Vahşice can veren hayvanların en temel haklarının, dünyaya gelmekle kazanıldığını tüm toplum hatırlamalı
Yaşam hakları yok sayılan, mal statüsündeki hayvanlar vahşi sömürü düzenini ortaya koyuyor. Eziyet edilerek öldürülen hayvanları düşündüğünüzde, bunu insan emperyalizminin hayvan soykırımı diye nitelemek gerekir.
Zülal KalkandelenÜç gündür Türkiye’nin hayvan hakları alanındaki utancını göz önüne sermeye çalıştığımız yazı dizimizin son bölümünde, yaşam hakları yok sayılan, mal statüsündeki hayvanlar
var…
Kamu kurumlarının ihaleleri aracılığıyla öldürülmeleri yasallaştırılan yaban hayvanları var…
Hükümet “Artık pet shop’larda hayvan satışı yasak” diyerek toplumu kandırsa da, hâlâ o
dükkanlarda para karşılığı satılan kuşlar, kaplumbağalar, balıklar, tavşanlar, yılanlar var…
Merdiven altı üretim sonucu insanlar tarafından çoğaltılan hayvanlar var…
İktidar, yeni hayvanat bahçeleri açılmayacak dese de, eskiden açılmış olanlar, AVM içindeki akvaryumlar var…
Yunus parklarında stresten delirip kendini havuz kenarlarına vuran yunuslar, sürekli sekiz rakamını çizecek şekilde aynı rotada gidip gelen kurtlar, hayvanat bahçesinden kaçmaya çalışırken öldürülen aslanlar var. Yasalar, hayvana eziyet edilemeyeceğinden söz etse de, “gelenek”, “kültür” adı altında güreştirilen develer ile boğalar ve yarış pistlerinde can veren atlar var…
Laboratuvarlarda bedenlerinde deney yapılarak katledilen hayvanlar var… Hayvana şiddetin suç olduğu söylense de mezbahalarda dehşet verici şekilde can veren ama çoğunluğun “tüketim malzemesi” olarak gördüğü hayvanlar var.
Doğal yaşam alanları yok edildiği için türleri yok olan hayvanlar var…
Uzaya turistik gezilerin planlandığı bir çağda, birçok ilde atlı faytonlarda ve at arabalarında köleleştirilen atlar ve eşekler var…
TÜRCÜLÜK KARŞITI MÜCADELE
Bu gerçeklerin hepsini bir arada düşündüğünüzde, bunu insan emperyalizminin hayvan soykırımı diye nitelemek gerekir. Hayvan haklarının ardındaki temelin neden türcülükle mücadele olması gerektiği konusunda etkinlikler düzenleyen Felsefe Kültür Sanat Derneği’nin Yönetim Kurulu Üyesi H. Bilge Coşkun Apaydın, canlılar açısından temel haklar konusunda önemli bir noktaya parmak basıyor:
“Canlılık özellikleri bakımından biliyoruz ki insanlık, hayvanlığın başladığı ve bittiği aralıktadır yani insan bir tür hayvandır. Biyoloji biliminin apaçık ortaya koyduğu bilgi, insan türünün hayvanlar alemine ait bir tür olduğudur. Dolayısıyla konuyu açıklarken, ’insan’ ve ‘insan dışı hayvanlar’ ifadelerini kullanacağım. Temel haklar, doğrudan bir arada yaşamamızı güvence altına alan ve bir arada yaşama olanaklarımızı arttırmayı amaçlayan ilkeler üzerine kuruludur. Ve temel haklar bizzat o şey olarak dünyaya gelmiş olmaktan dolayı sahip olunan haklardır. Söz gelimi insan hakları, şu ya da bu sebepten değil bizzat insan olmaktan, insan olarak dünyaya gelmiş olmaktan dolayı sahip olunan haklardır. “
Apaydın, insanlar olarak sahip olduğumuz verilerin düşünüş açısından değiştirmemiz gereken başat bir hususu işaret ettiğini, “İnsan dışı hayvanların haklarının da tıpkı temel insan hakları gibi sonradan elde edilen değil, dünyaya gelmiş olmakla birlikte sahip olunan temel haklar şeklinde ele alınması gerektiğini” söylüyor.
(H. Bilge Coşkun Apaydın)
H. BİLGE COŞKUN APAYDIN: “İnsan dışı hayvanlara ilişkin sahip olduğumuz veriler gösteriyor ki ancak onlarla olan ilişkilerimizi de etik bir durum olarak kavramamız halinde kendimiz de dahil olmak üzere tüm hayvanları içeren, yaşama saygı temelli bir dünyayı mümkün kılabilelim. Dolayısıyla etiği insan-insan ilişkilerine hapsetmeksizin, türcülük karşıtı yaklaşımla düşünmenin ve eylemenin zorunlu olduğu görüşündeyim”.
EĞİTİM VE DUYARLILIK SEFERBERLİĞİ GEREKLİ
İnsanların insan dışı hayvanların duyguları olduğunu ve acı çekebildiklerini yüzyıllardır bildiğini ancak tarım toplumuna geçiş ile bu gerçeği yadsımayı seçtiğini, Uludağ Üniversitesi Veteriner Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ebru Yalçın da teyit ediyor. Ne var ki başta bizimle beraber yaşayan hayvanlar olmak üzere doğada yaşayan yaban hayvanlarının da bu duyarsızlıktan paylarını aldığı gerçeğinden söz ediyor. Prof. Yalçın, izlenme oranı yüksek saatlerde kamu spotlarının zorunlu hale getirilerek eğitim çalışmaları yapılması gerektiğini haklı olarak hatırlatıyor. Türkiye’de çok izlenen bazı dizilerde, hayvan nefretinin özellikle körüklendiğine tanık oluyoruz. Toplumda bilinçlenmeyi sağlamak açısından medyanın kullandığı dile ayrıca özen göstermesi, türcü ifadelere yer verilmemesi büyük önem taşıyor.
(Prof. Dr. Ebru Yalçın)
PROF. DR. EBRU YALÇIN: “Hayvanların da duyguları olduğunu, acı çekebildiklerini ve yaşam haklarına saygılı olmanın insan olmanın gereği olduğunu tekrar tüm topluma hatırlatmak, çocukları bu duyarlılıkla büyütmek gerekli. Yapılan bilimsel çalışmalar insanların, beraber yaşadıkları kedi ve köpeklerin bile beden dillerini doğru şekilde yorumlayamadıklarını göstermekte. Bu nedenle başta çocuklar olmak üzere tüm topluma yayılan bir eğitim ve duyarlılık seferberliği yürütülmeli.”
EN TEMEL VE POLİTİK İLKE: YAŞAM HAKKINA SAYGI
Şiddetin örgütlenerek her düzeyde tırmandığı bu ortamda, hem insanlar hem de hayvanlar açısından en temel ilke olarak yaşam hakkının korunmasının altını çizmek gerekiyor. Bunun en politik ilke olduğunu söyleyen Kadir Has Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Mine Yıldırım, “Ölümün ve kurban kültürünün yüceltildiği, pornografik hale getirilmiş şiddetin iktidarın ayrımcı, düşmanlaştırıcı, nefret söylemlerini beslediği koşullarda, hayvanların yaşama haklarının tartışılamaz, siyasi amaçlar uğruna askıya alınamaz olduğunu hatırlatmamız gerekiyor. Hayvanları şiddetten, açlık ve hastalıktan korumak, onları beslemek ve huzur içinde yaşamalarını sağlamak, vatandaşların, hepimizin en temel hakkı; yerel yönetimlerin ve kamu kurumlarının ise yasal yükümlülüğü” diyor. Yıldırım, asli olanın siyasi iktidar ve dönemsel meşruiyet arayışları, popülist uygulamalar değil; hayvanların ve insanların bir arada ve şiddetten uzak yaşamasını sağlayan, temel haklar, özgürlükler ve adalet talebi olduğunu hatırlatıyor ve umutlu olduğunu şu ifadesiyle anlatıyor: “Türkiye’de hayvanseverlerin ve hayvan hakları savunucularının mücadeleleri sayesinde şiddetsizlik talep eden bu sorumluluk etiği ve toplumsal mücadele giderek güçleniyor ve yaygınlaşıyor.”
(Dr. Mine Yıldırım)
DR. MİNE YILDIRIM: “Hayvanları Koruma Kanunu’nun uygulama yürütmeliğine aykırı açıklamalarda ve icraatlarda bulunan, artan şiddet ve zulümlerde doğrudan ya da dolayı payı, ihmali ve sorumluluğu bulunan barınak çalışanından belediye başkanına, mülki idare amirlerinden, ilgili bakanlıklara ve Cumhurbaşkanına, tüm kamu personellerinin, temel yaşam hakları ve özgürlükler karşısında şeffaf, sorumlu ve hesap verebilir olması gerektiğini unutmayalım.”
HAYVANLARIN MAL STATÜSÜ
Günümüzde tüm dünyada hayvan haklarına odaklanan çalışmalarda tartışılan en önemli başlıklardan biri hayvanların mal statüsü. Yazı dizimizin sonunda sözü, bir vegan olarak bu statüyü sorgulayan Doç. Dr. Cansu Özge Özmen’e bırakırken, herkese hayvanlara yönelik sömürü zincirinden kendisini çekmesi çağrısında bulunuyorum.
“Tüm hayvanların hukuk karşısında mal statüsü devam ettiği sürece, hayvan hakları kanunları uygulansa dahi, hayvanlara yapılan muamele bireylerin keyfiyetine kalmış demektir. Hissedebilen canlıların mal statüsünde oluşunun görüldüğü diğer tek olgu köleliktir. Kölelere nasıl davranacağınız belli bir ölçüde kanunlarla düzenlenebilir fakat malın değeri malın sahibi tarafından belirlenir, mal alınıp satılır ve istendiğinde ona zarar verilebilir. Çünkü mal-sahip ilişkisinde gözetilen her zaman sahibin çıkarları olacaktır. Öncelikle hayvanların insanlık tarihinin en büyük mağdurları olduğunu hatırlamamız gerek.
Niteliksel ve niceliksel açılardan. Yine aynı açılardan en çok acı çektirdiğimiz hayvanlar gıda olarak kullandığımız hayvanlar. Türkiye’de bunu kurban bayramlarında niceliksel açıdan çok daha kitlesel bir biçimde yapıyoruz. Genel olarak et ve süt endüstrisini birinci sıraya koyabiliriz. Niceliksel olarak da en çok zarar verdiğimiz hayvanlar balıklar. 3 milyar kadar hayvanı giyim endüstrisi için öldürüyoruz. Her sene hayvan deneylerinde 200 milyon civarında hayvanı öldürüyoruz. Eğlence ve eğitim kisveleri altında milyonlarca hayvanı esaret altında hayvanat bahçeleri, yunus parkları gibi yerlerde tutuyor onlara çeşitli işkenceler yapıyoruz. Hayvanları çalıştırıyoruz, üretip satıyoruz ve hiçbirimizin hayatında tecrübe etmediği acılara maruz bırakıyoruz.”
(Doç. Dr. Cansu Özge Özmen)
DOÇ. DR. CANSU ÖZGE ÖZMEN: “Konya ve Mamak katliamlarının görüntülerini izlemeye dayanamayan insanlara, bir kez daha hayvan sömürüsüne destek olmadan yaşamanın mümkün olduğunu hatırlatmak gerekiyor. Bu basit bir arz talep ilişkisi. Katliamları talep etmeden de yaşayabiliriz.”