Anneden miras travmalar
Prömiyerini Adana Altın Koza Film Festivali’nde yapan ve cuma günü izleyici ile buluşan “Annesinin Kuzusu” aşırı korumacı bir annenin davranışının yaratacağı olası sonuçlar üzerine kurgulanmış bir yapım. Filmin başrol oyuncusu Kubilay Aka ve yönetmeni Umut Evirgen ile bireyin aileden aktarılan travmalarının yaratacağı sonuçları konuştuk.
“Annesinin Kuzusu” izleyiciye toz pembe bir dünya vaat etmiyor, belki keyifli bir izleme deneyimi de diyemeyiz. Ancak henüz küçük yaşta inşa edilen benliğin miras aldığı travmaların yetişkinlikteki yansımalarının öyküye aktarımı açısından iyi bir örnek. Filmi ve karakterin inşa sürecini başrol oyuncusu Kubilay Aka ile konuştuk.
- Murat nasıl bir karakter. Sizi içsel olarak en zorlayan kısmı neresiydi?
Murat, kendi kafasında kurduğu mahkemede sıkışan, affedemedikleriyle baş başa büyümüş bir çocuk. Ebeveynlerinin yarattığı yüklerin altında ezilmiş ama bunu haykıramamış bir karakter. Annesinin sevgi sözcükleri arasında gizlenmiş beklentileri ve babasının baskıları onu bir çocuk olarak yıpratmış, bir yetişkin olarak ruhunu yaralamış. Onu zorlayan şeylerden biri de hiçbir zaman sadece bir çocuk olamaması. Beni zorlayan demeyeyim ama anlamam gereken nokta şuydu; Murat’ın içsel çatışmalarını hissetmek, karanlık ve boğucu bir ortamda kendi travmalarını sessizlikle taşıyan birini çözmek ve anlamak, bunu doğru ifade etmek derin bir empati kurmaktı.
- Çok erken büyümesi beklenen bir karakter Murat. Aslında kimimiz için bu böyledir, kimimiz için de tam tersi. Kişisel olarak yaşamın sorumluluklarını erken yaşta üzerine almış birisi olarak doğru ve olumlu adımları atabilmek konusunda neler söylersiniz?
Erken büyümek bir yandan olgunluk, farkındalık ve cesaret katsa da bazen hayatta kaçırdığınız şeyler için buruk bir his bırakıyor. Doğru ve olumlu adımlar atabilmek için önce kendinizi anlamanız gerekiyor. Murat gibi bir karakterle yollarınız kesişince insan şunu düşünüyor: Biz gerçekten ne kadar kendimiz için yaşayabiliyoruz? Sorumlulukları üstlenmek önemli ama bence bazen durup “Bu benim mi yoksa bana dayatılan mı” diye sormak gerekiyor. Aileden gelen dayatmalar veya size öğretilenlerle ne kadar yaşamalısınız? Kendi iç sesinizi bulduğunuzda adımlarınız da daha sağlam oluyor. İnsan önce kendiyle tanışmalı, kendini dinlemeli ve anlamalı.
- Murat’ın öyküsünden yola çıkarak sizce yaşamdaki doğrularımızın ve hataların ne kadarı bize aittir, ne kadarı anne-babalarımızın bize bıraktığı mirasın sonucudur?
Bence çok kişisel bir denklem ama genelde çocuklukta yaşadıklarımızın etkisi karakterimizde oldukça büyük. Hepimizin doğruları ve yanlışları bir şekilde anne-babalarımızın gölgesinde şekilleniyor. Onların bize gösterdikleri, gösteremedikleri sevgi, yükledikleri sorumluluklar, hatta kendi hatalarından doğan acıları... Murat’ın hikayesi bu açıdan çok çarpıcı çünkü o da kendi hayatına yön vermek istese bile aslında ebeveynlerinin travmalarını içselleştirmiş ve onlar için yapamadığı her şeyin azabını çekmiş. Ama bir yerden sonra, özellikle büyüdükçe, artık kendi kararlarımızı sahiplenmemiz gerektiğini düşünüyorum. İnsanın kendini iyileştirip ilerlemesi yine kendisine kalmış. Geçmişi suçlamak kolay ama ileriye bakmak daha önemli, daha büyük bir adım.
- Çok özgüvenli bir duruşunuz var. Mesleki ve insani anlamda özgüven kırıklığı yaşadığınız oldu mu? Olduğunda özgüveninizi nasıl tazelendiniz?
İçten içe herkes gibi benim de şüphelerim ve kırılganlıklarım oluyor. Ben de birçok kez kendime “Yapabilir miyim” diye sordum. Böyle anlarda durup neden bu işi yapmak istediğimi hatırlıyorum. Beni motive eden şeylere odaklanmak, yeni şeyler öğrenmek, kendime meydan okumak özgüvenimi tazeleyen şeyler. Bir de çoğu zaman kendimizi sevmeyi, kendimize değer vermeyi unutuyoruz. Bu noktada çevremizde bizi destekleyen, bize inanan insanların varlığı da fark yaratıyor. Onların inancı, bazen kendi inancımızdan daha güçlü olabiliyor. O açıdan şanslı biri olarak görüyorum kendimi.
- Yalnız kaldığınızda nasıl birisiniz? Hiç kimsenin bilmediği kırılgan, öfkeli, neşeli veya kaygılı bir yönünüz var mı?
Günlük koşturmacada hep bir şeylerle uğraşırken yalnızlık bana durup kendimi dinleme fırsatı veriyor. Bu fırsat her zaman huzurlu bir süreç olmuyor. İnsanlar genelde dışarıdan sizi bir kalıba koyuyor ama yalnız kaldığınızda çok daha gerçek bir halinize dönüyorsunuz. Bazen geçmişteki anılar, yaptığım seçimler ya da geleceğe dair kaygılar beni düşüncelere boğabiliyor. Ama bu kırılgan yanları görmekten ve yüzleşmekten kaçmıyorum. Bu kırılganlıkları kabul etmek beni daha güçlü birine dönüştürüyor.
- Bu film kariyerinizde nasıl bir yerde duruyor?
Bu film benim için oldukça özel. Hem oynadığım karakter hem ekip hem de benim sinema kariyerimde başka bir yerde duruyor. Murat gibi derinlikli, çok katmanlı bir karaktere hayat vermek hem oyunculuk açısından hem de kişisel olarak bana çok şey kattı. Kendimi zorladığım, yeni şeyler keşfettiğim bir süreç oldu. Biz Murat’la birlikte sadece bir hikâye anlatmadık aynı zamanda çok insani, içten ve herkesin kendinden bir şeyler bulabileceği bir yolculuğa çıktık
"TARAFSIZ KALMAYA ÇALIŞTIK"
“Annesinin Kuzusu filminin yönetmeni ve Feride Çiçekoğlu ile birlikte senaristi olan Umut Evirgen ile ebeveynlerden miras kalan travmaları ve bunun öyküye yansımasını konuştuk
- “Annesinin Kuzusu” öyküsünün merkezinde çok sık işlenen ancak tutarlı bir biçimde anlatması zor olan anne-oğul ilişkisi var. Travmatik bir ilişkinin yetişkinliğe geçişte benlikte yarattığı tahribatı ve bunun sonuçlarını hikâyede nasıl kullandınız?
“Anne kutsaldır” sözünün katılığına karşı durmak istedik. Kendinde oğluna iyilik yapma hakkını sınırsızca gören bir annenin aslında kötü sonuçlar doğurabileceğini vurguladık. Bu noktada annenin kendi travmalarını oğluna aktarması ve Murat karakterinin anne-baba terörüne maruz kalması üzerine yoğunlaştık. Dilimizde bunu yüksek tonda tarafsız bir anlatımla aktarmaya çabaladık.
- Film bize katman katman bir “tekinsizlik” kavramını yansıtıyor. Ailede tekinsizlik, toplumda tekinsizlik… Adalete, sevgiye ve hayata güven duyulamayacağına ilişkin bir ortam yaratıyor. Yönetmen olarak bu ortamı inşa ederken neleri ön plana koydunuz?
Merkeze, mağdur konumundaki Murat karakterini yerleştirdik ve arka planda anne-babayı biraz daha gölgede yardımcı unsu olarak görünür kılmak istedik. Hatıraların gerçekliğini ortada bırakarak kimin tarafını tutacağımıza seyircinin karar vermesinine zemin hazırlamaya çalıştık. Böylece hem seyirciyi hem de oyuncuları sürekli diken üstünde tuttuğumuzu düşünüyorum. Filmin renk paletinden, kamerada takip ettiği karakterine kadar bütün kararlar ön provalarda belirlenmişti. Renkli bir hayatı olmayan Murat karakterini duygusuna uygun mekânlar tasarladık. Burada sanat yönetmenimiz Meral Aktan'dan söz etmeden olmaz. Girdiğimiz bütün festivallerde "en iyi sanat yönetmeni" ödülünü aldı. En büyük şanslarımızdan biri onunla çalışmaktı.
- Filmin senaryosunu Feride Çiçekoglu ile yazdınız. Kendisi yaratıcı sürece bakış açısı itibarıyla özgün bir isim. Nasıl bir ortaklık kurdunuz öykü ortaya çıkarken?
Filmin dördüncü taslağında Feride devreye girdi. Özellikle Murat’ın çocukluk döneminde hatırladıkları ve hissettikleri üzerine yoğunlaşmamız için bir yol haritası çizdi. Başta Güneş’i ana karakter olarak tasarlamıştım ancak Feride’nin katılımıyla hikâyenin akışını değiştirdik. Kendisi yüksek lisans dönemimde hocam ama senaryo sürecinde ondan okuldan öğrendiğimden çok daha fazlasını öğrendim.
Annesinin Kuzusu, 16 Ocak'a kadar “özel gösterim haftası” kapsamında Beyoğlu Atlas Sineması’nda sinemaseverlerle buluşacak.
En Çok Okunan Haberler
- Bu ürünler artık 'iade' edilemeyecek
- CHP’lilere ‘kızan’ başkandan tartışmalı karar!
- Arınç'tan Mehmet Uçum'a çok sert sözler!
- ‘Süper yetki’ geri geliyor
- Fatih Erbakan'a 'Erdoğan' tepkisi
- '1 Milyon Mehmet' hayatını kaybetti
- Özel'den Erdoğan'a 'Kılıçdaroğlu' yanıtı
- Erdoğan'dan Şanlıurfa'da 'adaylık sözü'
- Erkek taraftarlar, Şanlıurfalı kadın sporcuları darbetti
- AKP kongresi karıştı: 'Tek liste' gerginliği