Bugünden düne ve yarına bakış: Yeni anayasa için kurucu meclis koşulu
İktidar ve muhalefet, yeni bir anayasaya ihtiyaç olduğu noktasında buluşuyor. Ancak yeni anayasa sürecinin nasıl işleyeceği ve yol haritasının ne olacağı Türk anayasa tarihi açısından önemli.
İklim ÖngelCumhuriyet bu nedenle tek bir soruya yanıt aradı: “Yeni bir anayasa yapılmalı mı? Bu anayasanın hazırlanmasında 1961 Anayasası’nın hazırlık çalışmaları örnek alınabilir mi?”
1961 KURUCU MECLİS EN GENÇ ÜYESİ MECLİS DİVAN KÂTİBİ ALEV COŞKUN:
DEVRİM YASALARI KORUMA ALTINDA
1961 Anayasası’nın önemi üzerinde duralım:
1) 1961 Anayasası’nı yapan Kurucu Meclis atama ile değil, seçimle oluşmuştur. Seçimler meslek esasına göre (sendikalar, barolar, kooperatif kuruluşları, üniversiteler, yüksek yargı organları gibi) yapılmıştır. Sektörün kurum ve kuruluşları bir araya gelerek ayrı ayrı seçimleri gerçekleştirmişlerdir. Ayrıca, İstanbul’dan dört, Ankara’dan üç, İzmir’den iki temsilci dışında tüm iller nüfus ya da toprak büyüklüğüne bakılmaksızın birer üye ile Meclis’te temsil edilmiştir. İl temsilcileri yüksek katılımlı seçimlerle saptanmıştır.
2) Meclis, 273 üyeden oluşuyordu ve seçimle gelen üyelerin oranı yüzde 83 olduğu için Milli Birlik Komitesi’nin etkisi sınırlıydı.
3) 1961 Anayasası, İkinci Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkan; evrensel insan hakları ve hukukun üstünlüğü, parlamenter sistem ve kuvvetler ayrılığı ilkelerine tamamen uymuştur. Anayasaya ilk kez “insan haklarına dayalı devlet” kavramı girmiş ve “temel haklar ve özgürlükler” anayasada ilk kez devletin kuruluşunu düzenleyen esaslardan önceye alınmıştır.
4) Anayasada ilk kez “sosyal adalet, sosyal hukuk devleti” ilkesi yer almıştır.
5) Demokrasi kültürü açısından “siyasal partiler, ister iktidarda ister muhalefette olsunlar, demokrasinin vazgeçilmez unsurlarıdır” ilkesi ilk kez anayasada yer almıştır.
6) 1961 Anayasası, hukuk devleti ve hukukun üstünlüğü ilkesini güçlendirmiş, Türk anayasa tarihinde ilk kez “yasaların yargısal denetimini” sağlayan Anayasa Mahkemesi kurulmuştur. Böylece Türk demokrasisi evrensel düzeye ulaşmıştır.
7) Anayasa, Türkiye Cumhuriyeti’nin “laik ve sosyal bir hukuk devleti” olduğunu kabul etmiştir. Çağdaşlaşmanın temeli, “din ve vicdan hürriyeti” kabul edilmiş, “her ne suretle olursa olsun, dinin veya din duygularının” istismar edilemeyeceği ve kötüye kullanılamayacağı hüküm altına alınmıştır.
8) Anayasanın 124. maddesiyle, “Türk toplumunu çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine çıkarma ve laiklik niteliğini koruma” amacıyla devrim yasalarına dokunulmayacağı kabul edilmiştir.
1961 Anayasası’nın içeriğine karşı çıkan bir hukukçu ise onun hukukçuluğu tartışmalı olur. Karşı çıkan bir siyasetçi ise o kişinin Türk toplumsal, siyasal ve anayasal geçmişini iyice okuması ve özümsemesi gerekir. Parlamenter demokrasiye dönmek için anayasada değişiklikler yapılacak ya da yeni bir anayasa yapımına gidilecektir. Bu durumda, kuşkusuz Türk anayasa gelişmeler tarihimizdeki birikimlerden yararlanılacaktır. 1961 Anayasası, parlamenter demokrasinin vazgeçilmez unsuru olan kuvvetler ayrılığı ilkesini benimsediği için bu konuda önemli bir kaynaktır.
PROF. DR. RONA AYBAY:
GENİŞ BİR TEMSİLİYET SAĞLANMIŞTI
Yeni bir anayasa yapılmasında ya da var olan anayasada değişiklikler yapılmasında; en başta bunun çok ciddi hukuk, siyaset ve tarih açısından geniş kapsamlı çalışmalar gerektiren bir iş olduğunun kabul edilmesi beklenir.
Böyle yapılmaz da zaten pek parlak bir metin olmayan 1982 metninde, 2017’deki gibi aceleyle ve çalakalem değişikler yapılırsa; “ucube” nitelemesine uyan bir durum ortaya çıkar. Bu değişiklerle, yürütme yetkisini, üstelik Meclis denetimi dışında tek başına kullanan bir “Partili Cumhurbaşkanı” yaratılmıştır. Böylece Anayasa “başkalaştırılmıştır” ki kanımca, bu durum “kurucu iktidar”-“türev iktidar” tartışmalarını anlamsız hale getirmiştir. 150 yıla yaklaşan bir “yazılı anayasa” geçmişimiz vardır. Anayasa çalışmalarında tarihimizin bütün önemli anayasal düzenlemeleri, günümüz açısından değerlendirilerek incelenmelidir. Yeni anayasa çalışmalarında en başta yararlanılması gereken kaynak, hiç kuşkusuz, 1961 Anayasası’dır. Dünyaya örnek değerdeki bu anayasamız, ne yazık ki, genellikle onu hiç benimsemeyen siyasetçilerce uygulanmıştır. Türkiye’nin yeni bir anayasaya gerçekten gereksinimi, elbette vardır. Ama böyle bir anayasa, bugünün iktidar çevrelerince ısrarla yürütülen ayrıştırıcı dil ve “uzlaşma”ya yer vermeyen davranışlar nedeniyle iyice “dumanlanmış” ortamında değil; gerçekten demokratik; sadece siyasal partilerin değil, sendikalar, meslek odaları, sivil toplum kuruluşları, kadın kuruluşları gibi çeşitli kuruluşların, görüşlerini kamuya duyurup tartışabilecekleri, kısacası her görüşün sesini duyurabileceği bir ortamda oluşturulabilir. Bunun yöntemi de çeşitli görüşlerin özgürce tartışılabileceği bir “kurucu meclis” oluşturulmasıdır. Tarihimizdeki iki “kurucu meclisin de askeri müdahalelerden sonra oluşturulmuş olması nedeniyle, bu söze alerji duyanlar olabilir ama bu iki kavram birbirinden bağımsızdır. Ayrıca, 12 Eylül Danışma Meclisi’nin bütün üyelerinin darbeci generallerce atanmasına karşılık, 1961 Temsilciler Meclisi’nde iki siyasal partinin yanında; barolar, basın, işçi sendikaları, meslek odalarının temsilcileri gibi oldukça geniş bir temsil sağlanmıştı. 1961 Anayasası’nın ilk taslağını hazırlayan Bilim Kurulu’nun nasıl titiz bir çalışma yaptığını; kurulda asistan olarak görev yaptığım için yakından biliyorum. Bilim Kurulu’nun metni (Onar Tasarısı) daha sonra Temsilciler Meclisi Anayasa Komisyonu’nda tartışılmış; Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin tasarısı da yardımcı metin olarak kullanılmıştır. Anayasa tartışmalarının, Temsilciler Meclisi Genel Kurulu’ndaki görüşmeleri ise ciltler dolduracak kadar geniş kapsamlıdır.
PROF. DR. KORKUT KANADOĞLU:
BU MİRAS DEĞERLENDİRİLMELİ
1982 Anayasası’nın, 19 kez uğradığı değişikliklerle ilk dört maddesi dışında birçok maddesi yeniden kaleme alınmıştır. Özellikle 2017 Anayasa değişiklikleriyle birlikte artık kuvvetler ayrılığı ilkesi anlamını yitirmiş, yürütmenin yasamaya hâkimiyeti, kişiselleşmiş bir iktidarı ortaya çıkarmıştır. Ayrıca gerek 2010 gerekse 2017 Anayasa değişiklikleri ile oluşturulan Hâkimler ve Savcılar Kurulu, yargıç bağımsızlığına hiçbir olumlu katkı sağlamadığı gibi yargıya olan güvenin dibe vurmasına sebep olmuştur. Böylelikle 1982 Anayasası’nın ilk halinde de mevcut olan anayasal sorunlar iyice katmerlenmiştir.
Özellikle 2017 Anayasa değişikliği ile anayasasızlaştırma boyutuna ulaşılmıştır. Bu nedenle ömrünü tamamlamış olan 1982 Anayasası yerine siyasal rejimle birlikte başta yargı bağımsızlığı ve etkin anayasa yargısı olmak üzere temel hak ve özgürlükleri ve özerk kurumları da içine alan yeni bir anayasa yapılması daha sağlıklı olacaktır. Bu doğrultuda yeni bir anayasa yapmak üzere kurucu meclis kurulmasını öngören bir anayasa değişikliğinin halkoyuna sunulması en makul yoldur. Bu halkoylaması için en uygun zaman ise ilk seçimlerin yapılacağı gün olabilir. Halkoyuyla anayasanın yeniden yapılması için kurucu meclise onay verilirse, ardından kurucu meclis seçimleri yapılır. Anayasanın toplumsal mutabakatı en geniş biçimde yansıtması için bu kurucu meclisin nispi temsil sistemiyle ve hiçbir baraj olmaksızın oluşturulması uygun olacaktır. Yeni anayasa yapımında anayasal mirasımız mutlaka değerlendirilmelidir. Bu bağlamda 1961 Anayasası ile kuvvetler ayrılığını belirlerken ilk kez egemenliğin kullanılışında yetkili organlara vurgu yapmış ve yargının konumu seçkinleştirilmiştir. Yine 1961 Anayasası ile birlikte ilk defa Cumhuriyetin nitelikleri arasına “insan haklarına dayanan devlet” ve “sosyal devlet” nitelemesi eklenmiştir.
Yeni bir anayasa yapımı sürecinde 1961 Anayasası’nın temel hak ve özgürlüklerin lehine olan içeriğinden, idarenin hiçbir eylem ve işleminin, hiçbir halde, yargı mercilerinin denetimi dışında bırakılamayacağı vurgusundan, yargı bağımsızlığı ve hâkimlik teminatına yönelik maddelerinden, üniversitelerin ve TRT’nin özerkliğini öngörmesinden ve yürütmenin yasama erki tarafından aktif bir şekilde denetlenebilmesini sağlayan hükümlerinden de yararlanılmalıdır.