‘Keşke bize gerçeği söyleseler’

“Kim Bu Ben”de geçen bu replik, hem oyunun özüne hem de içinde yaşadığımız dünyaya ilişkin her şeyi anlatıyor.

‘Keşke bize gerçeği söyleseler’
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 15.10.2023 - 13:00

Birbiri içine geçmiş labirentler, çıkışı bulduğunuzu sandığınızda aslında bir başka labirentin içine giriyorsunuz. “Kim Bu Ben”, daha oyunun tanıtım yazısını okurken sizi bu gerçeği sorgulatan bir labirentin içine sokuyor ve sonuna kadar da çıkarmıyor. Engin Hepileri’nin yönettiği, bugün Caddebostan Kültür Merkezi, perşembe günü ise House of Performance’ta sahnelenecek oyunu, başrol oyuncularıyla konuştuk.

- Ne sorsam oyunun sürprizini bozacakmışım gibi geliyor. Yine de deneyeyim, oyunun ana teması bilinenden çok farklı ve aslında oyun içinde oyun, karakter içinde karakter betimlemesi sunuyor. “Kim Bu Ben”in dünyası içindeki çok katmanlı kurmacayı izleyiciye geçirmek ayrı bir oyunculuk mahareti sanırım.

Beyza Şekerci: Gerçek ve doğru kavramını sorgulatıyor olması, hem oyunun konusu gereği hem de karakterlerin ilişkilerinde bu sorgulamanın olması hem izlenmesini heyecanlı kılıyor hem de oynamayı daha renkli ve eğlenceli hale geliyor.

Onur Ünsal: Önce çok karmaşık şeyler düşündüm. Dezenformasyon, gerçek, yalan, dış gerçek, manipülasyon gibi konular üzerine çok düşündüm. Sonra Hamlet oynarken de gerçekte Danimarkalı olmadığımı hatırlayarak rahatladım. İşin şakası bir yana, bu bir algı oyunu. Yüzde yüz net bir cevabını da bulamıyorum.

Neslihan Arslan: Oyuna gelen seyirciden önce “seyirci” ve hatta “dinleyici” olmuş bir karakter diyebilirim sanırım. Günümüzde “gerçek”le bir karmaşıklık yaşayan değil de var olduğumuz bu dünyanın içinde nasıl var olabildiğimizi iki insanın yaşama sancıları üzerinden seyrettirmeyi amaçlayan bir hikâye sahibi diyebilirim.

- Oyunda Adam ve Daphne olarak bizi karşılayan çiftimiz güncel bir var oluş krizini küresel ısınmanın olası sonuçları, kurumsallaşmış doğa katliamı, sosyal adaletsizlik ve komplo teorileriyle harmanlayarak, kitlelerin kişisel çıkmazlarının hemen hepsini tek birer bedende omuzlanmış görünüyor. Rolleriniz psikolojik açıdan bayağı ağır olmalı...

B. Şekerci: Oldukça ağır. Kadının dünyasından anlattığı duygusal geçişler, çocukla olan ilişkileri ve her yaptıkları işi büyük bir aşkla yapıyor olmaları, inandıkları şeyden hiçbir şekilde vazgeçmiyor olmaları, büyük hayranlık uyandırıyor. Dolayısıyla da psikolojik geçişler çok dalgalı. O dalgalar seyirciye duygusal olduğu kadar gerçekçi de geliyor. O nedenle biz de buna tutunmayı çok sevdik.

O. Ünsal: Evet. Bu güncellik ve bu sorular çok sahici, dolayısıyla insanı ürkütmüyor değil. Bence şunu da diyebiliriz, bunlar üzerine düşünüp sanat yapmanın iyileştirici bir yanı olduğunu düşünüyoruz ve temel motivasyonumuz da bu.

N. Arslan: “Psikolojik olarak bir zorlanma değil de daha da farkında olmayı sağladı çalışmamız” dersem yanlış olmaz sanırım..

- Oyun bize dijital iletişim çağında "teyit" kavramının önemini daha başlamadan hatırlatıyor. Çağımıza bütüncül bir bakış atan bir metne sahip bizzat sahnede olan kişiler olarak sizin oyundan çıkarımlarınızı merak ettim.

B. Şekerci: İnsana gerçekten yaşadığımız şu dönemin aynasını tutan, gerçekliğini ve önümüzdeki süreçte bizleri bekleyen tehlikeyi sorgulatan bir oyun olması, “Ben bir seyirci olsam gerçekten düşünceler içinde buradan ayrılır ve bir adım sonrasını düşünmeye başlardım” dedirtiyor. İzleyici olsaydım, içeriği bilmiyor olsaydım, böyle düşünürdüm çünkü oyunu ilk okuduğumda da bu hissi yaşadım. Oynadıkça da seyirciyle empati kurduğumda hep aynı hissi yaşıyorum. Bence bu oyunun en büyük alametifarikası da bu.

O. Ünsal: Özellikle dijital yolla gelen manipülasyonlar ve bunların etkisine ne kadar açık olduğumuzu, her gün hatırlatıp sorgulatıyor.

N. Arslan: İçinde olmaktan keza, içimizden geçen bir dijitalleşme çağı içindeyiz diye düşünüyorum. Bu çağa ne kadar hâkim olabiliriz ve olamıyorsak bu dijitalleşme çağı bize ne ölçüde hakim olabilir üstüne bir anlatı.

- Kim Bu Ben'in bilinçaltında yatan "Aydınlanma" sizce gerçek bir Aydınlanma mı? Yoksa bir odanın ışığını kapatıp, başka bir odaya girip ışığını açmaktan mı ibaret?

B. Şekerci: Evet, karanlık bir dönemden aydınlık bir döneme geçmek gibi tanımlamak istedim bir an. Yaşanılan aydınlanma tabii ki somut bir odadan odaya geçme Aydınlanması değil, karakterin kendi hayatıyla ilgili ve ortak yaşamlarıyla ilgili birlikte yaşamış oldukları bir Aydınlanmaya çıkış hali.

O. Ünsal: Bu soru karışık ama yazarın kendisine baktığımız zaman, bunun olumlu sonuçlar vermese de feminist ve hayata dair bir çözüm yolu önerdiğini düşünmekteyim ve evet, buna ben de inanmaktayım.

N. Arslan: Oyunda çok güzel bir replik var: “Keşke bize gerçeği söyleseler.”

Gerçeğin peşine -gerçekten- düştüğünüzde bir odanın ışığını yakıp diğer odanın karanlıkta kalmasına göz yummanız pek imkân dahilinde değildir diye düşünüyorum.

- Oyunda bir anlatıcı olarak yer alıyorsunuz. Rolünüz bu öyküye nasıl bir anlam katıyor ve neden gerekliydi?

Neslihan Arslan: Demin de değindiğim gibi herkesten önce seyircisi olmuş bir karakter benim için. Anlatıcı olmanın ötesinde bir çıkarımı olmasıyla birlikte elimden geldiğince seyirciyi bir yöne çekmeden bir hikâyeyi olabildiğince net gözler önüne sermeye çalışıyor diye düşünmüştüm provalar boyunca. Hâlâ da çok yakınım bu fikre. Bir çıkarımınız, fikriniz olduğu zaman ne kadar objektif anlatabilirsiniz bir hikâyeyi, anlatılmaz yaşanır diyebilirim prova sürecimi düşündüğümde. (Gülüyor) Sorunun yanıtına gelecek olursam, bir durumda eğer ki elle tutulur olduğunu düşündüğünüz bir fikriniz varsa, bunu insanlarla paylaşmak istersiniz. Evet sahnede, bu hikâyenin içinde oyuncularla ve hatta seyircilerle olmasının iki tarafı yalnız bırakmaması ve parantez içlerini açması açısından önemli olduğunu düşünüyorum. Çünkü anlatıya ilişkin net bir çıkarımı var ve bu çıkarımı bu şekilde anlatmayı tercih etmesine sonuna kadar inanıyorum.



Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler