Atatürk, Vahdettin'e ne zaman 'hain' dedi?

Atatürk, saltanat ve halife yanlılarının gerçeği çarpıtan tutumlarına, Meclis’in 25 Eylül 1920’deki gizli oturumunda, ilk kez Vahdettin’i hedef alarak tutanaklara ve tarihe geçen bir konuşmayla yanıt veriyor. Bu yanıt, günümüzde yeniden gündeme getirilen yalanları da çürüten bir belge niteliği taşıyor.

Alev Coşkun

Cumhuriyet gazetesi, geçen hafta Vahdettin konusunda ileri sürülen iddiaları ve saptamaları bir dizi yazısıyla açığa çıkardı. 

Siyasal iktidarın hainden bir kahraman yaratma gayretleri çürütüldü. Vahdettin, İngilizlere 30 Mart 1919’da bir manda yönetimi önerdi, buna göre İngiliz hükümeti her bakanlığa bir müsteşar, her valiye bir danışman atayacaktı. Doğu Anadolu’da bir Ermeni devleti kurulmasını kabul ediyordu. Bu nedenle “Hain, başka türlü nasıl olunur” sorusu soruldu.

MİLLİ MÜCADELE’DE STRATEJİ

Atatürk, Milli Mücadele’nin temel stratejisini Nutuk’un ilk 20 sayfasında anlatmıştır.

Atatürk, toplumdaki üç kurum; millet, ordu, padişah üçgenini ele alır ve çok önemli bir saptama yapar. Atatürk şöyle diyor:

“Burada, pek önemli olan bir noktayı da belirtmeli ve açıklamalıyım. Ulus ve ordu, padişah ve halifenin hainliğinden haberi olmadığı gibi, o makama ve o makamlarda bulunana karşı yüzyılların kökleştirdiği din ve gelenek bağlarıyla içten bağlı ve uysal, ulus ve ordu kurtuluş yolu düşünürken, kuşaktan kuşağa geçen bu alışkanlık dolayısıyla, kendinden önce yüce halifeliğin ve padişahlığın kurtuluşunu ve dokunulmazlığını düşünüyor. Halifesiz ve padişahsız kurtuluşun anlamını kavramaya yetenekli değil... Bu inanca aykırı görüş ve düşüncelerini açığa vuracakların vay haline! Hemen dinsiz, vatansız, hain sayılır, istenmez olur.”

Burada işaret edilmek istenilen önemli noktalar şunlardır: 

- Yüzyılların getirdiği geleneklere göre padişah ve halife dokunulmazdır.

- Ulus ve ordu, bu gelenekler nedeniyle kendinden önce halifeliği ve padişahlığı düşünmektedir.

- Özellikle halifesiz ve padişahsız bir kurtuluşu kavramayamamaktadır. 

- Bu inançlara karşı görüş ileri sürenler, dinsiz, hain ve vatansız ilan edilirler.

Mustafa Kemal, vatan toprağının yabancı işgalinden kurtarılmasını ve sonrasında çağdaş bir toplum ve çağdaş bir devletin yaratılmasını amaçlıyordu. Bu amaçların sağlanması için temel stratejiyi “ulusal bir giz olarak taşıyarak” planlarını evre evre uygulandığını belirtiyor.

Bu mücadelenin ilk evresinde Mustafa Kemal’in cepheyi genişletmemek için Padişah Vahdettin’i hedef almadığını görüyoruz.

HAVZA’DA ALDIĞI TALİMAT VE TARİHİ TELGRAF

Atatürk, Milli Mücadele’nin son derece kritik zaman diliminde Havza’da bir talimat aldı. 

8 Haziran 1919’da Harbiye Bakanlığı’ndan Mustafa Kemal’e gelen telgrafta, “Emrinizde bulunan istimbotlardan biriyle hemen İstanbul’a teşrif etmeniz gerekmektedir” deniliyordu.

İngilizlerin isteğiyle Mustafa Kemal, derhal İstanbul’a çağrılıyordu.

Bunun üzerine Amasya’dan 14 Haziran 1919’da doğrudan padişahın şahsına bir telgraf gönderdi.

Mustafa Kemal’in bu telgrafı Milli Mücadele tarihimizde, Padişah Vahdettin’in konumunu açığa çıkarması yönünden son derece önemlidir. “Padişahın yüce katına” diye başlayan telgrafta ilk cümle şöyledir:

“Büyük milletin ve kutsal halifeliğin tek sağlam direği olan saltanatınızı Cenabıhak afetlerden korusun. Memleketimizin bugün uğradığı felaketlerin baskısı ve vatanın parçalanma tehlikesi karşısında, ancak yüce şahsınız başta olmak üzere milli ve mukaddes (kutsal) bir kudretin var olma haykırışı vatanı ve devlet bağımsızlığını ve milleti ve şanlı hanedanımızın altı buçuk asırlık yüce tarihini kurtarabilir.”

Bu girişten sonra Mustafa Kemal konuyu, İstanbul’dan ayrılırken Vahdettin’le yaptığı konuşmaya getirerek şöyle hitap ediyordu:

“Yüksek huzurlarınıza son defa kabul edildiğimde, İzmir acı olayından pek hüzünlü olan kalbiniz ve kurtuluş noktasına ait gönlünüze doğan düşünceleriniz bu anda bile hafızamda bütün canlılığıyla yaşamaktadır. Esin kaynağını, sizin bu samimi dileklerinizden alan azim ve imanla görevimi yapıyorum.”

TARİHİ HATIRLATMA

Yukarıya alınan bu iki paragraf, padişaha saygılıdır ve çok önemlidir. Mustafa Kemal, Samsun’a hareket etmeden önce, 15 Mayıs 1919 günü Yıldız Sarayı’nda padişahla baş başa yaptıkları görüşmeyi padişaha anımsatıyordu. Bu görüşmede Padişah Vahdettin elini bir tarih kitabının üzerine koyarak “Paşa, Paşa! Şimdiye kadar devlete çok hizmet ettin. Bunların hepsi artık bu kitaba girmiştir... Asıl şimdi yapacağın hizmet hepsinden mühim olabilir. Paşa, paşa! Devleti kurtarabilirsin!” demişti.

Mustafa Kemal, padişaha gönderdiği telgrafta, sözü İstanbul’daki son gününde yapılan bu karşılıklı konuşmaya getiriyor ve şöyle diyordu:

“Padişahım! Hatırlayacaksınız; bana verilen görevlerin yapılması sırasında yabancıların ve bozguncuların mutlaka yalan dolana başvurup engeller çıkarması ihtimallerini daha İstanbul’da iken, konuşmam sırasında belirtmeye çalışmış ve böyle durumlar karşısında Ali İhsan ve Yakup Şevki paşaların düştüğü duruma giremeyeceğimi de ilave etmiştim.”

Yakup Şevki ve Ali İhsan Sabis paşalar, İngilizler tarafından tutuklanmışlardı. Mustafa Kemal, bu paşaların isimlerini vererek padişaha, “Onların düştüğü duruma düşmek istemem” diyordu.

Mustafa Kemal’in 19 Mayıs 1919’da Samsun’a ayak bastığı andan itibaren padişah ve halifeye açıktan cephe almadığı, bunun temel bir strateji olduğu yukarıda belirtildi.

Ancak Atatürk, Samsun’a çıkışından o güne değin ilk kez, hem de Meclis toplantısında Padişah Vahdettin’i açıkça “hainlikle” suçluyordu. Atatürk’ün Samsun’a çıkışından 16 ay ve Meclis’in açılışından beş ay sonra Meclis gizli celsesinde, Atatürk’ün Meclis kürsüsünden söyledikleri ve Vahdettin’in “hain” olduğu Meclis tutanaklarına ve tarihe geçmiş oluyordu.

PADİŞAHA YAPILAN BAŞVURUNUN STRATEJİK ÖNEMİ

Atatürk Anadolu’ya geçeli henüz 25 gün olmuştu ve görüldüğü gibi kendisinin geri çağrılması nedeniyle, 14  Haziran’da Vahdettin’e şahsen başvuruyordu. Bu telgraf, Milli Mücadele’nin başlangıç günlerinde, Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın çok önemli bir belgesi; Mustafa Kemal ve Padişah Vahdettin’in tarihsel konumlarını açığa çıkaran çok önemli bir sınır taşıdır.

İKİ ÖNEMLİ MESAJ

Mustafa Kemal, son derece kritik bir noktada ve son derece önemli bir zaman diliminde padişaha iki önemli mesaj veriyor. Birincisi: Millet işgalleri görüp olan bileni anlamaktadır. Padişahına bağlıdır, onun varlığını ve devamını samimiyetle istemektedir. İkincisi: İstanbul’da sorumlu makamlarda oturan ancak milli vicdanın uyanışını göremeyen ve İngilizlere yaltaklık yapmayı meslek edinen kimi kişilerin, kendisini kandırarak İstanbul’a getirmeye çalıştıklarını belirtiyor.

SAMİMİYET TESTİ

Mustafa Kemal ayrıca İstanbul’dan ayrıldığı sırada padişahla birlikte yaptıkları konuşmaya işaret ediyordu. “Paşa, paşa! Devleti kurtarabilirsin” sözlerini padişaha hatırlatıyor. Eğer Padişah Vahdettin bu sözlerinde samimi ise bu duruma el koymasını istiyordu.

TAKTİKSEL TAVIR

Mustafa Kemal, telgrafında, “Ta ki millet bağımsızlığına kavuşsun, padişahlık ve halifelik yeryüzünden silinip gitmesin...” Böylece Mustafa Kemal, padişaha bağlılığını belirtiyor ve padişahtan açıkça yardım istiyordu. Bu telgraf Mustafa Kemal’in Anadolu’daki temel stratejisinin Padişah Vahdettin bağlamındaki taktiksel bir hareketidir. Mustafa Kemal, bu en kritik aşamada, padişahın konumunu test etmek, onun düşüncesini, onun görüşünü açıkça ortaya çıkarmak istiyordu.

TELGRAFA YANIT YOK

Mustafa Kemal, Padişah Vahdettin’e gönderdiği bu telgrafa yanıt alamadı. Vahdettin, bu telgraftan sadece dokuz gün sonra, 23 Haziran 1919’da Mustafa Kemal’in görevinden azledilmesine ve 20 gün sonra da 7-8 Temmuz gecesi, Mustafa Kemal’in ordudan atılmasına onay verdi. Padişah Vahdettin’in tek amacı vardı: Padişahlığının devamı, İstanbul’daki saltanatın korunması. Bu amaç için İngilizlerin her dediğini yapıyordu.

Vahdettin, Atatürk’ün bu telgrafına yanıt verip onun yanında yer alsaydı, Milli Mücadele’nin tarihi tamamen değişik yazılacaktı.

BİR DÖNÜM NOKTASI

Atatürk, Milli Mücadele sürerken bu yazıda belirttiğimiz strateji gereğince, padişaha karşı çıkmıyor, cepheyi genişletmiyordu. 

Bu tutum, Erzurum ve Sivas kongrelerinde devam etti. 23 Nisan 1920’de Meclis açıldı, bu strateji aynen devam etti. Ta ki 25 Eylül 1920’deki Meclis gizli oturumundaki konuşmaya kadar.

Şimdi bu konuşmaya geçelim. Önce kısa bir özet:

“Büyük Millet Meclisi’nin Kuruluşu ve İşleyişi ile İlgili Kanun” başlıklı, sekiz maddeden oluşan bir tasarı Meclis’e sunulmuştu.

Büyük Millet Meclisi’nin kuruluşu ve işleyişi ile ilgili kurucu nitelikte olan bu yasa tasarısının görüşülmesine 18 Ağustos 1920’de başlandı.

Bu kanun tasarısının 1. maddesi, “Büyük Millet Meclisi, yasama ve yürütme güçlerine sahiptir, devlet işlerini bağımsız olarak ele almıştır” diyordu. (Bu madde şöyledir: “BMM, teşri ve icra kudretlerine haiz ve idarei devlete bizzat ve müstakilen vaziülyettir.”)

KARŞI ÇIKIŞ

Bir grup milletvekili, özellikle medrese çıkışlı hocalar bu maddeyi beğenmiyorlar, birinci maddenin başına “Hilafet ve saltanat ile vatan ve milletin istiklali kurtarılıncaya kadar...” şeklinde bir cümle konularak Meclis’in yetkilerine açıklık getirilmesini istiyorlardı.

Konu hassastı ve Meclis’te hararetle tartışılıyordu. Kimi milletvekilleri “Sadece ‘hilafet’ kelimesini koyalım, ‘saltanatı’ da içine alır” diyorlardı.

Bu tartışmalar günler ve günlerce sürüp gitti. Çatışan görüşlerden biri açıktı: “Halife ve padişah vardır ve var olacaktır.” O bakımdan yeni bir şey düşünmek söz konusu değildir. Hilafet ve saltanat makamı yeniden işler duruma gelinceye kadar, Ankara’ya toplanmış olan milletvekilleri, geçici tedbirler için çalışmalıdırlar. Bu yetkiler, vatan kurtarılınca padişaha geçmelidir.

25 EYLÜL 1920 TARİHLİ GİZLİ OTURUM 

Bu tartışmalar sürüp gidiyordu. Konunun önemi nedeniyle 25 Eylül 1920 tarihinde gizli oturuma geçildi. Padişah ve halifecilerin görüşlerini dile getiren milletvekilleri hilafetin İslamdaki yerini uzun uzun anlattılar. Şunlar söyleniyordu:

“...Hilafet meselesi İslam tarihinde en çok kan dökülmesine sebep olan birinci meseledir... İslam toplumları için bir baş var ve o baş için bir makam lazımdır. O da hilafettir.”

‘BU ZAT HAİNDİR’

Atatürk artık dayanamadı, 25 Eylül günü Meclis kürsüsüne çıktı ve şöyle seslendi: “Türk milletinin ve onun tek temsilcisi olan yüce Meclis’in, vatanın ve milletin bağımsızlığını, hayatını kurtarmaya çalışırken, hilafet ve saltanatla, halife ve sultanla bu kadar çok meşgul olunması sakıncalıdır.”

Bu girişten sonra Atatürk konuşmasını şöyle sürdürdü: 

“Şimdilik bunlardan hiç söz etmemek yüksek menfaatlerimiz gereğidir. Eğer maksat, bugünkü halife ve padişaha bağlılık ve sadakattan ayrılınmadığını söylemek ve belirtmekse, bu zat haindir. Düşmanların vatan ve millet aleyhinde kullandıkları bir maşadır. Bugün bu makamı işgal eden zat, bu millet ve memleket için hain bir adamdır...” (Alkışlar, bravo sesleri)

Bu kesin yargıdan sonra, Atatürk şunları söyledi: “Ali ve Muaviye dönemini mi yaşayacağız?” (...) “Yüksek meclisinizde şimdiye kadar pek büyük ve cidden tarihi cüretler (saygısızlıklar) gördük. Ne yazık ki şimdi halifelik makamını ve saltanatı işgal eden zat bu millet için hain bir adamdır...”

TEMEL STRATEJİ TERK EDİLİYOR

Mustafa Kemal, Samsun’a çıkışından 1.5 yıl ve Meclis’in açılışından beş ay sonra, o güne kadar konuşmadığı bir biçimde Padişah Vahdettin hakkında konuşuyor ve onun “hain” olduğunu açıkça söylüyordu. 25 Eylül tarihli gizli celse, bir dönüm noktasıdır. Bu nedenle konuşmanın stratejik noktalarını sıralayalım:

1. Padişah ve halife makamını işgal eden kişi (Vahdettin) haindir. Düşmanların vatan ve millet aleyhine kullandıkları bir maşadır.

2. Onu tahttan indirip yerine birisini seçeriz diyorsanız, bugünün koşulları buna elverişli değildir. Zaten tahttan indirilmesi gereken kişi düşmanın elindedir.

3. Yüce Meclis, asıl gayesini unutup halifeler davasıyla mı uğraşacaktır? Ali ile Muaviye devrini mi yaşayacağız?

4. Bu konu nazik ve önemlidir, ama bugünün işlerinden değildir, zamanı değildir. Bunun da zamanı gelecektir.

Mustafa Kemal’in 19 Mayıs 1919’da Samsun’a ayak bastığı andan itibaren padişah ve halifeye açıktan cephe almadığı, bunun temel bir strateji olduğu yukarıda belirtildi.

Ancak Atatürk, Samsun’a çıkışından o güne değin ilk kez, hem de Meclis toplantısında Padişah Vahdettin’i açıkça “hainlikle” suçluyordu. Atatürk’ün Samsun’a çıkışından 16 ay ve Meclis’in açılışından beş ay sonra Meclis gizli celsesinde, Atatürk’ün Meclis kürsüsünden söyledikleri ve Vahdettin’in “hain” olduğu Meclis tutanaklarına ve tarihe geçmiş oluyordu. 

KAYNAKLAR

  • Atatürk, Nutuk, Atatürk Araştırma Merkezi, s. 385-386.
  • Atatürk’ün Bütün Eserleri, c. 9, s. 386-387.
  • TBMM Gizli Celse Zabıtları, c. 1, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1985, s. 135-139.
  • Alev Coşkun, Samsun’dan Sonra En Zor 19 Ay, Cumhuriyet Kitapları, 2021, C. 2, s. 857-861