Cumhuriyet'in sesi: Gürer Aykal
Hayatı, müzikal kariyeri ve sahnedeki duruşuyla Gürer Aykal, Cumhuriyet'in kültürel geçmişinin en canlı hafızalarından. Eskişehir'de bir köy enstitüsünde başlayan hikayesi şimdilerde ABD'de devam ediyor, ama kulağı hep burada.
Doğduğunda, babası, Eskişehir, Çifteler'de köy enstitüsü öğretmeniydi. Ankara Devlet Konservatuarı'nda Adnan Saygun'un sınıfından mezun oldu, Londra'da Royal Akademi'de eğitimini tamamladı. 1988'den 1999'a kadar Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası (CSO) Şefliğini yaptı. Borusan Filarmni Orkestrası Onursal Şefl Gürer Aykal'ın hayatı halen müzikle iç içe. Konserlerinde Atatürk rozetini hiç eksik etmiyor.
Belki de onu en iyi tanımlayacak sözler, onun Cumhuriyet devrimlerinin başarısının canlı bir örneği olduğu...
Dünyanın farklı ülkelerinde birbirinden önemli orkestraları yönetmeye, orkestralar kurmaya, sanatçılar yetiştirmeye uzanan bir yol sizinki. Bu yola çıkışınız nasıl gerçekleşti?
Öncelikle dünyanın çeşitli ülkelerindeki orkestraları yönetebilecek düzeyde eğitim görmemi sağlayan devletime ve o köklü eğitimi veren saygın öğretmenlerime teşekkürlerimi sunarım. Eğitim her şeyin başıdır. Her zaman her fırsatta dile getirdiğim, yinelediğim bu konu ülkemizin en önemli sorunudur. Eğitilmiş bir Türkiye’nin gücü çok iyi bilinmektedir. Bilimi ve bilimsel eğitimi rehber edinen Türkiye’nin önünde durulamaz.
Babanız bir Köy Enstitüsü öğretmeni. Hatta siz de bir Köy Enstitüsü’nde doğmuşsunuz ve ilk müzik eğitiminizi burada almışsınız. Günümüzde Türkiye’deki müzik eğitimini nasıl buluyorsunuz?
Babam Çifteler Köy Enstitüsü’nde öğretmenken dünyaya gelmişim. Erdoğan ve Ergün ağabeylerim gibi bana da “er”li bir ad koymuş babacığım; Gürer. Biz babamıza evde “Babaaykal” derdik, baba demezdik. Her sazı çalardı Babaaykal. Özellikle mandolin, Köy Enstitüleri öğrencilerinin kızlı erkekli birlikte çaldıkları en önemli enstrümandı. Köy Enstitüsü deyince benim aklıma hiç okul görmemiş Anadolu çocuklarına bilimi ve bilimsel eğitimi üretim içinde veren dünyada bir eşi benzeri olmayan kültür yuvası gelir. Günümüzde okullarımızdaki müzik eğitiminin iyi olmadığını üzülerek söylemek zorundayım. Öğretmenlerimiz yeteri kadar eğitim almıyor ve kendilerini geliştirecek ortamı da bulamıyorlar. Müziğin eğitim içindeki önemi tartışılmazken birçok okul yöneticisinin bu kültürden yoksun olduğunu da biliyoruz. Öğretmenlerimiz Atatürk’ün “eğitimdir ki bir milleti ya özgür bağımsız şanlı yüksek bir topluluk halinde yaratır ya da sefalete terk eder” sözünü her gün tekrar tekrar okumalıdır.
CSO’nın mevcut durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu orkestrada öğrencilerinizden yer alan var mı?
Atatürk’ün verdiği komutla 1924 yılında İstanbul’dan Ankara’ya getirtilen orkestra, o tarihten beri aralıksız konser veriyor. Atatürk, kendi unvanını orkestrayla paylaşmış ve bu paylaşımla orkestranın saygınlığını ulusuna sunmuştur. CSO aynı zamanda bir eğitim kurumudur ve kısaca tanımlamak gerekirse, Cumhuriyetin sesidir. Orkestraların sanatsal özerkliğini korumalıdır. Bu saygın ortamda konserlerini yapan orkestralar, sanattan ödün vermeden 1924 ruhuyla ülkelerine hizmet sunarlar. Bugüne gelirsek, orada halen çalan kızlarım ve oğullarım var. Birinci provadan konsere kadar, önlerindeki bütün notaların haklarını vererek çalıyorlar. Bu da beni çok mutlu ediyor.
Ekim ayında yeniden açılan Atatürk Kültür Merkezi’nde “Sinan” operasını yönettiniz. Bir Türk operasını yönetmek nasıl bir his? Öte yandan yeni haliyle AKM’yi nasıl buldunuz?
Eylül ayında Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürü Murat Karahan beni telefonla arayarak AKM’nin açılışı için yazılmış olan Sinan operasını yönetmemi teklif etti. Beni çok onurlandıran bu teklife anında olumlu yanıt verdim. Değerli bestecimiz Hasan Uçarsu ile ortak bir bağımız var. İkimiz de A. Adnan Saygun’un öğrencileriyiz. Sinan operasında görev alan tüm ekibin provalar sırasındaki heyecanlarını ve çalışkanlıklarını asla unutmayacağım. İstanbul’a yeniden kazandırılan ve bir sanat mabedi olan bu yapıya emek verenlere bir sanatçı olarak teşekkür etmeyi borç bilirim. Her yeni yapıda bir takım eksiklikler olur. Bunlar içinde yaşayarak giderilir. Sahne düzeninde teknik açıdan yapılması gereken çalışmalara başlandığını gördüm. Yeni AKM ile İDOB büyük atılım yapacaklardır.
İlkinin yönetimini sizin yaptığınız BİFO yılbaşı konserleri de bir gelenek haline geldi. Bu fikrin ortaya çıkış öyküsü nedir?
Yılbaşı konserlerinin öyküsü 35 yıl öncesine dayanır. Televizyonda Viyana Filarmoni Orkestrasının yeni yıl konserleri yayınlanmaya başlamıştı. Biz de müziksever dostlarımızın karşısına, genelde vals ve polkalardan oluşan programlarla çıkmaya karar verdik. Ayrıca ülkemizin en iyi sopranolarını da programa katarak unutulmaz konserlere imza attık. Bu konserleri yaparken verdiğimiz uğraşlara da değinmek isterim. Örneğin, yılbaşı İsa peygamberin doğum günüdür kutlama yapamazsınız, salonun girişine süslü çam ağacı koyamazsınız. Müziğin gücü sayesinde engeller bir bir aşılarak yapılan bu konserler tüm orkestraların her yıl müzikseverlere sunduğu geleneksel bir etkinlik haline geldi. Konserlerin sonunda değerli müzikseverlerin tempolu alkışlarıyla eşlik ettiği Radetzky Marşı ise Onuncu Yıl ve İzmir marşlarından sonra ülkemizde sevilen üçüncü marş oldu.
Ellerinizde doğup büyüyen BİFO, yurt dışı konserleriyle dünya sahnesine de açıldı ve Avrupa’nın da önemli senfonik topluluklarından biri haline geldi. Bu heyecanlı ilerleyiş sonrası neler bekliyor dinleyenleri?
BİFO kurulduğu yıldan itibaren gelişen, güçlenen ve Türk gençlerini eğiterek Avrupa düzeyine taşıyan bir orkestradır. Sizlere kurulduğumuz yılda beni çok heyecanlandıran bir anımı anlatmak istiyorum. Borusan Sanatın başında Sami Caner görev yapmaktaydı. Her zamanki nezaketiyle beni arayıp görüşmek istediğini söyledi. Öğle yemeğinde buluştuk. Yemek başlamadan çantasından çıkardığı bir yazıyı bana uzattı. Asım Kocabıyık imzalı yazı şöyle başlıyordu: “Bugünlerde Cumhuriyet Gazetesi eklerinde, Cumhuriyetimizin nasıl kurulduğu yazılmaktadır. Bu ekleri okumanızı ve maiyetinizdeki çalışanlarınızla paylaşmanızı rica ederim.” Bu yazıyı okuduktan sonra büyük bir hızla çalışmalara başladım. Müziğin Anayasası diye nitelendirdiğim Beethoven Senfonileri'ni ardı ardına konserlerimizde çalmaya başladık. Onu çalabilmek, anlayabilmek bize kişilik kazandırdı ve BİFO adını Avrupa’ya duyurmakla kalmayıp bir Avrupa Orkestrası oldu.
FATİH TERİM'E DAVET
Galatarasaylılığınızı ve sevginizi biliyoruz. Karşılaşmaları takip ediyor musunuz?
Galatasaray’a olan tutkum, sevgim anneme duyduğum sevgi gibidir. İyi oynamalarını hep isterim. Galatasaray’la hep gurur duydum. Gittiğim ülkelerde yönettiğim orkestralarla çalışırken, bulduğum her fırsatta Galatasaray derim. Senfonik eserlerde ölçü numaraları yanında harfler de bulunur. Provalarda orkestrayla çalışırken onların nereden başlayacaklarını bu harfleri söyleyerek sağlarsınız. Örneğin “H” harfinden başlamalarını istiyorsanız Helsinki gibi bilinen bir ad söylersiniz. 80- 90 kişi “H”den başlar. Ben genelde ikinci provada orkestrayla bütünleşmiş olurum. O ortamda G harfinden başlamamız gerekiyorsa orkestraya Galatasaray lütfen derim. Bütün orkestra G harfinden başlar. Galatasaray’ı duyan orkestracıların bana bakışı, bizleri daha yakınlaştırır, daha dost kılar. Galatasarayımızın en büyük sorunu konsantrasyon eksikliğidir. Senfoni Orkestrasının bir provasını izlemek bence oyunculara çok şey kazandırır. Fatih Hoca eğer bir gün takımla birlikte provamıza katılırsa, orkestra şefiyle orkestranın nasıl bir bütün oluşturduğuna tanık olurlar. Birlikte nefes alan, aynı anlayış içinde enstrümanlarını ustaca çalan 70-80 dolayındaki müzikçinin, disiplin içinde birleşerek, tek varlık olduğunu görürler. Başarının sırrı konsantrasyondadır.
"PARLAMENTO KONSERLERİM ENGELLENDİ"
Dolu dolu bir müzikal yaşamınız var, geriye baktığınızda ne görüyorsunuz? "Şunu da yapsaydım" dediğiniz bir proje var mı?
Geriye baktığımda yaptığım veya yapmaya çalıştığım bir yığın şey var. Ancak Cumhuriyetimizin 100. yılında ülkemde olmasını dilediğim “40 ilimizde senfoni orkestraları ile 20 ilimizdeki opera ve baleler” sayısına erişemedik. Bu beni çok üzüyor. Binlerce yıl uygarlıkları bağrından çıkarmış Anadolu’muzda kurduğumuz Cumhuriyet, bizlere çağdaş uygarlık düzeyine ulaşma yolunu bile açmışken biz buna layık olamadık. Yeterince çalışmadık. Siyasilerimizi, bürokratlarımızı yetiştiremedik. Yıllar önce CSO ile başlatmak istediğim "Parlamento Konserleri" projemi engelleyen kişileri affedemiyorum.
En Çok Okunan Haberler
- Erdoğan belayı satın aldı
- Protesto eden yurttaşlara polis müdahalesi!
- ‘Kar leoparı’ neden cezaevinde
- Ünlü kebapçının kardeşi 20. kattan aşağı düştü!
- Kayyum belediyeyi kapattı!
- Elazığspor'dan maça çıkmama kararı!
- Trabzonspor'da ayrılık!
- Ali Koç'tan çok sert Kayserispor açıklaması!
- Al Nassr'dan Talisca açıklaması!
- Yetki kısıtlayan teklif komisyondan geçti