Uğur Mumcu'nun düşünceleri, yapıtları ve ilkeleri ile topluma hâlâ dönüşüm gücü sunuyor
Uğur Mumcu’nun anma etkinliklerine katılan çoğu insanda, Mumcu’nun eserlerini, o eserlere kaynaklık eden ilkeleri anlama çabası güçlü şekilde varlığını sürdürmektedir.
Olgaç ÖverUğur Mumcu’nun defnedilmesinin ardından eşi Güldal Mumcu eve dönmeye karar verir. “İçimden Geçen Zaman” isimli kitabında, o sırada çocuklarına yaptığı konuşmayı şu sözlerle anlatır:
“...Türkiye’nin her yerinden geldiler. Bugün, şimdi, burada, babanızla baş başa bırakalım onları, onu uğurlasınlar; sevgilerini sunsunlar, son görevlerini yapsınlar. Biz, daha sonra hep gelebiliriz. Ayrıca, hiç kimsenin acısını paylaşmak için yüz binler gelmemiştir. Sizin acınızı paylaştılar, sizde acı kalmadı artık. Sizde sadece onun, babanızın onuru kaldı.”
Güldal Mumcu’nun bahsettiği “acıları paylaşan” o insanlar sonrasında, Uğur Mumcu’nun ölüm yıldönümlerinde düzenlenecek anma törenlerinde de bir araya gelecekti. Cinayeti ve cenazeyi kendi zihinlerinde ve toplumsal bellekte her yıl yeniden canlandıracaklardı.
ATEŞLE OYNAMAK AMA YANMAMAK
Topluluğun özel bir günde gerçekleştirdiği böylesi “canlandırmalar”, akla antropolog Geertz’in bir makalesini getirmektedir. Geertz, inceleme yaptığı yerel halkta bir kişinin, insanların coşkun duygularla katıldıkları kimi etkinlikleri kendisine, “ateşle oynamak ama yanmamak gibi” diyerek tanımladığını yazar. Uğur Mumcu anılırken de onun ölüm anı ve yaşanan vahşet hatırlanmakta, adeta o ateşin sıcaklığı hissedilmektedir. Geçmiş bu şekilde yeniden ve yeniden “sahnelenirken” bu sürecin toplum için hangi sonuçları doğurduğu üzerine düşünmek gerekir.
Bir başka büyük antropolog Levi Strauss, toplumları, kendi geçmişleriyle nasıl bir bağ kurdukları yönünden “sıcak toplumlar” ve “soğuk toplumlar” şeklinde ayırır. Strauss’a göre sıcak toplumlar geçmişlerini adeta bir yakıt olarak kullanırlar. Geleceğe doğru dinamizm içinde ilerlerken yeni bir toplumun inşasında bu “yakıttan” yararlanırlar. Soğuk toplumlar ise geçmişi anarken bugünün dönüşümünü engellemeye çalışmakta ve geçmişe körü körüne bir bağlılık göstermektedirler. Aslında bu ayrım, Uğur Mumcu’nun anma törenlerine katılan kimi grupların bakış açılarının anlaşılabilmesi için faydalı olabilir. Özellikle anma etkinliklerinde üzüntülerini yoğun biçimde ifade edip, Mumcu’yu anlamakta ve onu okumakta eksik kalan gruplar adeta bir “soğuk toplum” oluşması olasılığını doğurmaktadırlar.
"BİR KİŞİYE YAPILAN HAKSIZLIK İNSANLIĞA KARŞI İŞLENMİŞ SUÇTUR"
Araştırmamda not aldığım, bir katılımcının şu sözleri aslında bu durumu özetlemektedir:
“Biz törenleri düzenlerken oranın bir ağlama duvarına, bir iç boşaltma yerine dönmemesini, tam tersine umut aşılama, güç alma ve sorgulama alanı olmasını istiyoruz. Aksi yanlış olur.”
Bu ifadelerde bahsedilen tehlikenin gerçeğe dönüşmesi halinde, melankolik bir duygu durumu ve bir tür “geçmiş güzellemesi” topluluğa egemen olacaktır. Öte yandan bu “geçmiş güzellemesinin” ortaya çıkışının temelinde de günümüz siyasi ortamının etkisi olduğu ifade edilmelidir. Nitekim araştırmadaki bir başka katılımcı bana şunları ifade etmişti:
“Türkiye’deki, özellikle son dönemdeki kutuplaşma farklı renkler arasındaki sınırları da keskinleştirmiş durumda. İnsanlar kolay bir araya gelemiyorlar, rezervleri var. Bu rezervler en ufak bir tartışmada keskinleşiyor. İşbirliği imkânları ortadan kalkıyor. Bu sefer insanlar ‘geçmiş daha güzeldi’ şeklinde bir noktaya geliyor. Buna dair izleri bu toplantılarda görüyorum.”
ORTAK PAYDADA BULUŞMA
Sonuçta Uğur Mumcu’nun hem hayatı ve fikirleri hem de öldürülmesinin ardından gelişen olaylar, topluma bir anahtar vermektedir. O anahtarla hangi kapıyı açacaklarına insanlar karar verecektir. Öte yandan, alıntılanan sözlerdeki “rezervlerin”, belki tüm değişik siyasi gruplar için aynı biçimde söz konusu olduğu da açıktır. Ama her türlü tartışmanın ötesinde, şüphesiz benzer acıları yaşamış birbirinden çok farklı insanlar, en azından acılarındaki ortak paydada buluşabilir, dayanışma içinde hareket edebilir. Bu yapılabildiğinde belki de “sıcak toplum” inşa edilebilir. Nitekim Uğur Mumcu’nun sözleriyle, “Bir kişiye yapılan haksızlık, bütün bir topluma, bütün insanlığa karşı işlenmiş bir suçtur çağımızda”...
Büyük resme bakıldığında yine de ifade edilmelidir ki karşıt örneklere rağmen, anma etkinliklerine katılan çoğu insanda, Mumcu’nun eserlerini, o eserlere kaynaklık eden ilkeleri anlama çabası güçlü şekilde varlığını sürdürmektedir. Böylelikle Uğur Mumcu, topluma bir dönüşüm potansiyeli sunmaya, ölümünün üzerinden neredeyse 30 yıl geçtikten sonra hâlâ devam etmektedir. Bu yazı dizisini bitirirken son olarak şundan söz etmek isterim: Ara ara değindiğim gibi gözlemlerim, aslında tez çalışmamda elde ettiğim bulgulardan oluşuyor. O süreçte yanıtını merak ettiğim bir başka soru da şuydu:
Uğur Mumcu’yu anan insanların çoğu, Mumcu’yu anarken aynı zamanda yepyeni bir düzen uğruna da mücadele ettiklerini ifade ediyorlar. Bir an için bir hayal kuralım ve “o düzenin” inşa edilebildiğini varsayalım. O zaman toplumsal bellekteki Uğur Mumcu ne olacak? Yazılarımı, bu soruyu sorduğum bir katılımcının beni derinden etkileyen cevabı ile sonlandırabilirim:
“Sembole dönmüş halk kahramanları halkın kalbinde yaşamaya devam eder... Lorca gibi. İspanya’ya demokrasi geldiğinde de Lorca yaşamaya devam etti.”