‘Evime koştuğum gibi’
Kent sesleriyle başlayan, eve, odaya ve müziğe ulaşan bir albüm...

Eda Baba, takipçileri tarafından iyice benimsenen ses rengi ve tarzı ile kendini kabul ettirmiş bir isim. Ancak üçüncü albümü “KOZA” ile yeni serüvenlere adım atıyor. Bu adımı belki dünyayı değiştirmiyor ama içsel bir dönüşümün başlangıcı.
- Daha önce de dediğiniz üzere bu albüm bir dönüşüm adımı sizin için sanırım. "KOZA"nızdan çıkıyorsunuz diyebilir miyiz?
Albümü yaptığım iki yıllık sürece dönüp baktığımda yaşama bakışımın bazı yönleriyle tazelendiğini, bazı fikirlerimin de değiştiğini görüyorum. İnsanlarla daha az görüştüğüm, daha az konser vermeyi seçtiğim bir dönem geçirdim. Bunlar da yalnız başıma yani “koza”mda daha çok zaman geçirip kendimle ilişkimi yeniden kurmama olanak sağladı. Bu albüm de bu günlerin tanığı ve evet artık albümün şarkıları kulaklarınızdaysa şimdi “koza”mdan çıkıyorum diyebiliriz.
- Albümün başında kent seslerinden eve oradan müziğe ulaştığımız bir giriş bölümü var. Neden bunu tercih ettiniz?
Kalabalıklar, birbirinden farklı bir sürü zihin ve insan enerjisi, İstanbul’un kaosu besliyor beni diyordum önceleri. Ama bunları analiz etmek, fazlalıkları atmak ve kalanlardan faydalanmak için kendime tam tersi bir boşluğu pek yaratmıyormuşum. Bunu farkettiğim anda her şeyden öyle bir kaçtım ki... Albümün girişinde şehrin kalabalığından ve alıştığımızı sansak da aslında hep içten içe yiyip bitiren o grilikten kaçmayı tarif etmek istedim. Kendime ve evime koştuğum gibi başlasın istedim albüm. Bir de gönlümden geçen, bir albümü baştan sona sırasıyla dinlemeye, kitapçığını ezberleyene kadar karıştırmaya alışmış ve bunu özlemiş müzik dinleyicisine de ulaşmak. Ben severdim hikâyesi olan albümleri. Benim gibi albüm sevdalıları için dinleyince kendilerini özel hissettirecek bir albüm olsun istedim.
- "Annemlere Sen Anlat" akustik seslerin yoğun kullanımına iyi bir örnek. Bu tondaki enstrümanların ses renginizi daha iyi ortaya çıkardığını düşünüyor musunuz?
Müzisyen arkadaşlarım sesimin tınısının analog bir histe olduğunu söylerdi hep. Belki akustik enstrümanlarla daha uyumlu geliyordur bu yüzden. Diğer tarzlardan ayırmak çok zor ama ben de az enstrüman, akustik sesler arasında sesimi duymayı ayrı tutarım hep. Şarkı söylerken de ayrı bir keyfi var.
- "Aylak yaz" sanırım yaz ayını bekleyemeyen bir şarkı. Şaka bir yana albüm yaz ve bahar melodileriyle dolu. Bu yönüyle içinde bir sıcaklık da taşıyor.
Geçtiğimiz yaz hayallerimden birine kavuştuğumu, yaşarken farkettim sonra İstanbul’a dönüp “Aylak Yaz”ı yazdım. Sakin ve tasasız anlar olur ya. Kendini doğaya yakın tuttuğunda bir dağın dibinde, bir ağacın yanında bulduğunda küçücük olduğunu fark edersin ve bu güzelliklerin bir parçası olduğunu hatırlayıp “Her şeyi o kadar da ciddiye almamak” lazım dersin. Tam bu tasasızlıkla bir bahçede, koca bir masada etrafında sevdiğim insanlarla uzun sohbetler ettiğim akşamlar geçirmek benim en büyük hayallerimdendi. Böyle bir fırsatım oldu geçtiğimiz yaz. Mutlulukla bağlantım böyle anlardan ibaret. Bu anlar da yaz neşesiyle çok örtüşüyor sanırım.
EN GÜZEL HEDİYE
- "Ay Duyulmuyor", sanırım elektronik ses yoğunluğu ile diğer şarkılardan biraz ayrılıyor. Bunun nedeni nedir?
İlk sebep aranjesini yapan arkadaşım Onur Güney Kumaş’ın şarkıya yaklaşımı ama şimdi diyorum ki şarkının istediği de buymuş. “Ay Duyulmuyor”un söz ve müziği sevgili arkadaşım Üner Demir’den. Bana en güzel hediyelerinden biri bu şarkı. Bu arada “Ay Duyulmuyor” albümdeki gizli favorilerimden. Ama artık gizli değil sanırım. (Gülüyor)
- Albüm bitiminde bu kez evden tekrar sokağa yönelen bir ses var. Başlangıç ve bitiş arasında nasıl bir bağ kurabiliriz?
Evinize, belki biraz kedinizi sevip kendinizle kalacağınız ana koşarak gidiyorsunuz. Dışarıdaki tüm sesler kulağınızda, kalabalık hatta karanlık sesler. Kontrol edemediğiniz onca kötü şey oluyor ve canınızın sıkılmaması mümkün değil. Önce içinize kapanıyorsunuz, sonra isyan etmeye başlıyorsunuz. Sonunda da kabullenip yapabildiklerinize, sahip olduklarınıza odaklanıyorsunuz. Çiçek açmaya başlıyor içiniz. Ve atıyorsunuz kendinizi dışarıya. Her sabah tekrar doğan güneş gibi asla yitip gitmeyen umudunuzu da yanınıza alıp sokağa çıkıyorsunuz. Aynı yer, aynı binalar, aynı kalabalık ama siz aynı değilsiniz. Mutluluğu küçücük anlarda yanınıza çağırmayı öğrenmişsiniz. Mutsuz olmaya bu kadar sebep varken siz bir şekilde inatla mutlu olabilmeyi öğrenmeyi seçmişsiniz. Bir ıslık tutturup aylak aylak dolaşırken sadece var olmaya seviniyorsunuz. Koza bu akışı ile unutursam diye kendime nottur aynı zamanda. Umarım ortak hisler paylaştığımız insanlara ya da kafası karışmış ve yorulmuş belki sadece omzunda bir el hissetmeye ihtiyaç duyanlara, hayatı yaşama cesaretini gösterenlere ulaşır.

En Çok Okunan Haberler
-
AKP’ye şok düşüş, ‘üçüncü parti’ de değişti!
-
'Ne demek avukata gerek yok?'
-
Yeni Şafak yazarından Alevilere nefret söylemi!
-
Vedat Milor'dan ilk açıklama
-
Ece'nin son mesajlaştığı arkadaşının ifadesine ulaşıldı
-
Gürsel Tekin parti kuruyor: 'Yeni bir yol açıyoruz'
-
Baykal'a 'kaset' kumpasında kritik gelişme
-
İmamoğlu’nun en uzun ‘mart’ı
-
'HTŞ, Alevi Araplardan intikam almak için...'
-
'Esad rejiminin artığı olan...'