Yenidoğan davasında altıncı gün: Çete lideri Fırat Sarı hakim karşısında!

Yenidoğan davası, bugün ilk duruşmanın altıncı gününde devam edecek. Örgüt lideri olmakla suçlanan Dr. Fırat Sarı savunma yapıyor. Fırat Sarı, savunmasında, "Ateşe attılar bizi. 10'a yakın hastane kapandı. Bu hastanelerin binlerce çalışanı var. Bu operasyonlardan sonra önce ve sonrası olarak o bölgelerdeki yeni doğan ölüm oranlarına baksınlar. Ben artacağını düşünüyorum" ifadelerini kullandı.

Fahrettin Öztürk

İstanbul'da, SGK'dan daha fazla para almak uğruna yeni doğan bebekleri, önceden anlaştıkları özel hastanelerin yenidoğan ünitelerine sevk ederek, ihmal sonucu en az 10 bebeğin ölümüne neden oldukları ve haksız kazanç sağladıkları iddiasıyla 22'si tutuklu 47 sanığın yargılanmasında bugün altıncı güne girildi. Geride kalan beş günde tutuklu sanıklardan 21'i savunma yaptı.

Sanıklardan yalnızca Mert Özdemir, hasta yönlendirmeleriyle para kazandığını kabul etti. Ancak kabul ettiği tek suçlama bu oldu. Diğer suçlamaların hepsini reddetti. Geriye kalan sanıklar ise haklarındaki tüm suçlamaları reddetti. Yargılama boyunca sanıklar mahkemede hazır edildi. Sanıkların çapraz sorgusunda tarafların avukatları arasında zaman zaman gergin anlar yaşandı.

FIRAT SARI HAKİM KARŞISINDA

Duruşmanın altıncı gününde, davanın en kritik ismi olan tutuklu sanık Dr. Fırat Sarı, savunmasını yapıyor. Sarı'nın 582 yıl 9 aya kadar hapsi isteniyor.Bakırköy 22. Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki duruşmanın saat 10.00'da başladı.

"HAYATTAN BİR UMUDUM KALMADI"

Örgüt lideri olduğu iddia edilen tutuklu sanık Dr. Fırat Sarı, savunmasında şunları söyledi:

"Yaklaşık iki ay önce savcı tehdidi olayından dolayı kamuoyunda tepkiler artınca baş hemşirem ayrıldı. Bir süre önce memleketten akrabalarım geldi. Hazır değiliz, savunmayı erteleyelim dediler. Ben katılmadım. Savunmamı yapmak istiyorum. Bu iddianame kapsamında olan bir şey değil. Özellikle savcı tehdidinden sonra kamuoyunda oluşan infial nedeniyle toplumun etkilendiği bir durum oldu. Bir şey yapmak da istemedim. Hayattan bir beklentim, umudum kalmadı. İçtenlikle yaptığım her şeyi anlatmak istedim. Hayal gücüme sığmayan şeyler çıktı. Tüm hesaplarıma bakıldı öyle bir param da yok. Sümeyye ile Mehtap söylediler, benim onlara borcum var. Para alırdım onlardan, altın olarak tutardım, çok para harcarlardı.

"BİLİNSİN İSTEMİYORDUM"

1975 Bingöl Doğumluyum. 18 yaşımda Tıp Fakültesi'ne başladım. Üniversitede bir gösteriye katıldım ve terör örgütünden ceza aldım. Bir süre yattım. Ben tutuklandığımda örgüt yöneticiliği denince şaşırdım. Ben çünkü 17 yaşımda gördüm örgüt yapısını. Bu benim sırrımdı kimse bilsin istemiyordum. FETÖ dönemine kadar emniyet birimleriyle görüşüyordum. FETÖ döneminden sonra devlet yetkilileriyle bağlantım koptu. Mesleğimi seven biriyim. Ben bilinsin istemiyordum çünkü terör örgütleri için hedef haline geliyorsunuz, aileniz hedef oluyor.

"BEN BİR HİÇ KALDIM"

Ben bir hiç kaldım. Ben konuşmak istiyorum. Tıp Fakültesi'ni bitirdim. Hayatım hiç kolay olmadı. Medyada söylendiği gibi hiçbir şey de kolay olmadı. Meslek görevimi uzun zaman er olarak yaptım. Zorunlu hizmetten sonra uzmanlık eğitimimi Esenyurt Devlet Hastanesi'nde yaptım. Zorunlu hizmetten sonra Reyap Hastanesi'nde çalıştım. Orada çalışınca, Esenyurt İstanbul'un en büyük ilçesi. Orada doğuluların büyük kısmı tıp merkezlerinde olur. Orada doğacak bebeği önceden kestiremezsiniz. Oradaki çocuk doktorları da bir an önce sevk etmek istiyorlar. Arkadaşlarım anlattı. Avrupa yakasında sadece 4 küvezli ambulans var. Çok yetersiz. Sevk süresi de 4-6 saat arasında süren ve çok kritik olan bir süre. Bebek kötüyse ben kendim giderim. Usulsüz sevk dedikleri bu.

Reyap Hastanesi kuruldu, biz orada iyi çalıştık ve bana gel bizle çalış diye teklif getirdiler. Beni aradıklarında konuyu inceledim, işletme nedir diye. Çocuk servislerinin yeni doğan servisleri işletmeye veriliyor, fizik tedavi, kalp damar cerrahisi, hepsi işletme usulü çalışıyordu. Ben de bu işe el attım. Aslında o işletme şeyiyle benim tıbbi destek yüküm çok değildi. Ama insani olarak, özellikle gece nöbetçi doktorlarımız olurdu. Bana daha çok güveniyorlardı.

İlker Gönen'le tanışmıştık. Zorunlu hizmete ara vermişti. O da çalışmayı seven biri. Ona bahsettim. Bu sayı artıyordu, ben kimseye gidip teklif etmedim, işletme teklifleri hep geldi. İşletme denen yapı böyle başladı. İstanbul'da özel sağlıkta bu böyle.

"O DÖNEM PARA ALIŞ VERİŞİM OLMADI"

112 dışı sevk dedikleri şey, hekim bana güvendiği için, hastasını bana göndermek istiyor. O dönem kimseyle para alışverişim olmadı. Dışardan işletme alınca baktık ki birinin hasta bulması gerekiyor. Biriyle anlaşmıştık, anlaşma bozuldu sonra Mert ile anlaştık.

Yeni doğan gibi özellikli bölümlerde çalışacak personel bulmak zor. Çalışma ücretleri de kötü. Bir hemşire asgari ücretin bir tık üstü ücretle çalılıyor. Nitelikli hemşireler de bu paraya çalışmak istemiyor. Hastane içinde bir gruba fazla verince bu sefer iş barışı bozuluyor. Diğerleri de istiyor. 

"HER ŞEY HASTANEYE AİTTİ"

İnsan sağlığıyla ilgileniyorsunuz bu yüzden daha iyi şekilde yönetilmesini istiyorlar. Ben gece nöbetlerine de destek verdim. Hastanelerle yaptığımız sözleşmelerde, her taraf işletme İstanbul'da, Hizmet ve İşbirliği Sözleşmesi sözleşmenin adı. Her şey hastaneye aitti. Bütün ödemeler hastane kasasına gidiyordu. Hastane aynen çalışır. İnsan kaynakları, satın alma gibi hiçbir birime müdahalemiz olmaz. Sadece doktor, hemşire önerilirdi. İnsan kaynaklarıyla görüşür, onaylarlarsa işe başlar. Bu sistemi ben keşfetmedim zaten vardı.

"SEVK ZİNCİRİNİ AKSATMAK MÜMKÜN DEĞİL"

Sevk ile ilgili, ben 112 sevki tıp merkezlerinden böyle aldım. Ya bir tanıdığı yönlendirmiştir ya tıp merkezinden gelmiştir. İddianamede, 112'nin raporu var dediler, uygunsuz sevk ile ilgili ama çok yetersizdi. Bir tuşla hangi hastaneye kaç hasta gönderdiklerini söylerler. Sevk süresi uzuyor, aile arıyor, '112'yi beklemeyelim bizi bir yere gönderin' diyorlar. Aileler, onların hekimlerinden. İl dışı sevki Serdar anlattı. Orada 112 sevk zincirini aksatmak mümkün değil.

"SEVK EDİLMEZSE ZATEN ORADA ÖLECEK"

Bebeğin bağırsakları anne karnından itibaren sorunlu. Sevk edilmesi gerekiyor. 112 yer arıyor. Ve gerçekten özveriyle yapıyor işlerini. Sevk edilmeyi bekleyen bebek var, bu arkadaşı arayın diyor, o da yer varsa bize getiriyor. O çocuğa yer bulunmazsa o çocuk zaten orda ölecek. Şimdi 4 tane yeni doğan nakil ambulansıyla ne yapabilirsiniz. Özel hastanelerin kendi ambulansları var.

"TAPELERE İTİRAZIM VAR"

Benim tapelere çok itirazım var. Şimdi iki insan konuşuyor. Ben burada tedbirli konuşuyorum. Kafamın içinde bir sürü şey geçiyor, filtrelemem gerekiyor. Ama güvendiğiniz biriyle konuşurken filtreleme ihtiyacı duymazsınız. Ve bu özel konuşmalar kamuya yansıdı. Bazı yerlerde kesiliyor, anlam bozuluyor, vurgu düşüyor. Zaten vurgu düşünce anlam bozuluyor. Biz tapelerden yargılandığımız için söylüyorum. Tıbbi terimler yanlış yazılıyor. Tapede iki kişinin konuşması var. Bir hemşire var bebek küvezde ama küvezin nerede olduğunu bilmiyoruz. Halbuki o bebek bir küvezde ve hastanede. Hastanede mavi kod sistemi var, doktorlar var, bir sürü birimin olduğu yer. Hastane sanki laboratuvar gibi algılanmış, halbuki hastanenin bir birimi. Binlerce çalışanı var. Bu tapelerden sanki ortada başka işler var gibi bir algı çıkıyor. Bizim hastanelerle yaptığımız sözleşmelerde hekimin zorunlulukları, hemşirelerin ödeneleri var.. Burada usulsüzlük oldu mu oldu. Şöyle oldu, hekim 140 bin liraya çalışmışsa 60 binini biz ödemişiz ama hastaneye fatura etmişiz. Usulsüzlük bu.

"O BÖLGEDE YENİ DOĞAN ÖLÜM ORANI ARTACAK"

Ölümlere gelecek olursak, İlker'in avukatı 'yemin bozan' dedi ama benim meslektaşlarım, böyle demek istemiyorum. Ateşe attılar bizi. 10'a yakın hastane kapandı. Bu hastanelerin binlerce çalışanı var. Çevrelerinde eczaneler var, kafeler var. Burada bakanlık avukatları var. Bu operasyonlardan sonra önce ve sonrası olarak o bölgelerdeki yeni doğan ölüm oranlarına baksınlar. Ben artacağını düşünüyorum. Eğer biz böyle şeyler yapmışsak azalması lazım değil mi, ama artacak.

"UZMAN RAPORU ÇOK EKSİK"

Bütün algı bizim üzerimizde. Sadece o dinlenme döneminde olan ölümlerden sorumlu tutuluyoruz. Bakıldı, benim hatam bulunmadı. Bakanlık uzman görüşü çok eksik. Karakoç bebek, doğarken bağırsağı patlamış, sıvı içine dolmuş. Bebeğin beslenmediğini söylemişler. Korkunç bir tavır. Kadan bebekle ilişkilendirilmem çok yanlış. Bebek öldükten sonra İlker'le konuşuyorum. Mesleki bir tartışma yapıyoruz. Deniyor ki bu bebek ölümü, Fırat Sarı ile İlker Gönen epikrizlerle oynamışlar. Bu bebeği uzun yatırdıkları için ölmüş. Mantık silsilesi yok. Kanıta geçmeden... Bu rapor kötü niyetli, başta agresif hazırlanmış. Bu operasyon kapsamında, hastanede de eksiklikler var. İşletme dışında hastanenin ilişkide olduğumuz yan dal doktorları var. Bunların hiçbiri iddianamede yok. Ben Opara bebeği hiç görmedim. Beni arıyorlar, '6 aylık bir hasta, akciğer enfeksiyonu var' diyor. Çocuğu yatırıyorlar, çocuk ikinci gün kötüleşiyor mecburen yeni doğan yoğun bakımına yatırıyorlar. 6 aylık bebeği zaten oraya yatıramazsınız. Orada yer bulana kadar yeni doğan yoğun bakıma yatırmak daha mantıklı. 112'ye defalarca çocuk yoğun bakım talebinde bulundum. İstanbul'da çocuk yoğun bakım servisi çok az. Bakanlıkla mailleşiyorlar, o hastanenin çocuk doktorları var, onlar baksınlar biz yer bulamıyoruz diyorlar.

Beni arıyor, 'bu çocuğa bakabilir misiniz' diye soruyor. Kabul ettik, yatırdık. Ben bu çocuk için hiç aranmadım. Ben o çocuğun orada olduğunu bilsem orada okurdum. Ben gece iki saat uyurum, arandığımda giderim. Bunlar tapelerde de belli, hatta polis de bana söyledi, 'hiç durmuyorsun' diye. Ama basında 'doktoru aramayacaksın' demişler yazıldı.

"ÖLÜM HABERİNİ BEN VERMEK İSTEDĞİM İÇİN..."

Halime bebek 32 hafta doğmuş, eğitim araştırmada. Canlandırma sonrası sevk ettik. Hiç hareket etmeyen bir bebek. Beyinde ciddi hasar var. Ben ailesine de söyledim 'bu bebek yaşamaz' diye, 'yaşasa bile ağır felçli kalır' diye söyledim. Bebek ex oluyor, bana haber veriyorlar. Benim dediğim şu, 'tüh babaya hep ben bilgi verdim'. Çünkü babaya bir ay ben bilgi verdim, ölüm haberini de ben vermek istedim. Bekletin ben veriyim dedim. O arada telefonlar dinleniyormuş.

Hekim, hüküm, hakem, hakim arapça kökenli aynı anlama gelen, karar veren. Ben bir hekimim. Hastama tanı kararı veririm. Konuşacak tanı, yapılacak tedavi hepsini hekim yapar. Hemşirelerde çok ben merkezcilik var, hep 'ben yaptım ben ettim' gibi ama öyle değil, sonuçta bir sistem var. Tedavi sürecini hekim yürütür.

"CANİ OLSAYDIM ÖLÜM ORANIM YÜKSEK OLURDU"

Benim ölüm oranım Türkiye'deki ölüm oranının altında. Bir cani olsaydım bunun üstünde olması gerekirdi. Şimdi bir soruşturma düşünün. Hakkınızda açılmış, Medyada haberler çıkıyor, 'rüşvetçi hakim' diye. Sadece bir dava. Ya diğer 15 bin dava? Herkes şüphe edecek. Ailelere yaşatılan büyük bir travma. 

Sigorta dolandırıcılığında ise hastaları uzun tuttuğumuz, epikriz değiştirdiğimiz gibi iddialar var. Hastanın yatış süresi hekimlerin kararı. Benim yapabileceğim bir şey değil. Tanıları da ben koymuyorum. Orada ilaç konusu var. Curusorf, bu ilaç SGK'nın vereceği para, hastanenin satın almasından daha az. Zarar eder hastane. 26 haftanın altındaki hastalar için bu ilacı SGK ödüyor. Orada prosedür var. Medikale yazı yazmak gerekiyor, haftalar sürebiliyor. Şöyle bir şey yaptık, 150 miligramdan 90 miligram kalıyorsa onları biriktirdik ve ihtiyaç halinde kullandık. 'Bu ilaçları toplayıp satmışlar' dendi. Bakış açısı diyorum ya, bu konuda Hüseyin'in ilaç aldığını söylediler. Muhtemelen günahını aldılar. Bana bir şey söylüyor, onu da ben tapede başkasına söylüyorum, ben söylemişim gibi yaptılar.

"ŞÜPHELERİMİ DİLE GETİRDİM"

Polislere anlatmak istediğim şuydu; bu hemşire arkadaşlar asgari ücretle çalışıyorlar. Bu ilaçları 300 liraya satmış. Bu ilaç yurtdışına gidiyor ve bu ilaç şifa bekleyen bir bebeğe gidiyor. İlaç açıldıktan 3 gün sonra kullanılamıyor. Saklama koşulları sağlanmamışsa bu ilacın gideceği kullanılacağı hastanın ölümüne de neden olabilir. Ben bundan şüphelendim ve şüphelerimi aktardığım kişilere Batuhan'ın ismini verdim. Bu çocuklar hırslılar, yurtdışında böyle bir sistem var. Yaparlar. Ya meblağlar ortada, 200 lira 300 lira. Bu para için neden bir bebeğin ilacı kısıtlansın. Durum budur.

Savcı beyle görüştüm bana, 'Seni ölümlerden suçlanıyorum' diye. Savcı tehdidiyle dosyamızın rengi değişti. O tehditten sonra savcı beyin tavrının değiştiğini düşünüyorum. Ben savcı beyle görüştüm zaten. Bütün bunların sorumlusu biz göründüğümüz için açıklamak istiyorum.

DENİZ'İN BUNU SİYASİ BİR EYLEM OLARAK YAPTIĞINI DÜŞÜNÜYORUM

İddianame, kolluk fezlekesiyle aynı. Bebek ölümleri, SGK dolandırıcılığı, usulsüz sevkler... CİMER şikayetini yapan adam benim evladım gibi. 2023'te yapıyor şikayeti ama daha sonra benim yanımda çalışıyor. Tutuklu zaten. Deniz'in jargonu devrimcidir. Deniz Gezmiş parkası giyer, avukat bey o yüzden sordu. Şikayetteki üslup Deniz'in üslubu değil. Deniz öyle vatan millet görüşünde biri değil. Orada 'gözümün önünde bir sürü bebek öldü' diyorsan neden orda çalışmaya devam ediyorsun. Ayrıca öyleyse sen bir görgü tanığısın. Savcı beyin 'bir dinleyelim' demesi gerekirdi. Deniz'in bunu siyasi bir eylem olarak yaptığını düşünüyorum. Bize demişti ki, 'arkadaşlar canınız yanacak ama ben patronlara, bu sisteme karşı yaptım' dedi. Biz Deniz'i bu görüşlerden uzak tutmaya çalıştık hep."

"MAAŞLARINA EK 3-5 VERİYORDUM"

Hastaneler, hemşirelere asgari ücret veriyor. Biz de 3-5 üstüne ek olarak veriyorduk. Bir sürü işletme var. Hepsi bana bağlanmış ama başka başka işletmeler var bu operasyonun içinde. Gıyasettin Mert Özdemir, 'ben devlette çalışıyorum, sıkıntı olur, eşimin hesabına yatır' dedi. Biz de sigortalı gösterdik. İlker Gönen zaten maaşlı çalışanımdı. İşletme yönetimi bendeydi. Hastanelerin hemşire ya da doktor ihtiyacı olduğunda biz onlara öneride bulunurduk. Yani bu, 'onların hemşiresi olmadığında oralara hemşire atardık' demek değil. Biz onlara önerirdik, görüşürlerdi, anlaşırlarsa işe alırlardı. Medisense danışmanlıkta hesap diye bir şey yoktu. Ben bunu da anlatamadım. Bazen zarar ettik bazen yüzde 1 kar ettik.

"İHMAL YOK"

Kadan bebekle ilgili tapede geçen, "Entübe ettiyse çocuğun ağzına s*" sözleri sorulan Fırat Sarı, "Orada şöyle kaygılar oluştu. Yeni doğan bebek ve kadın doğum var orada. Biri bebeği anne karnından çıkarıyor diğeri sonraki sürece bakıyor. 'Bu iki birim arasında çatışma olur mu' diye, 'birbirlerini suçlarlar mı' diye bir kaygı oluyor. Ama ihmal yok" diye yanıt verdi.

"MERT İŞGÜZAR"

Mert Özdemir'in, "Cansu çok taburcu yapıyor" ile ilgili sözleri üzerine, "Mert'in işi hasta bulmaktı. Ben Cansu'ya da demiştim, şikayet ediyor ama işi hasta bulmak. Mert işgüzar biraz. Hekimlik bir sanattır. Doğru zamanda olmalı taburcular. Mert öyle bir anlatıyor ki sanki hastalar zamanından önce taburcu edilmiş gibi" dedi.

"AİLE ÇOCUKLARINI YATIRABİLSİN DİYE PARA VERDİM"

Yabancı uyruklu hastanın ailesinden para alma tapeleriyle ilgili soruya yanıt veren Sarı, "Solunum sıkıntısıyla acil yatması gereken bir hasta vardı. Ama üstlerinde hiç para yoktu. Özel hastaneler, yatırma işlemi için kimisi peşin 10 bin, kimi 8 bin ister. Birinci Hastanesi 5 bin peşini kabul ediyor. Ama ailenin üstinde hiç para olmadığı için 2 bin 500 peşin ödemelerini kabul ettiler. Ben de ailede hiç para olmadığı için çocuk yatırılsın tedavisi yapılsın diye onların yerine 2 bin 500 lira verdim. Ücreti hastaneye ödediklerinde alırım diye. Ama çocuğun ameliyatı çok riskli ve aileye ölebileceği söylendiği için parayı ödemeyi kabul etmediler" dedi.

"İNANARAK SAÇMALANMIŞ BİR İDDİANAME"

Üye hakimler, savcı ve avukatların sorularının ardından söz alan sanık Fırat Sarı'nın avukatı, iddianame için Prens isimli dizide geçen sahneden örnek verdi.

Dizide geçen sahneye atıf yapan sanık avukatı, "Oradaki ana karakter çok konuşan diğer karakter için 'Ne kadar da inanarak saçmalıyor' demişti. Bu davanın iddianamesi de aynı öyle inanarak saçmalanmış bir iddianame. Somut delil yok" dedi.