Toryum ve uçak kazası: Bir suikast mı?

Prof.Dr. Engin Arık, altı meslektaşı ile birlikte Isparta’da çok önemli bir bilimsel toplantıya katılmak üzere yola çıkmıştı. Kazadan sonra suikast olasılığı ortaya atıldı, herhangi bir sonuç çıkmadı ama hâlâ gündemde...

Özdemir İnce

“Zamansız” yazılar, şiirler yazdığım, zamansız işler yaptığımı bildiğim için zamanı geldiğinde zuladaki çöplüğü eşelemeye başlarım her yıl...  Bu kez, Prof. Dr. Engin  Arık’la, 2002’nin temmuz ayında yaptığımız, 28 Temmuz 2002 tarihli Hürriyet gazetesi Pazar ekinde yayımlanan söyleşi çıktı karşıma.

Prof. Dr. Engin Arık (1948) parçacık fiziği uzmanıydı, Boğaziçi Üniversitesi Fizik Bölümü’nde öğretim üyesiydi. 30 Kasım 2007 günü Isparta’da meydana gelen uçak kazasında yanındaki altı meslektaşıyla birlikte öldü. Isparta’da çok önemli bir bilimsel toplantıya katılacaktı. Kazadan sonra suikast olasılığı ortaya atıldı ama herhangi bir sonuç çıkmadı. Bununla birlikte suikast olasılığı gündemden düşmüş değil.

Engin Arık

ALINAMAYAN DOSYALAR

“Toryum” söyleşimiz yayımlandıktan sonra Engin Arık Hanım’la ilişkimiz kopmadı. Söyleşi kamuoyunda epeyce yankı bulmuştu, bu vesile ile toryum benim de sorunum olmuştu. Bundan dolayı toryum dosyasını bulunca sorunu tekrar gündeme getirmeye karar verdim, bu konuda yayımladığım bağımsız yazıları da buldum ve toryumu güncellendirmek için ekim ayında bir yazı dizisi yazmaya karar verdim.

Ben hazırlıklarımı yaparken Sözcü gazetesi yazarı Aytunç Erkin, 2 Eylül 2022 günü “Kayıp dört ‘sır’ dosya” başlıklı müthiş bir yazı yayımladı. Kendisini kutlarım.

Yazı, tanıklı ve yaşanmış bir olaya dayanıyor. Bu ilginç ve çarpıcı yazının tamamını bulup okumayı size bırakıyorum. Ben ayrıntıya girmeden kısaca özetleyeceğim: Yıl 2008, günlerden 5 Temmuz. Ankara Ticaret Odası (ATO) Başkanı Sinan Aygün, birkaç kişiyle birlikte Ergenekon soruşturması kapsamında nöbetçi mahkemeye sevk ediliyor ve tutuklanıyor ancak avukatının itirazı üzerine 14 Temmuz günü serbest bırakılıyor. Ama Aytunç Erkin, ilgilendiği “mafya ve devlet mekanizması”nı görüşmek üzere bu yakınlarda ATO Başkanı Sinan Aygün’e telefon ediyor. Sinan Aygün, ATO’nun hazırladığı raporlar hakkında konuşurken şu bilgiyi veriyor: “2008’de gözaltına alındığımda ATO’daki 125 klasöre de el konuldu... Bu klasörlerden 121’ini geri verdiler. Ancak dört tanesini geri alamadım. Başvuru yapmama, istememe rağmen alamadım.” Geri alamadığı dosyalar petrol, altın, bor ve toryum dosyaları imiş.

İŞİN ‘AMA’SI...

Petrol, altın, bor ve toryum dosyaları sahibine neden geri verilmiyor? Bu çok önemli. Bence bu dört dosya arasında toryum ve bor madenleriyle ilgili raporlar son derece önemli. Ülkemizi düze çıkarma olanağına sahip maden, rezervlerinin çok önemli bölümü bizim ülkemizin toprakları altında. Toryumun önemini söyleşiyi okuduğunuz zaman anlayacaksınız. Bu dosyalar ile 2007 yılındaki uçak kazası arasında bir ilişki kurulabilir mi? Eğer bir mafya ya da casusluk romanı yazsaydım kitabın ana fikrini suikast olasılığı üzerinde kurardım. Acaba geri verilmeyen dört dosyanın kopyaları ATO arşivinde var mı? Varsa bu dosyalara erişmek mümkün mü? 

Bu söyleşi yayımlandıktan sonra Prof. Dr. Engin Arık ve toryum üzerine yazdığım yazıları köşemde yayımlamayı ve konu üzerine başka yazılar yazmayı düşünüyorum. Toryumun devlet tarafından başta enerji olmak üzere kullanılması, ülkemizi gelişmiş 10 ülke arasına sokma hayalini (AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın hayal olarak kalmaya mahkûm hayali) kesinlikle gerçekleştirir. Ama, bu işin “ama”sı da var.

‘TORYUM’ ADLI BİR KURTARICI

Mevki, Hisarüstü’nde bir evin bahçesi. Bahçede yeni evlenmiş bir çiftle tanıştırılmak üzere çağırılmış yüz kadar davetli... Bu yüz davetliden hiç tanışmadığım altısıyla bir masada oturuyoruz... Tanışmayan insanlar nelerden söz eder? Siyasetten, “Ne olacak memleketin hali”nden... Haftanın gözde konusu Şenol Güneş ve Hakan Şükür kısa zamanda tüketiliyor. Konuklardan biri elektirik faturalarından yakınıyor. “Ne olacak memleketin hali?” sayfası açılınca alıyorum sazı elime: Eski devrimcilerden birinin “Elektrik eşit uygarlık” özdeyişine kendi özdeyişimi ekliyorum: “Ucuz elektrik eşit sınai kalkınma” diyorum. Ama ne mümkün! Baraj yapıyorsun, astarı yüzünden pahalıya çıkıyor. Bu arada çevreciler ve “harabeseverler” ayaklanıyor. Memlekette kömür, linyit bol diye düşünüp termik santral kuruyorsun. Gene çevreciler ve doğaseverler karşı çıkıyor. Elbette Yatağan örneğinde olduğu gibi haklı oldukları noktalar var. Yirmi yirmi beş yıldır Silifke kıyılarına bir nükleer santral kuramıyorsun. Gene çevreciler, nükleer atık karşıtları ve kendi elektriklerini yüzlerce nükleer santralde üreten sanayileşmiş ülkeler karşı çıkıyorlar. Şimdilerde her derde deva görünen, dışarıya bağımlı olduğumuz doğalgaz da pahalı ve günün birinde bitecek... Kala kala bir rüzgâr kalıyor. Rüzgâr değirmenleriyle elektirik üretimi. İyi de ya rüzgâr esmezse ne olacak?

Ben bu soruyu sorunca masada, sağ yanımda oturan bir hanım “Kurtarıcının üzerinde oturuyorsunuz ama haberiniz yok!” diyor. Ciddi adamım, komiklik olsun diye üzerine oturduğum sandalyenin altına bakmıyorum. Söz konusu hanım, Boğaziçi Üniversitesi Fizik Bölümü’nden Prof. Dr. Engin Arık, aynı zamanda Türkiye Fizik Derneği ikinci başkanı. Kurtarıcının adını söylüyor: Toryum. Türkiye’de çokmuş; “çernobil” ve nükleer kirlilik tehlikesi yokmuş. Konuşmadan aklımda kalan bunlar...

Evde bir ansiklopedi açıp toryum maddesini okuyorum: “Toryum, 1828’de Berzelius tarafından keşfedildi ve radyoaktifliği, 1898’de Marie Curie tarafından ortaya konuldu. Bu element, torit, torianit ve monazit gibi cevherlerin içinde bulunan ve uranyumdan üç kat daha fazla rastlanan metaldir. Doğal toryum, tümü radyoaktif olan izotopların bir karışımından oluşur... Toryum-232, bir kuluçka reaktörle, gelecekte elektonükleer sanayisi için önemli bir enerji kaynağı oluşturabilecektir.”

PROFESÖR GİBİ KONUŞMADI

Ansiklopedinin “gelecek” sözcüğüyle tanımladığı süreç beş altı yıl önce başlamış. Başladığını Profesör Arık söylemişti. Ülkemizde bolca bulunması göz önüne alındığında, “toryum”u kurtarıcı olarak tanımlamak hiç de hayalcilik değil.

Zonguldak kömür havzasını bulan Uzun Mehmet’i, toplumsal model kabul etmiş dinozorlar kuşağından olduğum için Prof. Dr. Engin Arık’ın peşini bırakmadım. Randevu alıp hiç bilmediğim bir konuda söyleşi yapmak için Boğaziçi Üniversitesi’ndeki laboratuvarına gittim. Bir cahille konuştuğunun farkında olan Bayan Arık da profesörlük yapmadı, profesör gibi konuşmadı...

YARIN: ENGİN ARIK NELER ANLATTI?