İlk kitabını yazmanın heyecanın yaşayan Asoğlu: ‘Deniz benim için bir tutku’
O, Türkiye’nin en iyi genel cerrahlarından biri. Aynı zamanda yelken tutkusu olan ve boş vakitlerini teknesinde geçiren Prof. Oktar Asoğlu, bugünlerde ilk kitabını basmanın heyecanını yaşıyor...
Genel Cerrahi alanında ülkemizin önemli isimlerinin başında gelen ve özellikle rektum kanserinde ameliyatsız tedavi yöntemleriyle ilgili çalışmalarıyla dünya literatürüne giren Prof. Dr. Oktar Asoğlu’nun ilk kitabı “Denize Doğru” geçen günlerde yayımlandı. Kitabında denize olan tutkusu, öğretmen olan babasına duyduğu hayranlığı, yaşantasındaki etkisini ve mesleğinde ilerleyiş sürecini anlatan Asoğlu, “Deniz, çocukluğumdan beri benim için bir tutkuydu” diyor. Prof. Asoğlu, aileden gelen okuma ve kitaplara olan aşkını ise şu sözlerle anlatıyor: “Çok okuyan bir aileden geliyorum. Kütüphane olmayan bir eve ilk girdiğimde çok yabancı olarak görüyordum, çünkü kütüphanesiz ev gibi bir kavram benim için o dönemlerde yoktu.”
Kastaş Yayınevi’nden çıkan kitabın geliri maddi durumu iyi olmayan gençlerin eğitim-öğretim hayatına katkı sunabilmek için bir eğitim vakfına bağışlacak. 2 bölümden oluşan kitabın “Not defterimden öyküler” başlıklı ilk bölümünde, Asoğlu’nun yaşamından kesintileri öykü tadında anlatıyor. “Not defterimden denemeler” başlıklı ikinci bölümünde ise “Bizim çocuk”, “Madımak”,“Tıp öğrencilerine” gibi denemeler yer alıyor. Asoğlu, kitabın önsözünde “Not defterim dolmak üzere. Yeni hikaye ve romanlar için yer açmam gerekiyor. Yaşamımdan kesintiler sunan kısa yazılarımı içeren ilk kitabımı, sevgiye inanan ve yaşamın koşulsuz bir dirençten geçtiğini bilenlere adıyorum” ifadelerine yer veriyor.
AYDA ORTALAMA 25 AMELİYAT
Prof. Asoğlu, hekimlik dışında kalan zamanlarını ise hikaye, deneme, roman yazarak ve yelken yaparak geçiriyor. Oldukça yoğun programı arasında vaktinin boş kalan zamanlarını hobilerine ayıran Asoğlu “Hobilerim okumak, yazmak, denize çıkmak ve ameliyat yapmak. Televizyon hiç izlemiyorum. Ayda ortalama 20-25 ağır kanser ameliyatları yapıyorum” diyor. “Denize Doğru” adlı ilk kitabının heyecanını yaşayan Asoğlu ile hobilerini, hekimliği ve yeni kitabını konuşmak için bir araya geldik.
OKTAR ASOĞLU KİMDİR?
1990 yılında Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun oldum. 1996 yılında İstanbul Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı’nda uzmanlığını aldım, 1998-2012 yılları arasında ise İstanbul Üniversitesi’nde görev yaptım. 2003 yılında Mayo Klinik, 2004’te ABD Newyork’taki Memorial Sloan Ketterig Cancer Center’de çalıştım. 1998-2012 yılları arasında İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde görev yaptım, 2012’de Tam Gün Yasası ile İstanbul Tıp Fakültesi’nden ayrıldım. 2017 yılında serbest bir hekim olarak çalışmaya başladım. Yarı zamanlı olarak da Acıbadem Hastanesi’nde çalışmaya devam ettim. 2017 yılından sonra hobilerimi geliştirmeye başladım. O zamanki idari görevler ve diğer görevlerimi bıraktığım için boş zamanlar çok istediğim birşeydi. Deniz çocukluğumdan beri bir tutku halindeydi. Yelkene merak saldım ve büyük bir zamanımı yelkende geçirmeye başladım. 1990’lı yıllardan itibaren hayatımdaki yaşamış olduğum şeyleri ve gördüklerimi anektod olarak toplayıp yazardım. Biriken bir not defterim vardı. Bu öyküleri ve denemeleri insanlarla paylaşmayı istedim. Benim bu ilk çıkan kitabımda da daha çok gözlemlerim, hayata ait yaşamlarımdan kesitler sunuyor. Yarısı hayal gücü, yarısı gözlemlerim diyebilirim...
‘KÜTÜPHANESİ OLMAYAN EV OLMAZ’
- Kitapta, kızınıza, babanıza mektuplar ile Madımak katliamı gibi bölümler bulunuyor...
Evet... Doğduğumuz zaman ailenizden, çevrenizden, okulunuzdan bazı değer yargıları alıyorsunuz. Bunların içerisinde ben çok şanslıydım. Çok okuyan bir aileden geliyorum. Kütüphane olmayan bir eve ilk girdiğimde çok yabancı olarak görmüştüm, çünkü o dönemlerde kütüphanesiz ev gibi bir kavram yoktu. Çok okuyan bir ailenin içinden gelince bu okuduklarınızdan da kişiliğiniz ve değerleriniz oluşuyor. Ben bu sürecin içinde dönüp kendime bakmayı hep düşündüm ve bu yüzünden hep notlar tutardım. Birşeyi yazma, dönüp bakma, hatırlama nerede olduğunuzu değerlendirme, görme, ‘acaba değişen yaşam koşullarının içerisinde ben kendi değerlerimin içinde miyim değil miyim’değerlendirmesi önemli. Çünkü her dönemin kavramları farklılaşıyor. Özellikle son 15 yıldaki Türkiye’nin içerisindeki kendimi biraz daha yabancı hissediyorum, pek çok insan gibi... Kavramlar çok daha farklı geliyor artık. Bunları da görebilmek amacıyla anektod alıyordum, not tutuyordum. Dönüp hatırlamak gerekiyor. Bir Madımak hatırlanmalı...Elbette toplumumuzda yaşadığımız şeyleri sorgulamalıyız. Bir de simgesel anlatımları da seviyorum.
- Başka kitap projesi var mı?
Yazmaya devam ediyorum zaten. Eğer bunun bir toplumsal karşılığı olursa, insanlar beğenirse geri beslemesi iyi olursa arkadasındaki hikayeler, denemeler bir roman gibi bir hedefim de var.
‘BABAM KİTAPLARI OKŞARDI’
- Anne-baba öğretmen ve yazmaya meraklı bir aileden geliyorsunuz. Babanızın da bir kitap ödülü var sanırım değil mi?
Babam edebiyat öğretmeni ve ilk yazmaya öğretmenliğe başladığı 1968’li yıllarda hikayelerle başlamıştı. “Et emek ve karanfil” diye ilk hikayesi çıkmıştı. Sonrasında “Ulusu” diye 1974’te Milliyet ödülü ile yayımladığı bir kitabı oldu. Babamın ilerleyen yıllarda daha çok çocuk kitapları yazmaya doğru eğilimi oldu. “Hoşçakal Akdeniz” diye kitabı epey ödül aldı. Yazıp çizen bir aileden geldik, 70’li yıllardayken, babamın Can yayınlarından, o zaman bin belki de daha fazla kitap alır, kitap kolilerle eve gelirdi, oturup onu tek tek okşadığını hatırlıyorum. Kenardan izliyorduk, bütün onları okuduk o dönemin içinde. Hatta çok hızlı okuyordum hiperaktif bir kişilik olduğum için... Yaz sezonunda yarısını okurdum, onların masalsı dünyasına girdik o zaman. Ev gezmelerinin olduğu bir dönem, gelenlerde genellikle kitaplar tartışılırdı, edebiyat gibi. Büyükler ‘şu kitabı okudunuz mu?’ derlerdi ve bu bizler için rol modeldi. Biz de orada söz söylemek ve konuya girebilmek için okuma eğiliminde olurduk. Kendinize ait bir internet dünyası yoktu şimdiki çocuklar gibi, televizyon programları da yoktu. Farklılaşan değerler ve kavramlar bunlar.
‘DENİZ, RUHUNUZU TAMİR EDER’
- ‘Denize Doğru’ kitabınızın da adı. Sizin deniz tutkunuzu, yelken tutkunuz ne zamandır var?
İki taraflı aslında o... Birisi hayatımın denize doğru gitmesini ifade ediyor, aynı zamanda simgesel bir de başlık... Çok yoğun geçen bir meslek hayatının sonucunda başka bir şeye doğru evrilmek aslında bu...Nereden başlıyorsunuz, nereye gidiyorsunuz.... Çünkü evrim sürecimi akademik anlamda tamamladım. Bunları tamamlayınca kendinize ayırdığınız zamanlarınız da farklı noktalara gelebiliyor... İkincisi de deniz başka bir tutkuydu hep benim için. Yaşamımın önemli bir kısmı Antalya’da geçti. Yelkenleri hep çok isterdim, onun üstünde olmak ve denize kaçmayı. Çünkü denizin insan ruhunda yarattığı şeyler çok farklı. Deniz aslında hayat gibi... Bir anda fırtınanın içine giriyorsunuz, orada sürekli olarak herşeyi dengelemeniz gerekiyor, asla kontrol de edemiyorsunuz çünkü doğa ile bir mücadele söz konusu. Sizin kontrolünüzde değil, sürekli bir dengeniz var, hayatta kalma savaşı gibi. Çok keyifli manzaralara da çıkabiliyorsunuz, yalnızlığın tadını da yaşayabiliyorsunuz, özgürlük duygusunu da size veriyor, açılıp gitmek, kaçmak, karadan uzaklaşma, herkesten gitme, kendinizle baş başa kalabilme şansını veriyor. Bunun yanı sıra çok güzel manzaraları da verebiliyor. Deniz ruhunuzu tamir eder, o yüzden hep tutku benim için...
- Yelken için özel eğitim aldınız mı?
Kısa bir eğitimden sonra daha çok arkadaşlarımdan yelkeni öğrendim, alaylı yetiştim yani.. Birkaç yıl sürekli emek harcamazsanız yelkeni öğrenemezsiniz.
‘YELKEN YAPMAK İLE CERRAHLIK BİRBİRİNE BENZİYOR ’
- Tekne ile denize açılmak nasıl bir dünyaya açılmaya neden oldu?
Teknem hep güneyde. Orada daha güzel seyir yapma şansımız var, rüzgarı yakalama şansımız daha güzel. Cerrahi ameliyatlar ile yelken yapmanın birbirine çok benzeyen tarafları var. Birinde seyre çıkmadan, diğerinde ameliyata girmeden önce bütün hazırlıklarınızın tam olması gerekir. İkisinde de girdiğiniz andan itibaren tüm dikkatinizi yoğunlaştırmak durumundasınız. İki tarafta da şans yok. Ben biraz sınırları zorlamayı seviyorum aslında. ‘Risk alıyor muyum evet’ zaman zaman ciddi şeylerimiz oluyor ama şuana kadar ölümcül bir şey yaşamadık.
- Her hafta sonu yelkende misiniz?
Cumartesi sabah vizite yapıp sabah 6.40’ta gelip böylece hasta beni cumartesi görmüş oluyor, pazar günü de 19.00 gibi uçakla gelip akşam da vizite yapmış oluyorum, böylece bana 2 gün bir gece kalıyor ama hastada beni 7 gün görmüş oluyor. Bir tek bayramlarda 7-8 gün tatil yapıyorum onları da yelkende uzun seyirlere ayırıyorum.
‘BİLİM KİMSENİN TEKELİNDE DEĞİLDİR’
Yıl içerisinde ortalama 6-7 akademik yayın da yapan Asoğlu, şunları söyledi:
“Serbest hekimliğe geçişimle beraber yılda ortalama 6-7 yayın çıkarıyoruz. Normalde ABD’de bir öğretim üyesinden bile iki yılda bir yayın çıkarması beklenir. Yıllardır çok fazla yaptık biriktirdik, arşivlemiştik zaten şimdi bunların ürünlerinin toplanma zamanı geldi. Biz aslında ektik, biçtik, ağaç oluşturduk, meyveler verdi şimdi bu meyveleri toplamazsam sorumluluğumuz yerine getirmemiş olurum, Şuan da ben bir üniversite çatısında değilim, muayenenin kapısında profesör yazmıyor. Buna rağmen yılda 6 tane yayın yapıyoruz. Burası bir üniversite ve klinik olmamasına rağmen hep de savunduğum şey şu ‘eğer sizin bir yönteminiz, bir metodunuz varsa bilim için çatı gerekmez, illa kapıda birşey yazmasına gerek yok, bilim sokakta da yapılır, parkta da.’Bilim sizinle ilgili birşeydir, ne kimsenin tekelindedir ne de bir üniversitenin çatısı altında olması gerekir. Bir bilim insanı her yerde bilimini üretir, bu durdurulabilir birşey değil.”
En Çok Okunan Haberler
- 'Tarihe not düşmek için geldim'
- Çok konuşulacak 'adaylık' açıklaması
- Fatih Altaylı ve İsmail Saymaz'a soruşturma
- Mahruki yine yandı
- Protesto eden yurttaşlara polis müdahalesi!
- Aydın Dağları'nda son yılların en verimli hasadı yapıldı
- AKP’li belediyeden bir ayda 33 konser
- A Milli Takım'ın Uluslar Ligi'ndeki rakibi belli oldu!
- Tıp fakültelerinde kadavra krizi
- Fakülteyi kâğıt üzerinde kurmuşlar!