ZMO Başkanı Suiçmez, Büyük Çiftçi Mitingi için çağrı yaptı: 'Tarıma çiftçiyle sahip çıkılır'

“Gerçek beka sorunu insanların doymamasıdır. Son tasarruf edilecek alan tarım alanıdır. Yerli üretim ve üretici deyip eylemde bunu yapmıyorsanız, kıtlık, uzun vadede açlık sorunu yaşayabilirsiniz.” “Bir işin asıl sahibi kendi işine sahip çıkmazsa yapılacak etkinliklerin etkisi az olur. Tarımın asıl sahipleriyle birlikte Büyük Çiftçi Mitingi yapmalıyız. Büyük Çiftçi Mitingi için zaman bu zaman.”

İklim Öngel

Ziraat Mühendisleri Odası (ZMO) Başkanı Baki Remzi Suiçmez Cumhuriyet’in sorularını yanıtladı. 

- Gıda enflasyonu dünyada azalırken Türkiye'de neden artıyor?

Gıda enflasyonunun Türkiye'de yüksek olmasının birçok nedeni var. Bir kere tarım doğaya bağlı bir sektör, iklimden etkileniyor. Arz, talep, fiyat elastikiyeti düşük. İklim dışında, pandemi, savaş ortamı, ekonomik kriz etkisi... Dolayısıyla da arzdaki ya da talepteki azalmayla ilgili olarak da fiyatlar değişebiliyor. Artan maliyetler, yetersiz ve geç ödenen destekler, üretim alanında baskılanan ürün fiyatları, üreticinin alandan çekilmesi, tedarik zinciri ve tekelleşme sorunu, süregelen ithalat, üretimi kolaylaştırma yerine raf fiyatlarını denetleme çabası. Sonuç; OECD ve AB ülkeleri arasında birinci olan kronikleşmiş yüksek gıda enflasyonu. Türkiye'de gıda enflasyonunun düşmemesini genel enflasyondan ayrı düşünmemek gerekir. Uygulanan ekonomik politikalar enflasyonu ve gıda enflasyonunu da artırıyor. 

- Üretici kar edemezken tüketici neden çok pahalıya satın alıyor?

Tarımsal üretimde bulunmanın temel koşullarından biri girdiler. Mazotta, gübrede, yemde, tohumda, ilaçta dışarıya bağımlıysak, kuraklığında etkisiyle kullanılan sulama suyunun maliyeti artıyor ve elektriğe yapılan zamlar da bunlara ekleniyorsa otomatik olarak üretim maliyeti artıyor ve bu artış tüketici fiyatına da yansıyor. Bunun sorumlusu üretim politikası, girdi politikası, destek politikası, pazarlama politikası, dış ticaret politikası, tüketicinin alım gücü politikası dahil olmak üzere bu zincirin bütün halkaları. Kamu yönetiminde istikrar önemli, öte yandan çok fazla bakan değişikliği yaşıyoruz.

- Atanan her yeni bakanla politika değişiyor mu?

İktidarın değişen bakanlarına göre değişen politikaları var. Örneğin pandemi öncesindeki bakan Sayın Pakdemirli “Paramız var ki yurt dışından ürün alabiliyoruz” demişti. Bir sonraki bakan Sayın Kirişci de “Paramız olsa da dışarıdan alamıyoruz” dedi. Ama politika söylemleri değişse de değişmeyen bir gerçek var. 1980'lerde 24 Ocak kararlarıyla yaşamımıza giren, 5 Nisan, tek taraflı AB Gümrük Birliği, “15 günde 15 yasa”yla devam eden, tarımda kamusal kitleri özelleştiren, bakanlığı alandan çekerek piyasayı özel sektörün insafına bırakan, toplam destek bütçesini azaltan, girdide ve üründe dışa bağımlılığı artıran politikalar uygulanıyor.

‘POLİTİKA NEOLİBERAL’

- Türkiye’nin bir tarım politikası yok mu?

Bu tartışma hep yapılıyor, hayır, Türkiye'de bir tarım politikası var. Buna “neoliberal tarım politikaları” diyebiliriz. 2002'den sonra bu politika hepimizi daha da olumsuz etkileyecek şekilde uygulanıyor. Örneğin destekler düşük açıklanıyor ve bir yıl sonra ödeniyor. 2006'da çıkan Tarım Kanunu’na göre “Destekler gayri sarfı milli hasılanın yüzde 1'inde az olamaz”. İlk yıllarda yüzde 6'lardı, son yıllarda yüzde 3’ler. Şu anda verilen destek miktarı 91.6, olması gereken 411 milyar TL. Demek ki çiftçi toplam destek bütçesi açısından yeterince desteklenmiyor. Aynı iktidarın bakanları ısrarlı bir şekilde yüzde 1'i vermiyor. 

- Tüketici ürünü satın alamazken, üreticinin ürünü elinde kalıyor. Dengesizlik nerede?

Bir kere üretimde sorun var. Uzun vadeli yönlendirici desteklerle yaşama geçirilemeyen tarımsal üretim planlaması sorunu var. Bu yıl gündeme gelen zorlayıcı üretim planlaması ise; güncel olmayan veri, yetersiz personel, eksik karar alma mekanizmaları, kapsamdaki ürün sayısı, destek ve alım politikalarıyla uyumsuzluk dahil içeriğinde ciddi sorunlar barındırıyor. Üreticinin zarar ettiği sözleşmeli üreticilik modeli önemli bir sorun. Üretim maliyetleri sorunu ise hep gündemde. Bunu limon özelinden gündeme getirirsek, 2 yıl önce yine ülkemizde limon fiyatları yüksek olunca fiyatı düşsün diye ihracatı yasakladık.

- Düştü mü?

Geçici bir düşme oldu ama ihracat pazarlarımızı kaybettik ve bu yıl yurt dışına ihracat yapamadık. Üreticinin ürünü elinde kaldı. Limon tamamen özel sektörde. Tüccarın, büyük şirketlerin, zincir marketlerin kendi arasında fiyat belirlediği bir düzen. Eğer siz limonda üretim planlayamazsanız, çiftçinin üretime devam etmesini sağlayamazsınız ithalat da çözüm olmaz. İhracatı da yasaklarsanız kaybedilen pazar paylarıyla biz tüketici olarak yüksek fiyata limon tüketmek zorunda kalırız. Limon bahçeleri kesilir, üretim azalır. Benzer konuyu soğan, patateste de yaşadık, yaşamaya devam ediyoruz. Yükselen patates fiyatları, depo baskınları, tanzim satış çadırları... Bu yıl patates üreticisi de, sanayilik domates üreticisi de tarlada mağdur. Çünkü ürünü para etmiyor. Oysa bu kısır döngüden doğru politikalarla rahatlıkla çıkılabilir.

‘BÜYÜK DE KÜÇÜK DE ZARARDA’

- Mağdur olmayan üretici var mı?

En az mağduriyet büyük üreticilerde. Çünkü Türkiye'de ortalama fiyatlar açıklanıyor. Büyük üretici, sulamayla yılda 2-3 ürün yetiştiren üretici açıklanan fiyattan daha az etkilenirken üretime devam etmek için bankadan, tarım krediden borç kullanan küçük üreticinin zararı çok daha fazla oluyor. Büyük üreticinin zararı nispeten daha az olsa bile tüm üreticiler zarar ediyor.

‘SANAYİCİ BASKI YAPIYOR’

- Süt için de sıkıntıdan söz ediliyor...

İşte bunun somut örneği süt. Bugün büyük çaplı süt işletmeleri bile artık zarar ediyor. Süt elde ettiğimiz hayvanlar kesilmemeli. Onun yolu da üreticiyi korumak üzere Ulusal Süt Konseyi'nin belirlediği çiğ süt referans fiyatının maliyetin altında kalmamasıdır. Maalesef sanayici baskısıyla çiğ süt referans fiyatı maliyetin altında kalıyor ve dişi hayvanlar kesiliyor. Çiğ süt referans fiyatı maliyet üstünde tutulursa hayvanların kesimini engellenir. Bu durum tüketiciye de olumlu yansır. 

- İthalat nereye kadar çözüm?

Biz 2010'dan beri gerek canlı hayvan gerek besilik hayvan gerekse hazır et ithal ediyoruz. Eğer siz yemde dışarıya bağlı olma sorununu çözemezseniz, yemdeki fiyatlar özel sektörde artarken üreticiden aldığınız süt fiyatını bastırırsanız önce küçük üretici, daha sonra büyük üretici alandan çekilir. İthalat zorunlu durumlarda kısa vadeli ve geçici bir çözümdür. Yapmayacağız deseniz de Et Süt Kurumu (ESK) ya da özel sektör üzerinden sürekli yaptığınız ithalat soruna kalıcı çözüm olmaz. Çözüm, üretimde.

- Hayvan sayımızı biliyor muyuz?

Verilen sayılara hep soru işaretiyle bakıyoruz. En son tarım sayımı 2001 yılında yapıldı, 2024 yılında yeni sayım için adım atıldı. Mera varlığımız resmi olarak yıllardır aynı, 14.6 milyon hektar. Mera varlığınızı bilmeden hayvancılığı planlayamazsınız. Hayvan varlığımız da güncel değil. 2 yıl öncesine göre büyükbaş hayvan sayımız 18 milyondan 16 milyona, küçükbaş hayvan sayımız da 57 milyondan 52 milyona düştü. Kamu; azalışı engellemek, zararın önüne geçmek için, belli destekleri açıklasa da atması gereken somut adımları atmıyor. 80'den beri uygulanan politikaların ana mantığı şu: Kamuyu alandan çek. Küçük üreticiyi örgütsüz bırak, Belli tekellerle, zincir marketlerle, tüccarlarla, çok uluslu şirketlerle baş başa kalsın. Piyasayı onlar belirlesin. Bu koşullarda da tarımsal yapı dışarıya bağımlı bir şekilde devam etsin. 

- Hem tüketimi hem de üretimi azaltma gündemde. Bu neye yarar?

Arz boyutunda üretimi talep boyutunda da tüketimi azaltma konuşuluyor. Pandemi, savaş, ekonomik krizlerle tüm dünya şunu gördü: Üretim azalırsa, gıda tedarik zincirleri, uluslararası ticaret kesilirse yeterli beslenme olamıyor. Ülkelerin kendine yeterliliği çok önemli. O nedenle de kendimize yeterliliğimizi arttırmamız gerekiyor.

‘TEMEL ÜRÜNLERDE BİLE KENDİMİZE YETEMİYORUZ’

- Eskiden yeterliliğimiz var mıydı?

Temel ürünlerde kendi kendimize yeterliliğimiz vardı ama zaman içinde yetersiz duruma düştük. Örneğin buğdayda 80'lerde 40 milyon nüfus varken 20 milyon ton üretim vardı. Şu anda 85 milyon nüfus var. Üretim yine 20 milyon ton civarında. Buğday üreticisine belli destekleri verip kar ederek alanda kalmasını sağlamazsanız gerek buğday ekiliş alanları gerekse buğday eken çiftçi sayısı azalır. Bizim 2022-2023 döneminde buğdayda kendimize yeterliliğimiz yüzde 95, arpada yüzde 90, mısırda yüzde 85, ayçiçeğinde yüzde 51, kuru fasulyede yüzde 91, yeşil mercimekte yüzde 60. Yani biz artık temel ürünlerde dahi kendimize yetemiyoruz. Buna ette de yetersizliği ekleyebiliriz.

‘TERCİHLER BİLİNÇLİ’

- Destekler neden yetersiz veriliyor?

Buğdayda üreticiye iyi fiyat verirseniz üretici o yıl ekiyor. Sonra yine kamu yönetimine güvenmek istiyor. Bakanlar “Ne ekerseniz alacağız” diyor. Buğday üreticisi de bir yıl sonra alacağı desteği artık önemsemeden girdilerini alıp üretim yapıyor. Yüzde 71 enflasyon, yüzde 68 gıda enflasyonu ve yüzde 53 girdi fiyat endeksinin olduğu bir ortamda, TMO tarafından buğdayda yüzde 11, arpada yüzde 3.6 alım fiyatı açıklarsanız, ödemeleri geç yaparsanız, serbest piyasada ürün fiyatları düşerse, üreten çiftçiye ceza vermiş, yani “üretme” demiş oluyorsunuz. 

‘ÇİFTÇİ UCUZA ÖZEL SEKTÖRE SATIYOR’

Alım fiyatları maliyetin oldukça altında açıklanıyor ve yeterli alım yapılmıyorsa çiftçi ürününü düşük fiyatla, hatta maliyetinin altında özel sektöre satmak zorunda kalıyor. Çayda da, fındıkta da, mısırda da, pamukta da, ayçiçeğinde de, tüm ürünlerde uygulanan bu politikalar bize göre bilinçli bir politika tercihidir. 

‘ÜRETİCİ ALANDAN ÇEKİLİYOR’

- Ne kadar üretici alandan çekildi?

Türkiye Ziraat Odaları Birliği'ne kayıtlı çiftçi sayısı 5.5 milyon civarı. İnsanların tarımsal desteklerden faydalanabilmesi için çiftçi kayıt sistemine (ÇKS) üye olması gerekiyor. Oraya kayıtlı çiftçi sayısı 2.3 milyon. Demek ki ülkemizdeki çiftçilerin yarısı kayıtsız. Sistemine prim ödeyen aktif sigortalı çiftçi sayısı 1 milyonun üstündeydi, şu anda 450 binlerde. Üreticinin alandan çekilmesi üretim alanlarının ekilmemesi sonucunu doğuruyor. 

‘BÖYLE GİDERSE VASIFSIZ İŞÇİ BİLE BULUNMAZ’

Sigortalı çiftçinin düştüğü, ÇKS'ye çiftçilerin girmeyip alandan çekildiği, eğitim istihdam planlamasının yapılmadığı bir ortamda mühendisler ya çok sayıda açılan fakülteden mezun olup işsiz kalıyor ya da özel sektörde asgari ücret ve altında ücretle çalışıyor. Mesela tarımsal destekler boyutunda tarım danışmanları var. Ziraat odaları ya da kooperatiflerde bu arkadaşlarımız 7-24 saat çalışıyor. Bu arkadaşlarımıza verilen destek miktarı 2024’te 144 bin lira. 12 aya bölersek 12 bin lira. Asgari ücret 17 bin lira. Tarımda 4.0'ı, bilgi toplumunu tartıştığınız bir ortamda tarım danışmanına ayda 12 bin lira bir ücreti reva görürseniz, bu ülkede çobanlık yapacak vasıfsız işçi de bulamazsınız. 

‘ÇİFTÇİNİN BORCU 850 MİLYAR TL’

- Çiftçinin borç durumu nedir?

Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’nun verilerine göre geçen yıl 145 milyar lira olan kısa vadeli borç, mayıs ayında 244 milyar liraya çıktı. Neredeyse iki katına yakın. Toplam nakdi kredi 417 milyar TL’den 689 milyar liraya yükseldi. Çiftçi kredi alabilmek için arazisini, tarlasını ipotek ediyor. Takipteki kredi miktarı da 2.5 milyar TL. Bankalar dışında tarım kredi ve özel sektöre olan borçları da eklersek şu an çiftçi borcu 850 milyar TL gibi oldukça yüksek düzeylerde.

- Bu borcu döndürmek için ne yapmalı?

Üretimde bulunup kar etmesi gerek. Bunun için ilaçta, sulama suyunda, girdilerde indirim yapılmalı, ÖTV kaldırılmalı, KDV düşürülmeli. Mazot geçen yıl 22 lira, şu anda 46 lira. Destekler artırılmalı ve hasat sonrası değil ekim öncesi açıklanmalı ve yılı içinde ödenmeli. Alım fiyatları maliyete çiftçi kârı da eklenerek açıklanmalı ve yeterli kamu alımlarıyla fiyatlar üretici lehine düzenlenmeli.

‘CEZALANDIRMA ANLAŞILAMAZ’

- Elektriğe de zam geldi...

Çiftçilerin sulama yapabilmesi için iki bedel var. Bir; su kullanım bedeli. İki; “Yağmurlama, damla sulama önemli” diyoruz. Orada elektrik kullanacak. Elektriğe 1 Temmuz'dan itibaren yüzde 30 zam yapılıyor. Yani suyu en çok kullanacağı zamanda. Devlet fırsatçılık yapmaz. Yapılması gereken sulamanın maliyetini düşürmek. Sulama yapan çiftçiyi de cezalandırmak anlaşılabilir bir şey değil.

‘İDEOLOJİK BAKILDI, İÇİ BOŞALTILDI’

- Kooperatifler neden yeterince güçlü değil?

En liberal ülkelerde dahi üretim büyük ölçüde kooperatifler üstünden yapılıyor. Türkiye'de kooperatifçiliğe ideolojik olarak bakıldı ve kooperatifçiliğin içi boşaltıldı. Tarım Kredi Kooperatifi normalde özerktir. Kurucusu Atatürk'tür. İki önemli fonksiyonu olmalı. Bir; ucuz girdi, iki; düşük faizli kredi. İkisini de yapmayıp, üstüne üstlük görevi olmamasına rağmen, cumhurbaşkanının talimatıyla tarım kredi market sayısını arttırıp, doğrudan pazarlama işine giriyor. Tarım Kredi Kooperatifi bugün bir çiftçi örgütü olmaktan çıktı. Bizim kooperatifçiliği yeniden gündeme getirip, özel sektörün aşırı karı yerine, çiftçi ortaklarının olduğu bir sistemi kurmamız lazım. Üreticinin kar ettiği, tüketicinin ucuz, sağlıklı gıdaya erişeceği bir sistem olmalı. Bunun yolu da yanlışlarına rağmen inadına doğru kooperatifçilikten geçiyor. Güçlü, özerk, demokratik üretici ve tüketici kooperatifleri başlıca çözüm.

‘ÖRGÜT ENFLASYONU VAR’

- Üretici örgütlenme anlamında neden zorluk yaşıyor?

Bilinçsizlik bir yana, bizde örgüt enflasyonu var. Bir çiftçi aynı anda Tarım Kredi Kooperatifi’ne, Tarımsal Kalkınma Kooperatifi’ne, Ziraat Odası’na, başka birliklere üye. Kooperatifler, üretici birlikleri, ziraat odaları ise etkisiz. 

- Neden etkisizler?

Eğer Ziraat Odaları Birliği kamudan, Tarım ve Orman Bakanlığı'dan alacağı desteklerle ayakta kalmaya çalışırsa, çiftçi kayıt sistemi dahil olmak üzere kendisine yönelik olumsuz uygulamalar karşısında susarsa çiftçinin sesi güçlü çıkamaz. Ve insanlar huzur hakkı alarak 20-25 yıl görev yapar. 

- CHP’nin yaptığı mitinglerin etkisi olur mu sizce?

Siyasal partilerin bu tür tematik mitingler yapması önemli. Ama çözüm mü? Asıl özne o çiftçilerin örgütü olan TZOB olmalı. Biz bir Tarım Platformu kurduk. Bünyesinde; TMMOB’a bağlı ilgili odalar, Türkiye Ziraatçılar Derneği, Veteriner Hekimler Derneği, Ormancılar Derneği, DİSK'e, KESK'e bağlı sendikalar, Tüketici Hakları Derneği dahil 20 örgüt var. Çünkü üretici, tüketici, çiftçi, işçi hep birlikte hareket edersek sesimiz daha güçlü çıkar. TZOB maalesef bu tarım platformunun içinde değil.

‘BÜYÜK MİTİNGİN ZAMANI GELDİ’

- Siz davet ettiniz de onlar mı katılmak istemedi?

Davet ettik, katılmadılar. Tarımın asıl sahipleri birlikte Büyük Çiftçi Mitingi yapmalıyız. Büyük Çiftçi Mitingi için zaman bu zaman. 

‘ÜRETİCİ İŞİNE SAHİP ÇIKMALI’

- Neden yapmıyorsunuz?

Biz Oda olarak da, Tarım Platformu olarak da yaparız ama hep şunu savunuyoruz: Bir işin asıl sahibi kendi işine sahip çıkmazsa, kendi sorunlarını gündeme getirmezse, yapılacak etkinliklerin etkisi az olur.

- Üretici sahip çıkmıyor mu?

Demokratik eylem hakkı anayasal bir haktır. Üretimden gelen gücünü anayasal, yasal sınırlar içerisinde demokratik tepkiyle duyurmak bir suç değildir. Yanlış yönetimleri seçimle değiştirmek tüm yurttaşların görevi ise, kooperatiflerde de, odalarda da yanlış yönetimlerin değişmesi halinde, daha etkili çiftçi eylemleri gündeme gelir ve haklarını alma konusunda daha başarılı olurlar. 

- Sürekli bir beka kelimesiyle karşı karşıyayız.

Tarımda üreticinin sesi duyulmazsa bu Türkiye'nin bekasını nasıl etkiler?

Gerçek beka sorunu insanların doymaması, yeterince beslenmemesidir. Son tasarruf edilecek alan tarım alanıdır. En son tasarruf edilecek bütçe de Tarım ve Orman Bakanlığı bütçesidir. Üretemezsek tüketemeyiz. Tüketemezsek sağlıklı yaşayamayız. Yerli üretim ve üretici deyip eylemde bunu yapmıyorsanız, yarın öbür gün kıtlık, uzun vadede açlık sorunu yaşayabilirsiniz.

- Türkiye açlık sorunuyla karşıya kalabilir mi?

Birinci boyut arzı yönetemezseniz, üretimde kendinize yetemezseniz, yurt dışından da yüksek fiyatlarla dahi alım yapamazsanız kıtlık sorunu yaşanabilir. İkinci boyut, talebi doğru yönetemezseniz, tüketicinin alım gücünü baskılarsanız, tüketici raflarda ürün olsa bile o ürünü alamaz. Bu da yetersiz ve dengesiz beslenme, doğrudan olmasa bile dolaylı olarak kıtlık ve açlık demektir. Afrika ülkelerinde yaşanan şirketlere bağımlı tarım politikalarının olumsuz sonuçlarından bizler gerekli dersleri çıkarmalıyız.

- Ticaret Bakanı Bolat “25 bin Afgan çoban gitse tarım, hayvancılık kalmaz” dedi. Yorumunuz nedir?

Hayvancılıktaki kötüye gidişin, üretim azalışının, et ve süt fiyatlarının yükselişinin nedeni, Afganlı çoban yokluğu değil, uygulanan yanlış politikalar. Yemde dışarıya bağımlılık, yem fiyatlarının yüksekliği, ulusal çiğ süt referans fiyatının baskılanması, dişi hayvanların kesime gitmesi, kesilecek hayvan bulunamaması ve sonuçta bu kısır döngünün devam etmesi. 

‘İSTİHDAM BALTALANMASIN’

Kamu yönetimi süreklilik ister. 2014’te dönemin Tarım Bakanı, “çoban”ın adını “sürü yöneticisi” koydu. İki yıllık bir meslek yüksek okulu açıldı. Bitirenlere belge verildi. Bu uygulama başarılı olursa, hem çobanlar yerli olur hem de yaşlanan nüfus yerine gençler gelir, işsizlik azalır. Ama bunun yerine sırf ucuz iş gücü üzerinden politika yapılırsa kendi istihdam politikanızı da baltalarsınız. 

- Herkes aynı ekonomik sıkıntıyla karşı karşıya olduğuna göre bu kişiler ne zamana kadar ucuz iş gücü olarak kalacak?

Şu anda sıkıntılar kamuoyuna yansıyor. İlk geldiklerinde ihtiyaçları çoktu. Ne ücret verilirse çalışıyorlardı. Şimdi kendi aralarında gruplar kurdular. Bir bakıyorsun, ertesi gün gitmiş karşıdaki çiftlikte çalışıyor. Bir bakıyorsun, ertesi gün şehirdeki bir iş yerinde çalışıyor. 

- Kaç kişi sürü yöneticisi belgesi aldı?

2014 yılından bugüne 50 bine yakın sertifika alındığı söyleniyor. Bu konuda belli destekler verilse de kaçı halen istihdam ediliyor, belirsiz.

- Üreticinin yaş ortalaması nedir?

Kırsaldaki yaş ortalaması 58. Şu anda Tarım Bakanlığı genç çiftçilerle ilgili projeler yapıyor ama sözde kalıyor. Çünkü bir; kar edemiyor. İki; köy okulları, sağlık ocakları kapalı, sosyal bir ortam yok. İnsanlar köye niye gitsin?

‘TOPRAĞIMIZ DA VAR GÜCÜMÜZ DE’

- Peki köyler, tekrar yaşanılabilir bir hale dönüştürülemez mi?

Kırsal kalkınma politikalarını ona göre gündeme getirirseniz, teşvikleri ona göre yaparsanız olur. İstersek köye dönüş projeleri ile tersine göç yaşanır, köylü kar ederek üretime devam edebilir, ülke olarak ithalat yapmadan kendi kendimize yetebiliriz. Bunun için topraklarımız da iş gücümüz de yeterli. Bu süreçte sorunlar içeren büyükşehir yasası da yeniden düzenlenmeli.

- Tüm bu olumsuz koşullardan çıkmanın yolu nedir?

. Genel ekonomi içerisinde tarımın zorunlu yeri ve stratejik rolü hak ettiği noktaya getirilmeli

. Ülke düzeyinde üretimi ve üreticiyi koruyan kamucu tarım politikaları belirlenmeli, yönetimlerde liyakatlı kadrolar olmalı

. Topraklarımızı, ovalarımızı, meralarımızı, zeytinliklerimizi, dikili arazilerimizi yani üretim alanlarımızı ödünsüz koruyan arazi kullanım planları yapılmalı

. Girdi maliyetlerini düşürüp, destek miktarlarını artırarak ve zamanında ödeyerek, alım fiyatlarını maliyet üzerinde vererek temel ürünlerde kendimize yeterliliği sağlayacak şekilde yönlendirici, uzun vadeli tarımsal üretim planlaması yaşama geçirilmeli

. Sulama planlaması, kuraklığı da dikkate alarak yapılmalı. 

. Tarımsal ARGE yatırımları artmalı, verimlilik ve kalite ön plana çıkmalı 

. Çiftçisi, işçisi, çobanı, mühendisi dahil iş gücü potansiyelini değerlendirecek eğitim ve istihdam planlaması yaşama geçirilmeli

. Girdilerde ve ürünlerde dışarıya bağımlılık kalkmalı 

. Tarımsal KİT’ler yeniden gündeme alınmalı, üretici özel sektörün insafına bırakılmamalı. Piyasayı kamu, düzenlemeli ve denetlemeli. 

. Gıda tedarik zincirleri üretici ve tüketici kooperatifleri üzerinden daraltılmalı, üreticinin kar ederken tüketicinin ucuz, yeterli, sağlıklı gıdaya erişmesi sağlanmalı