Depremde ailesini yitiren Mümtaz Gövce'ye kızının gönderdiği son mesaj: Baba bak galiba ben de öleceğim
Antakya’daki Elit Apartmanı’nda yaklaşık 150 kişi yaşamını yitirdi. Mümtaz Gövce o gece İstanbul’daydı. Enkaz altında kalan 10 yaşındaki kızı Elif , “Baba bak ben de öleceğim” diyerek ses kaydı ve fotoğraf yolladı. Mümtaz Gövce, ailesini kurtarmak için her şeyi yaptı ama olmadı. Baba Gövce yaşadıklarını Cumhuriyet’le paylaştı.
Çağdaş BayraktarKahramanmaraş merkezli depremin en çok vurduğu illerden Antakya’daki Elit Apartmanı da pek çok aileye mezar oldu. Yaklaşık 150 kişinin yaşamını yitirdiği apartmanda eşi Sena Gövce ve kızları Ece Birce (6) ile Elif Eylül’ü (10) kaybeden Mümtaz Gövce yaşadıklarını Cumhuriyet ile paylaştı.
“En zor anda yalnızca millet vardı. Tüm sorumluların hesap vermesini istiyoruz” diyen Gövce yaşananları şu cümlelerle anlattı:
Özel bir şirkette yöneticilik yapıyorum. Deprem günü ailem Antakya’da, ben ise iş nedeniyle İstanbul’daydım. Sabah 5 gibi kardeşim aradı, depremi söyledi. Apartmandan kimseye ulaşamadım. Sonra apartmanın WhatsApp grubuna o gün binada kalmayan bir komşumuz fotoğraf attı. Gözlerime inanamadım. Aracımla yedi saatte Antakya’ya geldim, hiç kimse yoktu. Yalnızca Rönesans Rezidans’ta ve UMKE yöneticisinin kızının enkaz altında kaldığı binada vinç vardı. Binadan sesler geliyordu. Akşam beş gibi hava karardı ve doluyla karışık yağmur yağmaya başladı. O gece binadakilerin yakınlarıyla çaresizce bekledik.
Bina alt katı yüksek tavanlı dükkan olacak (2+7) biçiminde 9 katlıydı. Binamızın malzemesinde bir sorun yoktu ama dükkan kısmı yüksekti ve üstüne 7 kat çıkılmıştı. Beş kişilik site yönetimindeydim. Yaklaşık üç yıl önce dükkan sahibiyle kavga ettik. Çünkü imar affı sonrası dükkânını dışarı doğru genişletip, kolonları tıraşlıyordu. Biz tartışınca durdu ama muhtemelen içeride de birçok kesim işi yapmıştı. Bina da dükkânların genişletildiği kısıma doğru çöktü. 20 metre yana kaymıştı apartman. Binada 7. katta kalan polis memuru bir komşumuzun eşinin sesini duyuyorduk. ‘Üşüyorum’ diyordu, belinden aşağısı sıkışmıştı. Montu ısıtıp ona uzatıyorduk. O kadın ertesi gün öğlen, göz göze göre öldü.
(Acılı baba Gövce,
yitirdiği eşi Sena ile
kızları Ece Birce ve Elif
Eylül için hukuksal
sürecin takipçisi
olacaklarını söyledi.)
‘AFAD EL KOYDU’
Hiçkimse gelmeyince kendi başımızın çaresine bakmaya çalıştık. Şehir dışından getirttiğimiz kepçe ve vinçlere AFAD el koydu. Üç günün sonunda AFAD’ın bize arama kurtarmaya gelmediği yerde biz onu aramaya çıktık. Karayolları’nın önünde yaklaşık 150 kepçe ve 50 kadar vincin bekletildiğini gördük. Bu neden yapıldı, bilmiyoruz. En sonunda başka yerden ayarladığımız vinç ve kepçeleri (AFAD el koymasın diye) ara sokaklardan dolaşarak enkazın olduğu yere getirdik.
‘BİZ CANLI ÇIKARDIK’
İkinci günde yağma girişimi oldu. Yağmacıları fiziki müdahale ile güçlükle uzaklaştırabildik. Aynı gün bazı AFAD yetkilileri geldi, “Sesimi duyan var mı” diye seslendiler, “Burada hayatta kalan yoktur” dediler ve gittiler. Üçüncü gün biz o enkazdan canlı çıkardık. Sonrasında AFAD köpeklerle geldi. Yine ‘Kimse yok’ dediler. Aynı akşam biz yine binadan kendi olanaklarımızla canlı çıkardık. Dördüncü sabah yine köpeklerle geldiler ve “Köpekler havlamıyor” deyip gittiler. Günlerce kendilerine söyledim, “Köpeklerin bir şey bulabilmesi için en azından 15-20 dakika sessizlik olmalı ve ortamın koku yalıtımı sağlanmalı, bizler enkaz üstündeyken bir sonuç alınması zor” diye. Dinlemediler. Onlar gitti, biz yine canlı çıkardık binadan.
Dördüncü günden sonra madenciler, beşinci günde ise İstanbul Büyükşehir Belediyesi ekibi geldi. Onlara nasıl teşekkür edeceğimi bilmiyorum. Onlar olmasa ilk 10 gün bile kimseye ulaşılamazdı. Ayrıca aileme ulaşılması sonrası, cenazemizin İstanbul’a naklinden defin işlemine kadar tüm süreci sorunsuz biçimde yine İBB yönetti. Asker ve polis ise 5. günde bölgeye geldi.
‘YALNIZCA MİLLET VARDI’
Millet ikinci gününden itibaren deprem bölgesindeydi. Millet her şeyiyle vardı, semaverini kapıp gelen de, kendince tüm erzağını getiren de. Ancak devlet yoktu. Kurumlardaki insanlar da elinden gelen çabayı gösterdi ama birçok insan birçok şeyi bilmiyordu çünkü hazırlık ve koordinasyon yoktu. Üstelik şehir dışından bölgeye her gelen de “Antakya’da çok fazla bir şey yok dediler” deyip gördüğü manzara karşısında şoka giriyordu. Hatay’da depremin etkilerinin olduğundan çok başka yansıtıldığını günler sonra fark ettim. Yardım için gelen TIR’ların Adana’da o bölgede yardıma ihtiyaç yok denilerek yönlendirildiği söylediler. Allah’tan sosyal medya vardı da sesimi duyurabildik.
BÜROKRASİ VAR
Çilemiz bununla da bitmedi. Eşim ve bir kızımın ölüm nedenine ‘yaralanma’ yazmışlar. Neden böyle yazıldığını sordum. Sistemde bir yanlışlık olduğunu söyleyip düzelttiler. Öte yandan üçünün de ölüm saatini aynı yazmışlar. Böyle olunca veraseti alamadım. Çünkü normalde eşimden kızıma, kızımdan bana geçecekti. Aynı saat olunca dört farklı kişinin imza atması gerekti. Evrak işlerinin birçoğu bile bu nedenle kitlendi. Son olarak sadece müteahhitlerin değil, tüm sorumluların cezalandırılmasını ve aynı acıların yaşanmaması için denetimin ağırlaştırılmasını ve her toprak, sahibinin bina dikememesini istiyoruz. Suç duyurumuzu yaptık, kaybettiklerimize görev olarak sürecin takipçisi olacağız.
KAHREDEN SES KAYDI
Çalışmalar en üst kattan en alt kata doğru ilerledi. Ailem üçüncü kattaydı, bizim kata yedinci günde ulaşıldı. Küçük kızım ve eşim muhtemelen ilk deprem anında yaşamını yitirmişlerdi. Büyük kızım Elif Eylül’de yaşam belirtisi olabileceği düşünüldü, ancak o da yaşamıyordu. Kırık ya da yaralanma yoktu. Elinde annesinin telefonu vardı. Deprem gecesi ve sonrasında 112’yi defalarca aramış. Depremden bir saat sonra önce annemi sonra da beni aramış. Bana enkaz altından fotoğraf atmış. Gönderdiği ses kaydı ve mesajda “Baba bak galiba ben de öleceğim, deprem oldu, enkazdayız, annemin telefonunu buldum ama onlara ulaşamıyorum, buraya acil ambulans yollatır mısın?” demiş. Ancak telefon çekmediği için mesajlar gönderilememiş. En son ikinci gün 13.41’de mesaj atmış ve sonra muhtemelen şarjı bitmiş.