Elçin Afacan: 'Senaryoyu okuduğumda ağladım’
Elçin Afacan’la son günlerin en çok konuşulan yapımı Çöp Adam’ı ve karakteri Meryem’i konuştuk...
Çöp Adam, gerçek yaşamdan alınan senaryosu ile izleyiciyi hem ürküten hem de “Gerçekten böyle aileler var mı” sorusunu sorduran bir dizi. Çocuklulukları boyunca ebeveyn şiddetinin akıl almayacak şekillerine maruz kalan kardeşlerden Meryem’i canlandıran Elçin Afacan, oldukça zorlayıcı olan rolünün altından başarıyla kalkarak diziyi başarılı kılan isimler arasında yer aldı. Kendisiyle hem diziyi hem komediden drama uzanan ve bu zorlu rolle buluşan oyunculuk kariyerini konuştuk.
- Çöp Adam dizisi karakterlerin işlenişi ve dizinin temposu açısından yer aldığınız diğer yapımlara göre farklılık gösteriyor. Siz karakterlerin farklılıklarını, dizinin atmosferini ve bunun sete yansımasını nasıl yorumladınız?
Evet, bugüne kadar televizyonda oynadığım karakterlerden biraz farklı. Bu benim ikinci drama projem aslında. Bu yüzden çok özel. Bu kadar travması olan, çocukken anne-babası tarafından ezilmiş ve ötekileştirilmiş bir karakteri oynamak bana çok keyif veriyor. Bir yandan da biraz sancılı, bir şey doğurmaya çalıştığım bir dönem gibi hissettiriyor.
- Dizinin başında Meryem ve Tamer arasında “Hatırlıyor musun beni sobaya zincirlemişlerdi?” gibi replikler geçmişti. Ana akımda yer alan dizide bu tarz replikler duymak izleyiciyi şaşırtabiliyor. Siz senaryoyu okuduğunuzda benzer bir şaşkınlık yaşadınız mı?
Senaryoyu ilk okuduğumda o sahnede ağladım. Bir kere senaryo harika yazılmış bence ve o kadar etkileyici ki küçücük bir çocuğun sobayı devirmesin diye ayağından zincirle bağlanıp tek başına, çişi gelmesine rağmen tuvalete gidemeyip altına yaparak onları beklemesi korkunç bir şey. Bunu okumak ve yaşandığını biliyor olmak da beni çok etkiledi. Sonraki bölümde çocukların babalarının yemeğinin bitmesini bekleyip artıklarını yedikleri sahnede de çok etkilenmiştim.
-Bu ayrıca ailedeki başka davranış biçimlerini de gösteren sembolik bir sahne.
Söylediğiniz çok doğru. Bir babanın ve bir annenin anne-baba kimlikleriyle bunu hissetmesiyle iki çocuğun “Ne olursa olsun onlar anne ve baba” demesi hâli de var. Meryem büyüdükten sonra da annesine çok kızgın olmasına rağmen birlikte aynı eve giriyorlar. Bunu okuduktan sonra kendime “Acaba ben o kapıdan içeriye girebilir miydim ve onları görünce bu kadar sakin kalabilir miydim” diye sordum.
- Tüm bu ailenin hikayesinde belirleyici olan babanın tavrı. Babayla erkek çocuğun ilişkisi arasında babanın erkek çocuğu öncelediği ve onu kendi kriterleri içerisinde “adam etmeye” uğraştığı görülüyor. Ancak Meryem, geri planda kalan bir karakteri temsil ediyor. Siz bu geri planda kalmışlığı nasıl yorumladınız?
Meryem’in abisine söylediği bir lafı var: “Sen benim hem annem oldun hem babam ama senin ne annen oldu ne baban.” Bence bu çok iyi açıklıyor. Bir kız çocuğunun annesi ve babası var ve ikisi de tek vücutta şekil bulmuş. O yüzden en büyük problem Tamer’de başlıyor çünkü onun ne annesi olmuş ne de babası. Ülkemizde bu konuyla alakalı bence hepimizin algılayabildiği ama zaman zaman görmezden geldiği büyük bir sorun var. Kız çocuğu ya da erkek çocuğu gibi bir ayrım görmüyorum ancak dizi özelinde konuşacak olursam babasının Meryem’le sıfıra yakın biri ilişkisi var. Şu ana kadar görmedik, belki ilerleyen bölümlerde görürüz. Orada bir kız çocuğu var ama ha var, ha yok…
-Gülseren Budayıcıoğlu dizilerinde “Kendi halinde yaşadığını düşündüğünüz ailelerin içinde aslında ne kadar garip olaylar ve ilişkiler yaşanıyor” gibi bir alt metin var. Kendi ailenizle karşılaştırdığınızda böyle bir dizide yer almak sizin için zor oldu mu?
Aslında senaryoyu okurken “Bu nasıl olabilir?” diye bana düşündüren şey, bunun olmasını hayal edemeyeceğim bir ailede büyümüş olmak. Tabii ki her ailede olduğu gibi tartışmalar, kavgalar olurdu. Aslında “Bir şey doğurmaya çalışıyorum” dediğim yer de burası. Bununla özdeşleşmek, bağ kurabilmek, buna inanmak ve inandırmak. Senaryoyu okurken “Gerçekten bunu yapmışlar mı” diye sorup duruyorum.
- Yapımların sık sık tartışılan kısmı da bu aslında. Ne kadarının gerçek ne kadarının kurgu olduğu sorgulanıyor. Diziye dair röportajlarda burası biraz muallakta bırakılıyor ve bu da heyecanı diri tutuyor tabii.
İlerleyen bölümlerde birkaç sahne var, eğer gerçekse korkunç. Ben, pazar günleri kahvaltı hazırlanan, ekmek almaya gidilen, bir şey için çok üzüldüğümde babamın da benimle üzüldüğü, annemin ayağıma taş değmesin diye elinden ne geliyorsa yaptığı, abimin elim ayağım olduğu bir ailede büyüdüm. Ailem benim bütün bedenim gibi. Babam beynim, annem kalbim, abim elim ayağım. O yüzden buradakiyle hiç ilgisi olmayan bir deneyim.
-Aile çevrenizin kalabalık olmasının oyunculuğu seçmenizde bir etkisi oldu mu? Çünkü küçükken bile performans sergileyebileceğiniz bir izleyici kitleniz var bir bakıma.
O zamanlar Nejat Uygurlar, Bir Demet Tiyatrolar, Deve Kuşu Kabareler… Ben küçükken televizyon izlediğimde “Çok duygulandım, çok eğlendim. Ne güzel sahneler ne güzel replikler…” dediğim yapımlar vardı. “Halıma basma” lafım vardı mesela. Benim halımın üzerine kimse basamazdı çünkü orada vakit geçirirdim. Bunu yapmamın sebebi de Nejat Uygur’dur. “Hadi bakalım bize şunu yap” dediklerinde hemen kalkar Nejat Uygur’ taklitleri yapardım. Onun dışında Sürahi Nine… Hemen birinin gözlüğünü alır, onun içine peçeteyi bastırıp taklidini yapardım. Ancak oyunculuğu seçmemdeki tek sebep bu değil. “Kitabın başına otur, şu testleri çöz” dediklerinde onu yapamazdım, masaya oturunca hayal kurardım ya da etrafı gözlemlerdim. Hep “Gezeyim, tozayım, bir oyun oynayayım, yaramazlık yapayım” anlayışında bir çocuk olduğum için bu alana yöneldim.
- İşler ne zaman ciddiye bindi peki?
Lisedeyken. Ortaokulun sonunda hangi okula gireceğime karar vermem gerekiyordu. Babam, “Anadolu lisesi ya da süper liseye girer herhalde” diyordu. Onun lise arkadaşı Yonca teyzem, beni gizli gizli güzel sanatlar lisesinin sınavına yazdırdı. Birkaç hafta sonra babama söyledik, o da “Peki, burs alabiliyorsa orada okusun” dedi. Ben de elimden geleni yapıp oraya girdim. Ben çok büyük sınav kaygısı yaşamamıştım, ailem de baskıcı olmayıp “Ucunda ölüm yok, bir daha denersin. Sen sadece iyi ol” anlayışında insanlar oldukları için heralde...
-Siz de kendi enerjinize güvenip “Eninde sonunda o kapıyı açarım” diye düşünüyorsunuz sanırım.
Neşeme güveniyorum daha çok. “Su akar yolunu bulur” diye düşünüyorum. Suyun enerjisini bildikten sonra hayatta hiçbir şeyin sizi siz olmaktan çıkaramayacağını düşünüyorum. Su hiçbir zaman yok olmaz, dönüşüp gaz olur ya da buz olur.
- Dizi için tartışılan bir durum var. Karakterin şifalandırıcı özelliğiyle ilgili olarak “Bakın böyle insanlar var” dedirtmenin yanında bazılarına kötü örnek olabileceği de söyleniyor.
Günün sonunda güzel bir manzaraya karşı hep beraber otursak herkes farklı bir anlam çıkaracaktır. Bu sizin dünyayı nasıl algıladığınız, ne yaşadığınız ve neresinden tuttuğunuzla ilgili. Gösterilen şey kendi hayatlarında neyi temsil ediyorsa ona çevireceklerdir. Burada tek konu bizim ne niyetle yaptığımız. Bizim niyetimiz de bir başkasını kötüye sevk etmek değil. En azından kendi adıma konuşacak olursam benim karakterimi oynarken niyetim kötü olmadığı için o anda “Böyle bir hâl var, belki sende bu hâlin aynısı ya da farklı bir çeşidi var. Bunu gör, dünyada bu gerçeklik var. Bununla bir bağ kur ve çevrende gördüğünde ne yapacağınla ilgili durup düşün” motivasyonuyla şifalandırma hâli söz konusu. Ya da insanlar Meryem’i izlerken onları gündelik hayatından kopartıp bitince geri dönmelerini sağlamak…
ASIL AMAÇ ŞİFALANDIRMAK
- Oyunculuk kariyerinizin büyük bölümü komedi ağırlıklı yapımlarda geçti. İnsanları güldüren, neşeli bir insan olunca komedi türünün üzerinize yapışma riski de vardı.
Kendim için söylemiyorum ama biri bir şeyi iyi yaptığı zaman o kişi sadece onu yapsın istiyoruz. Benim arzu ettiğim şey birbiriyle hiç alakası olmayan ama günün sonunda bir şekilde şifalandırmayı başaran karakterler oynamak.
-Peki insanlara “Elçin iyi dram da oynar”ı nasıl dedirttiniz?
Bu benim için zor bir soru. “Bende neyi görmüyorlardı ama şimdi gördüler ve değişmeye başladı” sorusunun cevabını aslında ben veremem. Kendime baktığımda her şeyi hayal edebiliyor ve görebiliyorum. Bir insanın bir şeyde başarılı olmasının en önemli koşulu onu istemesi ve nasıl istediği. İnsanların bu hâlimi de görüp bana ortaklık etmelerini çok candan arzu ettim. Ayrıca şu da bir gerçek ki biraz şekilciyiz, o değiştiği zaman bazen işler de değişebiliyor. İnsanların beni izlerken “Vay be, bu kızda bu da mı varmış?” deyip şifalanmasını arıyordum, buluyorum. Biz iyileştirecek şeyler yapmalıyız, birçok konuda çok yaramız var. Ben bunun iyileştirici olduğuna inanıyorum.
KENDİMİ HER HÂLİMLE SEVİYORUM
- Bir rolünüz için 20 kilo almıştınız. Sonra isminiz sıklıkla dizilerdeki “beden olumlama” tartışmalarında yer aldı. Bu tartışmaları ne kadar samimi buluyorsunuz?
Çok fazla insan bunun hakkında yorum yaptı. Günün sonunda kendimi her hâlimle seviyorum. Çünkü yalnız kaldığımda beni ayağa kaldıracak, birinden hoşlandığımda ona gülmemi, anneme yardım etmemi, babama gazete alabilmemi sağlayacak her şey benden geçiyor. Şişmanken de aynı şeye gülen aynı şeye neşelenen Elçin’im şimdi de öyle. Tek fark, bakkala gittiğimde 10 dakikada değil de 7 dakikada gitmek. Çünkü daha hızlı yürüyorum. İnsanlar konuşmaya başladığında bu bende günün sonunda benimle empati kurabilen insanlar olduğu farkındalığını yarattı. Şişmanlığın getirdiği birtakım empati kurulması gereken durumlar yaşanabiliyor. Dışarıdan, tanık farkındalığıyla hepsini izledim bu durumların. Bu beni rahatsız etmedi. İyi ki konuşuluyor çünkü oyunculuğun, benim yapmaya çalıştığım işin kilomla bir ilgisi yok. Bilemiyorum, belki 15 yıl sonra yine kilo alırım. Belki de veririm. Şişman insanlar vardır, şişman insanların da gezmeye, yemeye, mini etek giymeye, güzel görünmeye, ilişki yaşamaya hakkı vardır. Onlar yaptığında “çirkin” olmuyorlar.
DM KUTUMDA TEK SORU...
- Kilo verince, “Nasıl bu kadar kilo verdin” sorularıyla karşılaştınız mı?
Olmaz mı? Mesaj kutum sadece bu soruyla dolu. Geçenlerde sosyal medyadan bir soru cevap etkinliği düzenleyeyim dedim, 100 soru geldiyse 98’i nasıl zayıfladığımla ilgiliydi. Açıklıyorum, 2 hafta sonra tekrar açıklamak zorunda kalıyorum. Her seferinde doktor kontrolünde yaptığımı da söylüyorum tabii. Herkese de bunu öneriyorum çünkü hepimizin metabolizması ve hayatı farklı. Bu kiloları verme sebebim de bana ait olmaması. Bir Aile Hikayesi’ndeki karakterim için aldığım kilolardı. “Şimdi gel de gör beni bambaşka biri” olayım gibi bir durumum yok.
En Çok Okunan Haberler
- Kaynanasını hiçbir zaman sevemeyen 4 kadın burcu
- Avrasya tüneli trafiğe kapatıldı!
- Fatih Altaylı ve İsmail Saymaz'a soruşturma
- Albaya verilen ceza belli oldu!
- AKP’li belediyeden bir ayda 33 konser
- Çok konuşulacak 'adaylık' açıklaması
- Mahruki yine yandı
- Fakülteyi kâğıt üzerinde kurmuşlar!
- Teğmenlerin avukatlarından açıklama geldi!
- Özel görüşmenin ayrıntılarını açıkladı!