Doğayla uyumlanmak yaşamı tatmaktır!

Etrafımızda her geçen gün daha çok dillendirilen iklim krizi ve sürdürülebilirlik kavramı arasındaki ilişkinin öneminin ne kadar farkındayız? Güncel bir problem olarak görülse de sürdürülebilirlik, yıllar öncesinden başlayan doğa tahribatının sonucu olarak ortaya çıkan bir ihtiyaç.

Doğayla uyumlanmak yaşamı tatmaktır!
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 30.01.2022 - 13:00

Varoluşun olmazsa olmazları beden, mekan ve zamandır. "Tüm bunların hepsine sahibiz zaten" dediğinizi duyar gibiyim. Ancak mekanı evlerimizin, iş yerlerimizin, alışveriş yaptığımız marketlerin, kuaförlerin, sosyal toplanma alanlarımızın ötesinde hayal etmeyi denesek nasıl olur? Çeperleri esnetelim, genişleyelim ve yavaş yavaş şehrimizden, ülkemizden, kıtamızdan uzaklara giderken insanlığın yaşam alanın Dünya olduğunu anımsayalım. Unutmadan Dünya sadece insanların değil, tüm canlıların da yaşam evi!

Yaşam evimiz ile ilgili hoş olmayan haberler 20. yüzyıldan beri söylenegeliyor. 21. yüzyıl bu haberleri daha sık duyduğumuz ve giderek duyma sıklığımız artacağı bir yüzyıl olacak gibi. Dünya Ekonomik Forumu’nun 2022 Küresel Riskler Raporu’nda gelecek on sene içerisindeki en büyük risk “İklim krizi karşısında harekete geçmemek” olarak belirlendi. Devletler, özel işletmeler, bireysel çabalar derken iklim krizine karşı önlemler hızlıca gündemimize düşüyor. Peki iklim krizine karşı onun yanına eklenen sürdürülebilirlik kavramı ile ilgili ne düşüyoruz? Hadi hep beraber bu kavramı biraz kazalım. Sürdürülebilirlik kelime anlamı olarak; çeşitlilik ve üretkenliğin devamlılığı sağlanırken, daimi olabilme yeteneğini korumak olarak tanımlanır. Çevre, toplum ve kalkınma olmak üzere 3 temel bileşene odaklanan sürdürülebilirlik; Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu’nun 1997 yılında yayınladığı “Ortak Geleceğimiz” raporuyla dilimizin bir parçası olmuştur.



Şimdi zamanda biraz geriye sıçrayalım: 1970'lerin sonlarından itibaren ozon miktarında sistematik bir düşüşle ozan tabakasının 1984'e gelindiğinde, Antarktika'daki Halley Araştırma İstasyonu tarafından önceki on yıllardaki ozon kalınlığın yalnızca üçte ikisi kadar olduğu tespit edildi. 1985 yılında bu bilginin kamuoyundaki yayılımın etkisiyle beraber başlayan çözüm arayışları, 1987 yılında Montreal Protoküyle detaylı bir biçimde ele alındı.  Ozon tabakasında incelme yaratabilecek maddelerin üretimini-tüketimini belirli oranlarda azalmak için hazırlanan protokol küresel ölçekte iklim krizi ile mücadele anlamındaki anlaşmalar içinde öncü sayılabilir. Bugün canımızı sıkan herhangi bir mesele ki bu her ne konuda olursa olsun biliyoruz ki her şeyin uzun bir geçmişi vardır. Zamanlar birbirini şekillendirir.

Su sorunu, buzulların erimesi, okyanus sıcaklarının artması, toprak erozyonu, biyoçeşitlilikteki azalma ve nicesi, sanayi devrimi ile başlayan seri üretimin, kaynakların düzensizce kullanımının ve insanlığın hep daha fazlasını isteyen yok edici kontrol güdüsünün sonuçlarının bir bölümü. Tabii ki sadece sanayi devrimini şeytanlaştırmamız doğru olmaz, daha da derine indiğimizde doğanın dişil enerji olan ilişkisini bozmaya çalışanları ele alabiliriz. Uzun uzadıya yazmaya gerek yok, ancak karşılaştırmalı mitoloji okumalarındaki ve yaratılış hikayelerinde kadınlık durumuna bir göz atın derim. Doğayla içli dışlı olan dişilin yaşadığı her neyse doğada onu yaşamıştır. Yaraları çok benzerdir ve dolasıyla onarım da çok benzerdir. Anadolu coğrafyasının kadim anlatısındaki Toprak (Doğa) Ana mitlerini düşünün; doğurur, besler, korur, büyütür, iyileştirir. Özetle yaşamı barındırır. İşte karbon emiliminde büyük bir rol oynayan ormanlar da böyledir. Brezilya uzay araştırma ajansının verilerine göre 2021 yılında Amazonlar'da ormansızlaştırma bir yılda yüzde 22 arttı. Birçok bitkiye ve hayvana ev sahipliği yapan Amazon’un ilk yarası bu değil elbette. 1950-1980 yıllarında ekolojik denge hiçe sayılarak açılan madenler, ağaçların hammadde için kesimi derken yaraları derin bir ekosistem Amazon havzası. İngiliz botanikçi, çevre aktivisti Margaret Ursula Mee Amazon havzasının biyoçeşitliliğine kendini adamış kadınlardan sadece biri. “Margaret Mee and Moonflower” belgesini her izlediğimde iklim krizinin kökenleri hakkında birçok cevabım ve birçok sorum oluyor. Sizlerle sevindirici bir haberi de paylaşmak isterim; 2021 yılında Birleşmiş Millletler İklim Değişikliği Konferası’nda 2030’a kadar ormansızlaşmayı durdurma yolunda adımlar atacağının sözünü veren ülkelerden biri de Brezilyaymış.



Ormanlar tıpkı marina ekosistemleri gibi Dünyamız'ın oksijen kaynaklarıdır. Oksijensiz ne kadar dayanabileceğinizi bir düşünün. Biliriz ki hayat Sümer’den Antik Mısır’a, Hint mitolojisinden Antik Yunan’a kadar birçok kadim uygarlığın da değindiği gibi nefes ile ilişkilidir. Nefesimiz dengede olsun. Dengede olmak için de her zaman şu eylemi kendimize hatırlatalım: Doğayla uyumlanmak yaşamı tatmaktır!

Son olarak iklim krizi deyince hemen yanı başına yerleştirdiğimiz sürdürülebilirlik kavramını “ekolojik sürdürülebilirlik” olarak tanımlamak da mümkün.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler