İyi insan, iyi aktör

Cem Davran’la bir kariyerin nasıl “demlendiğini” konuştuk.

İyi insan, iyi aktör
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 15.10.2023 - 13:00

Tavrını her zaman açık biçimde belli eden bir isim Cem Davran. Belki biraz mesafeli, öte yandan davranışlarını ilkeleri belirliyor. Bugüne kadar tiyatroda, beyazperdede, ekranlarda sayısız işte yer aldı. İçeriğe göre farklı bir kimlikle karşımızdaydı ama hep akıllara kazıdığı sıfatları, üretkenliği ve çalışkanlığıydı. Şimdi “Bambaşka Biri” ile ekranlarda izleyiciyle buluşan başarılı oyuncu ile keyifli bir sohbete buyurun.

- Bir röportajınızda "Ben hayatın kabasını attım, ince işçilikteyim" demiştiniz, bu söz mesleğiniz için de geçerli mi?

Elbette geçerli hem de nasıl bilseniz! Meslek denilen şeyin hayatımla kardeşliği tek yumurta ikizi kıvamında. Birbirimize dönüştük farkında olmadan. Hayalim hayatım oldu, hayatım hayalim. Kabasını atmak ve ince işçiliğe geçmek sırf bu yüzden mucizemdir gerçek anlamda. Sahne üstü insanının, aktörün yolu bu kadar açık ve nettir. İyi insan olma çabası, iyi aktör olma çabasının önkoşuludur. Cümlelerini çok önemsediğim Yoshi Oida benden çok daha akademik bir dille anlatır bunu. Sabah uyandığınızda akşamki oyun başlar, tüm gün iyice temizlenir son anons verildiğinde pırıl pırıl perdeyi açarsınız. İşte bunun sokaktaki ismi, ince işçilik.

- Buradan Turan'a getirmek istiyorum konuyu. Kendisi de dizi özelinde "yaşamda demlenmiş" bir karakter olarak görünüyor. Sizin yaşamınızın bu dönemiyle en azından ilk bakışta ortak yanları var gibi geldi bana.

“Bambaşka Biri” ve Turan tadından yenmez bir karşılaşma benim için. Zaten yaş alıyor ya da yaşlanıyor insan, bu elde var bir. Aktörün yolculuğuna anlam katan, eşlik eden roller de bu hevesli zamanların ikramiyesi. Turan’ı anlattıklarında tercihimi ondan yana kullandım çünkü hissettim, “Bu adam beni keyifle sömürür, biriktirdiklerimden usul usul beslenir” dedim.

- “Bambaşka Biri” için neler söyleyeceksiniz. Sizi senaryoda etkileyen neler oldu?

Bir projenin içinde olmak kararı tek bir yoldan yürümüyor, bir sürü sokaktan geçiyorsunuz. Başta yapımcıyı sevmek ve güvenmek, bu açıdan “Tims & B” çalışmaktan keyif aldığım ve çok güvendiğim bir yapı. Sonra hikâye, karakter, senaryonun yazılma biçimi ki burada da Ethem Özışık ve genç yazarlar, yönetmenimiz Neslihan Yeşilyurt, oyuncu arkadaşlar derken dolu dolu bir etkileşim söz konusu. Hani ilk kıvılcımı merak ediyorsanız elbette senaryo, karakter ve onu sizin sofranıza iliştiren yapımcı.

- Daha önce Burak Deniz'in oyunculuğundan övgüyle söz etmiştiniz, şimdi kendisiyle aynı dizide oynuyorsunuz.

Burak’la daha önce de karşılıklı oynadık (Yarım Kalan Aşklar), başka işlerini de izleyip bir röportajda bahsetmiştim. Oyunculukta çok önemsediğim birçok şeyi onda gördüm ve söyledim. “Bambaşka Biri” bu açıdan çok şanslı bir proje, Hande Erçel ve Burak Deniz gibi iki tane enerjisi, fırtınası çok yüksek, gözlerinden ateş fışkıran taşıyıcı gençleri var. Yüklendikleri tonlarca ağırlığı çok büyük bir özenle taşıdıklarını görüyorum. Burak’la da Hande’yle de karşılıklı oynarken açıkçası onlardan öğreniyorum ve garip gelecek ama bu iki genç oyuncudan çalabildiğim ne varsa çalıyorum. Bir gün onlar da benim zamanlarımı adımladığında aynı şeyi yapacaklar biliyorum çünkü çok özel genç oyuncular bunlar, özelliklerinin kıymeti de burada saklı.

TİYATRO HEP GÜNCEL

- Günümüz kuşağı, iletişim ve algılama biçimleri, teknolojiyi kullanma sıklığı ve yöntemleri açısından önceki kuşaklara göre çok farklı. Usta bir tiyatrocu olarak tiyatronun gelecek nesillere hitap edebilmesi için kendisini sunum veya başka açılardan yenilemesi gerektiğini düşünüyor musunuz?

Konu ne olursa olsun bir şeyi genel yorumlamakla özel yorumlamak artık iki farklı alan. Daha açık hâli, dünyayı konuşmakla ülkemizi konuşmak aynı şey değil sanki. Tiyatro söz konusu olunca da böyle. Yeni kuşaklar ve içine doğdukları zamanın üstüne söylenecek her şey söyleniyor zaten. Fotoselli kapıyı, yürüyen merdiveni görünce aptallaşan bir neslin temsilcisiyim ben, neler söyleyeceğimi tahmin etmek zor değil. Tiyatro denince orada duruyorum işte. Klasik tiyatro duygusunun bütün bu ürkütücü değişime rahatlıkla ayak uydurabildiğini, varlığını hiç eksilmeden koruduğunu düşünüyorum. Aslında kadim sanatların tamamı böyle, onlar dimdik ayakta duruyor. Tiyatronun dijital çağa uyum sağlaması, gerektiğini, bu sebepten geride kaldığını söyleyen çok oldu, ben aynı fikirde değilim. İnsanlık tarihiyle aynı yaşta bir sanatın gücüne sonsuz inanıyorum. Yenilenme, yeni nesillerle bağ kurma... Bunlar kendiliğinden tiyatronun bizzat özünden filizleniyor, istemeseniz de oluyor. Tiyatro böyle bir şey zaten, doğanın en kıymetli parçası, sürekli bir değişimin, dönüşümün içinde hem de her saniye. Beslendiği en önemli kaynak da özgürlük.

GELECEK YIL YENİ KİTAP GELİYOR

- “Kendimi hep hikâye anlatıcısı olarak görüyorum” demiştiniz. Aslında bu sıfatın özünüzde yer aldığı “Palyaço'nun Günlüğü”ndeki dilinizin akıcılığıyla kendini fazlasıyla gösteriyordu. Peki yazı sizin için bir kaçış alanı mı? Veya şöyle sorayım meslek yaşantısının büyük kısmını kurgusal karakterleri canlandırmış birisi olarak yazı yazmayı gerçekle ve bellekle kurduğunuz üretken bir bağ olarak mı görüyorsunuz?

Yazmak gerçekle ve bellekle kurduğum üretken bir bağ kesinlikle. Vedalaşmak kısmında da beni çok ayakta tutuyor, bunu da es geçemem. “Palyaço’nun Günlüğü” kitabım bu tatlı vedalaşmanın bir sonucu. Önümüzdeki yıl çıkmasını planladığım kitap da bambaşka bir kelimenin itmesiyle düşecek sofralara. Yazdığımın en az birkaç katı okumak zorundayım, kaçınılmaz bu. Zaman burada devreye giriyor. Yoksa senede birkaç kitap çıkarırım, bu da benim en büyük trajedim, tuzağım olur. 12 yaşımdan beri kurgusal karakterlerle buluşup ayrılıyorum, sonra hepsini çok özlüyorum. Son olarak “Hayat” filminde buluştuğum Orhan’ı çok merak ediyorum, şimdilerde “Bambaşka Biri”nde Turan için endişeleniyorum, bulduklarımı, keşfettiklerimi Turan’la paylaşıyorum. Konuyla mesafeli olanlar için şizofrenik bir durum olabilir ama bir aktör için cennet gibi bir şey bu. Son olarak, çok çalışıyorum, çocukluktaki oyun oynama dürtümü yitirmemek için çabalıyorum, çok fazla birikirse öğrencilerimle paylaşıyorum, denemeye ve yanılmaya devam ediyorum. Sözün özü, her ne yapıyor ya da yapmıyorsam çocukluğumun ortalıkta dolanmasına, atlayıp zıplamasına hep izin veriyorum.

ÜÇÜNCÜ ŞAHISLAR BİR YERE KADAR…

- Röportaj vermeyi pek sevmediğinizi söylüyorsunuz, başka insanlar hakkında nadiren yorum yapıyorsunuz, sanırım kendiniz ve yakınlarınızla zaman geçirmeyi seviyorsunuz ama sık sık da gündeme geliyorsunuz. Mesleğinizin gereği olan sosyal ilişkileri nasıl dengeliyorsunuz?

Çok bariz görünen bir fotoğraf bu. Bilinir ki benim hayatıma bir yere kadar girebilir üçüncü şahıslar. Röportaj intihar gibi bir şey ama güzeli de güzel oluyor, (Üstünüze alının lütfen) mesela bunun gibi. Özen gösterilmiş, kısmen deşifre edilmiş sorular, nokta atışı ve derinlikli yönlendirmeler. Geçmişte de farklı değildi aslında, canlı yayından çıkar, herkes dönemin uğrak yerlerine giderken ben 40 yıllık arkadaşlarımın yanına kaçardım. Neyi ne kadar sakınabildim tam bilemiyorum ama küçük bir plasenta yarattığımı düşünüyorum. Birçok şeyi aynı anda yaptım, yapmaya devam ediyorum. Gündeme gelmek, mesleğin gereği sosyal ilişkiler, yeminle bunları bir matematiğin ürünü olarak görmüyorum. Reddetmiyorum ama tapınmıyorum da. Bu kadar açık.

HATA YOK, YOLCULUK VAR

- Bugüne kadar televizyonda çok farklı formatlardaki yapımlarda sizin de isminiz vardı. İçlerinde "Keşke burada olmasaydın" dedikleriniz var mı?

Tabii ki var ama hangileri olduğunu söyleyemem çünkü ben hikâyesini seven biriyim. Hata diye bir şey olmadığı kanısındayım, hata yok, yolculuk var, hayat var. Zamanı geçmek diye bir teori var, zamandan hızlı yol almak. Başarırsanız çok fazla yaşıyorsunuz, buradaki fazla manav terazisi ölçeğinde değil elbette. İşte bu teoride sahiden hata kelimesi yok, gerekirse bilimsel olarak da kanıtlarım bunu.

Foto: Samet Celepoğlu


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler