin yegâne şartı senaryonun katmanlarını oluşturan yarıkların doldurulabilme gücünde saklı. Ve Şeytanın Saati, reenkarnasyondan rüyalara, zaman yolculuğundan paralel hayatlara değin renkli motiflerle bezediği anlatısını derinlikli yaratılmış karakter portreleriyle ve en önemlisi kusursuz bireysel performanslarla desteklemeyi başarıyor. 

KÖTÜLÜĞÜN GEREKÇELERİ

Peter Cabaldi’nin mesafeli bir yorumla hayat verdiği Gideon, yalnız kötülüğün simgesi olmakla kalmıyor, protagonistimiz Lucy’yle de keskin bir tezat oluşturuyor. Dedektif Dhilon’dan ortağı Holness’a, Lucy’nin eski eşi sorunlu baba Mike’a ve annesine değin her bir karakterine yeterli alan ve zaman tanıyan dizinin bana göre elini güçlendiren asıl unsur, kötüyü tasvir etme biçimi. Sezon boyunca yalnızca iyi karakterin kişisel sorgulamalarıyla boğuşmuyor, kötü olanın nedenleri ve gerekçelerini de öğreniyoruz. Suç öykülerinin gerçeğidir, kötü tek boyuttan sıyrıldıkça öykü filizlenir; seyirci kötüyü “anladıkça” ve dahası sevdikçe anlatıyla bağ kurması kolaylaşır. Dizi, farklı zaman dilimlerinde kurguladığı olay ve karakterleri birbirine bağlamakta -şimdilik- becerikli ancak biricik kozunun, kötüyü temsil eden figürün incelikli ve özenli yazılmış olmasından doğacağını öngörmek zor değil. 

Şeytanın Saati’nin en kusurlu tarafına gelince... Seyircisini gereğinden fazla soruyla baş başa bırakması senaryonun en önemli gediği olarak görülebilir ancak ikinci sezonda yan hikâyeleri birbirine bağlayabilme kabiliyeti ve beklentiyi yükselten Capaldi’nin karakteri bu pürüzü giderebilir. Türün meraklıları mutlaka şans vermeli...

Puanım: 7.5/10


İlgili Haberler

Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler