19 Aralık 2000: 'Hayata dönemediler'
F tipi cezaevlerine ve tecrit sistemine karşı başlatılan ölüm orucu ve açlık grevlerine yönelik gerçekleştirilen, 32 kişinin öldüğü, 600’den fazla kişinin yaralandığı ve adına ‘Hayata Dönüş’ denilen operasyonun üzerinden tam 21 yıl geçti.
Miray ÖzbilekBundan tam 21 yıl önce, ülke tarihinin en kanlı operasyonlarından biri cezaevlerinde gerçekleştirildi.
Türkiye’de cezaevlerindeki siyasi tutuklu ve hükümlülerin F tipi hücre sistemine ve tecrit uygulamasına direnmek için başlattıkları ölüm orucu ve açlık grevine karşı, 19 Aralık 2000 tarihinde 20 cezaevine eşzamanlı olarak gerçekleştirilen operasyonun üzerinden 21 yıl geçti. Üç gün süren ve ikisi asker toplam 32 kişinin hayatını kaybettiği operasyona “Hayata Dönüş” adı verildi.
Ölüm oruçlarının 61. gününde düzenlenen operasyon sonrası 600’ün üzerinde tutuklu ve hükümlü sakat kaldı ve yaralandı. Çoğu kişi, ölüm orucu ve açlık grevine başlayan kişilerde sıklıkla görülen ‘Wernicke-Korsakoff’ hastalığına yakalandı.
Operasyona 8 jandarma komando taburu, 37 bölük olmak üzere 8 bin 335 asker, binlerce gardiyan ve binlerce çevik kuvvet katılırken, 20 bini aşkın gaz ve sinir bombası atıldı.
Operasyon sonrası açıklanan adli tıp raporlarında, öldürücü derecenin üzerinde gaz bombası atıldığı, çoğu tutuklu ve hükümlünün kullanılan kimyasal madde sonucu yanarak öldüğü kaydedilirken; ölen mahkumlardan alınan saç, doku ve cilt örneklerinde, tinerde bulunan solventlerden toluen, xylene ve metanol’e saptandığı belirtilmişti.
"DEVLETİN ŞEFKATLİ ELİ"
Operasyonlar gerçekleştiğinde iktidarda DSP-MHP-ANAP koalisyonu bulunuyordu. Başbakan Bülent Ecevit, Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk, İçişleri Bakanı ise Sadettin Tantan’dı.
Operasyon sonrası konuşan dönemin Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk, yaşananları ‘devletin şefkatli eli’ olarak tanımlamıştı. Başbakan Bülent Ecevit ise operasyonu, “teröristleri kendi terörizmlerinden koruma ve kurtarma girişimi” olarak nitelendirmişti.
"İNSANLIK HÜCREYE SIĞMAZ"
2018 yılında konuştuğum, Hayata Dönüş Operasyonu sırasında Bartın Cezaevi’nde olan H. B., yaşananları şöyle anlatıyordu:
“Operasyon sürecinde Bartın Cezaevi’nde bulunuyordum. Ölüm orucu sürecinin öznesi olan yüzlerce tutukludan birisiydim. Özellikle operasyona birkaç gün kala tablo artık netleşmişti. Dışarıda, sorunun çözüleceğine dair verilen izlenim etkiliydi. Ama biz tutuklular için durum öyle değildi. Her şeyin bir manevra olduğunu, operasyon ihtimalinin güçlendiğinin farkındaydık. 19 Aralık operasyonu Bartın cezaevinde sabaha doğru başladı. Daha sonra 20 cezaevinde de operasyonun başlatıldığını ve aynı şiddetin uygulandığını öğrendik.”
"'İnsanlık hücreye sığmaz' anlayışını elbette ki, ailelerimize de mal etmeye çalıştık. Ben de bu konuda çaba gösterdim. Ailelerin büyük bir kısmı gibi benim ailem de sürece daha çok kendi yakınları üzerinden baktılar. Bu doğaldı da… Zira egemen olan bilinç, egemen sınıfın bilincidir. Duyarsızlığın toplumsallaştırılması kültürünün kaynağı olan Kapitalizm koşullarına rıza gösteren her insan, ‘ben’ duygusu üzerinden hayata bakar. Duygusal olarak her aile gibi benim ailem de destek verdi."
H. B., operasyonun o dönem basına yansımasını ise şöyle değerlendiriyordu:
“Operasyon sırasında pek çok yalan işittik. Bu yalanların öznesi ana akım medyaydı. 19 Aralık operasyonu sırasında bazı tutsakların vahşice yakıldığı ortaya çıkmasına rağmen, ortaya çıkan tablo ile ilgili olarak ana akım medya siyasi tutuklu ve hükümleri suçlayan haberler yaptı. Bayrampaşa’dan yanık şekilde hastaneye götürülen kadın tutuklunun; ‘6 kadın tutukluyu diri diri yaktılar’ sözleri konusunda ana akım medya tek kelime yazmadı. Daha sonra görüntüler ortaya çıkınca, merkez medya içinde yer alan bazı basın mensupları özeleştiri yaptılar.”
"HUKUK SÜRECİ"
2010 yılında açılan davada, operasyonu gerçekleştiren Jandarma Özel Asayiş Komutanlığı (JÖAK) birliğinin sayısı ve kimlik bilgileri istenmesine rağmen bilgi gönderilmedi, bilgi göndermeyenler hakkında herhangi bir işlem yapılmadı. Operasyon sırasında kullanılan kimyasalların niteliğinin araştırılması talepleri de sonuçsuz kaldı.
Tüm bu yaşananların üzerine, operasyonlardan sağ kurtulan mahkumlara 'kasten öldürme', 'cezaevi yönetimine karşı silahlı isyan' gibi suçlardan çeşitli davalar açıldı.
F tipi cezaevlerinin mimarlarından olan ve 'Hayata Dönüş Operasyonu' sırasında Cezaevleri Genel Müdürlüğü görevinde bulunan Ali Suat Ertosun'a 2004 senesinde hükümet kararıyla 'Devlet Üstün Hizmet Madalyası' verildi.
BAYRAMPAŞA CEZAEVİ DAVASI SÜRÜYOR
Bayrampaşa Cezaevi'nde operasyon sırasında 21 yıl önce 12 kişinin ölümü ve 29 kişinin de yaralanmasına ilişkin görev sınırlarını aştığı iddia edilen dönemin jandarma görevlisi 194 sanığın yargılandığı dava ise devam ediyor.
Son olarak mahkeme, dönemin İçişleri Bakanı Sadettin Tantan ve Adelet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürü Ali Suat Ertosun'un tanık olarak dinlenmesine karar verdi.
FİLM TAVSİYESİ
Genellikle ölüm orucu ve açlık grevi eylemlerine başlayan kişilerde görülen ‘Wernicke-Korsakoff’ hastalığına ilişkin, 'Hayata Dönüş' operasyonunu anlatan ve 2011 yılında vizyona giren Ruhi Karadağ imzalı ‘Simurg’ filmini izleyebilirsiniz.
Film, 1996’da F-tipi cezaevlerine karşı verilen yaşam mücadelesine açlık grevi ile katılan altı isim Refik, Cafer, Çiğdem, Hüseyin Muharrem, Ali Ekber ve Delil’i konu ediniyor.
Bu altı isim, 69 gün süren ölüm orucuna giriyor. Fakat girdikleri bu yol, onlara Wernicke Korsakoff hastalığı ile geri dönüyor. Konuşma zorluğu, istemsiz kasılmalar, denge bozuklukları, hafıza kaybı ve ciddi unutkanlık gibi sorunlar hepsinde ortaya çıkıyor.
2000'e gelindiğinde ölüm oruçları yeniden başlıyor ve altı arkadaş, bu sefer dört sene önce yaşamını yitiren İdil Erkmen'in mezarı başında buluşarak, hem geçmişte yaşadıkları günlere geri dönüyor, hem de devam eden eyleme tekrar destek veriyor.