Selahattin Demirtaş, Kobani Davası’nın duruşmasında savunmasına devam ediyor

Eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, yargılandığı Kobani Davası’nın duruşmasında savunmasına devam ediyor. Duruşmaya SEGBİS’le katılan Demirtaş, “Savunmamı okuma yazması olmadan 7 çocuk yetiştiren babama Tahir ustaya ithaf ediyorum” dedi.

cumhuriyet.com.tr

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın yargılandığı Kobani Davası’nın duruşması görülüyor.

Demirtaş, duruşmaya Edirne Cezaevi’nden Ses ve Görüntülü Bilişim Sistemi (SEGBİS) ile bağlandı.

Duruşma öncesi SEGBİS’le katılan avukat ve katılımcılar, babası Tahir Demirtaş’ı kaybeden Demirtaş’a başsağlığı dileğinde bulundu.

Demirtaş’ın savunması şöyle:

"Savunmamı, emekçi Tahir ustaya, babama onun şahsında tüm emekçi anne ve babalara ithaf ediyorum."

(Bauman’dan 'Şu anda siyasetin eli kolu bağlı' cümlesini alıntı yaparak) Türkiye’de siyaset neden çöktü? Bizi hapse kim gönderdi? Bu dava vesilesiyle halkımızın tarihinin bir daha gün yüzüne çıkması için elimizden geleni yapacağız. Herkes elmanın düştüğünü gördü ama sadece Newton 'neden?' diye sordu. Biz de 'neden' diye soracağız. Neden bu saf kötülük? Bu dava vesile ile kötülüğün kaynağını anlatacağım.

Homo sapiens olarak bizler için her şey toplumsal yaşam ile başladı. Karnını doyurmak, neslini sürdürmek, hayatta kalmak gibi ilkel dertlerimiz vardı.(Biyolojik doğamız gereği) Molekül olarak bir arada durmak ve çoğalmak isteriz. Bu şekilde var olmak isteriz. Biz insanlarda moleküler olarak ölüm diye bir şey yoktur, sadece biçim değiştiririz. Köyler, kasabalar kurduk. Mülkiyeti getirdik. Eril güç zihniyetli medeniyetler kurduk. İlkel zamanlarda mandamıza serbest dolaşma hakkı varken biz kadınlarımızı dört duvara hapsettik. Medenileştik, böyle kötüleştik.

Sayın yargıç bize neden yargılanıyorsunuz diye sorarsanız size şöyle açıklayayım: Bizim halkımız karnını doyurmak, neslini sürdürmek, hayatta kalmak istiyor. Türkler de bu topraklara geldiğinde bunu istedi. Biyolojik açıdan baktığınızda herkes haklı ama herkes güçlü değil. Biyolojik olarak sadece güçlüler hayatta kalır. Bu olmasın diye kültürü yaratmıştık, hukuku, ahlakı yaratmıştık. Kültürel olarak biz (Kürtler) haklıyız. Gaspçı, zorba kültür ile etik sözleşmeleri ihlal edenlere karşı direndiğimiz için yargılanıyoruz.

(Sömürgeciliği yansımaların kültürel ve siyasetteki etkilerini vurgulayarak) Bu dosyada bizim tutuklu kalmamız gerekiyor ki Cumhur İttifakı varlığını sürdürebilsin. Tutuklu kalalım ki Cumhur İttifakı uluslararası sermayede var olabilsin.

Yeryüzünde (iyiliği temel alan) 4200 din var peki neden hala kötüyüz? Bunun siyasal islam ile ilişkisine değineceğim. Bugün eli silahlı İŞID’liler etik değerlerin kaçını biliyorlar? Homo Sapienstirler. Erdemlilik sözleşmesini ihlal ettiler. O yüzden islam medeniyeti ile alakaları yoktur.

(Biyolojik bilgiler aktararak beynin hatırlama ve travma bilgisine ilişkin değerlendirmeler yaparak) Bin defa aynı şeyi söylerseniz geçmiş olsun artık beyin bu travmayla kalır. Geçmiş günlerde savunmada şu söze yer vermiştim ‘Yalanı geri alamazsın, gerçek bile buna yetmez.’ Erdoğan seçim döneminde bunu yaptı. Meydanlarda Demirtaş, Yüksekdağ şunu yaptı. Beynin bu travma noktasına oynadılar. HDP (korkuya dayalı travma uyandıran söylemeleri aşarak) bu yüzden iyi geldi. Türkiye’yi söylemleri ile iyileştiriyordu, istemediler. Bu yüzden bizim tutuklu kalmamız gerekiyor.

Açsan ekmek çalamazsın, hapse girersin diyor. Ama sen benim toprağımı, buğdayımı, fırınımı çaldın. Ülkemi çaldın. Bakın ülkenin adını bile söyleyemezsin ‘Kürdistan’ diyemezsin. Çünkü kuralları onlar koydu. Adına da Türk Ceza Kanunu demişler.

Biz halkımızın onurunu, karnını doyurma hakkını savunduk. Belediyeleri yönettik. Gültan abla burda. İşgalle suçlayabiliyor musunuz, Kürtçe tabelaları sökmekle suçlayabiliyor musunuz? Size faşist belediye başkanlarını sıralayabilirim. Kimin tavuğuna kış dedik? Nereyi işgal etmişiz? Suçsuz olduğumuzu bilmeyen yok. Ama tutuklu kalalım ‘bizimki’nin sisteme avantası olsun.

Bir arkadaşımızdır vekil seçilmiş, gider yemini eder, yargılayacaksanız da usül zaten belli. Ama neden kriz çıkıyor? Hukuku tanımamakta neden rahatlar? Gördüler; kararı tanımayınca toplumda kıyamet kopmayacak, gördüler. Ne oldu? Kışanak, Tuncel, Yüksekdağ 7 yılı aşkın süreye rağmen serbest bırakılmamış, ne oldu? Aman ne olacak? Toplumda kıyamet de kopmuyor, yasaya uymamak da işime geliyor. Anayasa'yı değiştirmeye tek başlarına güçleri yetmiyor, yasayla devam ediyor.

Zengin savcı, hakim yok. Var mı? Aynı sıralarda okuduk. Babamızın gönderdiği harçlıklarla geçindik. Zengin çocuğu hakim, savcı olmaz. Uğraşmaz. Biz burada birbirimizi yargılıyoruz. Hukuk mesleği özgün-özerk görülüyor ya, doğrudur. Suistimale en yakın, adalet dağıtmaya da en yakın meslek. Erdemlilik üzerinde kurulmuştur. Keşke vatan erdemlik üzerine kurulsa da hepimiz hizmet etseydik."

Demirtaş, duruşmaya verilen aranın ardından savunmasına şöyle devam etti:

"Tüm insanlık ve kişisel tarihimiz boyunca neler yaşadık diye anlatsak vakit yetmez. Davanın özeli Kürtler üzerinden anlatacağım. Son yüz yılı esas olarak Kürtler ne yaşarken Türkler ne yaşıyordu onu anlatacağım. Çünkü Kürtlerin tarihi derslerde anlatılmaz, okullarda okutulmaz, okul kitaplarında İnkılap Tarihi kitaplarında bir iki yerde geçer o da zararlı cemiyetler şeklinde…Çaldıran Savaşı’nda Yavuz Sultan Selim ve Şah İsmail karşı karşıya geldiğinde tarihte tartışmalı isimlerden biri olan İdrisi Bitlisi'den bahsederek Kasr-ı Şirin Antlaşaması ile sınır o günden bu yana Kürdistan toprakları İran sınırındadır.

Mir Bedirhan’ın kurduğu geniş bir coğrafyaya kurulan beylik Osmanlı’da özerk yapıya sahiptir. Bunlar tarih kitaplarında yazmaz. Kürtlerin sözlü tarih geleneği ile dengbejlerin klamları ile aktarılır. Biz Kürtler ve Osmanlı arasındaki gerilim ve birliktelik bu tarihlerde vardır. Bedirhan Beyliği’ne son verilmesi ile Kürtçe yasaklanmıyor aksine 21 yıl kadar var olan bir Kürdistan eyaleti ile devam ediyor.

Daha sonrasında Hamidiye Alayları ile Kürtler kendi gelenek ve görenekleri ile var olurlar ama Hamidiye Alayları’nın Kürt Tarihi’ne getirisi kadar götürüsü de vardır. Alayların Ermeni mezalimliği de bilinir. Çoğu İslam alimi alayları savunsa da ben savunmadığımı belirtmek isterim.

Osmanlı ve Safeviler arasındaki Çaldıran Savaşı'ndan sonra ikiye ayrılan Kürt coğrafyası 1916’da Sykes-Picot Anlaşması ile Kürdistan 4 parçaya ayrılmış olur. Kürt sorunun temelinde bu sınırların çizilmiş olması vardır. Ondan sonraki tüm gelişmelerden bizler mesuluz.

(Millet Cemiyeti ile 'kendi kaderini tayin hakkı' fikrini hatırlatarak) Kürtler bu fikirler ile Kurtuluş savaşında birlikte olmayı seçmeleri Kürtlerin ilk kafa karışıklığıdır. Birlikte savaşmayı seçtikleri için bu trajediyi yaşamaktadırlar.

1923-1929 da Azerbeycan’da yer alan Kurdistana Sor kurulur. Sonrasında Lozan Konferansı'nda İsmet İnönü Kürt mebusları yanında götürür. Orada İnönü 'Ben Kürt ve Türk halklarının temsilcisiyim' derken Kürtler yan odadan bunu teyit ederler. Böylelikle Kürtler, Türkler ile Kurtuluş Savaşı’na birlikte katılmış ve bir başarı sonucu olarak Lozan’ı imzalarlar.

Şeyh Sait İsyanı bu konuda önemlidir. Burada İhanet eden Şeyh Sait değil Ankara’dır.

1925 Kürt sorununda önemli bir dönüm noktasıdır.

Dersim Katliamı da bir kırılmadır. Şeyh Sait Sünni Kürtler üzerinden bir kırılma yaratırken Dersim Alevi Kürtler üzerinden bir kırılma yaratır. Şeyh Sait bir isyandır, Dersim bir katliamdır. Dersim eyaleti bir kültürel bir coğrafyadır. Bugünkü Tunceli sınırlarından ibaret değildir. Dersim kültürüyle özerktir, kendi yaşam hukukunun olduğu, inancının birliğini cem kültürü sağlandığı bir coğrafyadır. Alevi toplumunu bir arada tutan ocak kültürüdür, İsmet İnönü ocağın dağıtılmasına ilişkin bir rapor hazırlar.

Şeyh Sait ve Dersim katliamlarından sonra Kürtler bir sessizliği bürünür. Taki Aralarında Musa Anter’in bulunduğu 49 kişinin bir bildirinin altına ‘Türkiye Kürtleri’ imzasına atana kadar bu imza bile çıldırmalarına yeter. 49’lar davası olarak bilinen bu dava Kürt Tarihi için önemlidir.

Demirtaş savunmasına, Kürt sorununa yönelik yetkililer ve sivil toplum tarafından atılan adımların ve bu adımların nasıl sonlandırıldığına dair kronolojik bir sıralamayla tarihsel gelişmeleri sıralayarak devam ediyor.

'SUÇLAMALARIN HİÇBİRİNİ KABUL ETMİYORUM'

Fezlekelere ilişkin savunmam ile devam edeceğim. 13 nolu fezlekeye ilişkin savunmam ile devam ediyorum. Fezlekeye konu olan ‘Kandil’de çekilen fotoğraf’a ilişkin bu fotoğraf isnat edilen şekilde ‘örgüt propagandası’ değil barış sürecinin ilerlediğine ilişkindir. İddianamede de bu fotoğrafın neresinin ‘örgüt propagandası’ olduğu da belirtilmemiş.

Dikkat ederseniz fezlekelerin çoğu yürüyüş ve konuşmalarıma ait. Konuşmalarım ‘Kürt sorunu ve çözüm sürecine’ ilişkin ne hikmetse hepsi teröre dahil edilmiş. Suçlamaların hiçbirini kabul etmiyorum. Hepsinin fikir ifade özgürlüğü kapsamında nitelendirdiğimi de belirtmek isterim.

'SAVCILARIN EN ÇOK DİKKATİ ÇEKEN ‘DİRENİŞ’'

Savcıların en çok dikkati çeken ‘direniş’. ‘Direneceğiz’ dediğim her yerin altını çizmişler. ‘Barış için direneceğiz’ demişim onunda altına çizmişler. Ne kadar direniş geçmiş ise cımbızlayıp almışlar. Jargonumuz farklı olduğu için direnişin altını çizmişler. Barış için direneceğiz demişim altını çizip ‘silahlı örgüt’ü selamlıyorum gibi altını çizmiş. Galata Köprüsü toplanma alanı bile değil, ‘direniş’ diyorlar orda suç olmuyor. Biz deyince oluyor. Yani Kürtlerin hafızası ayrı, Türklerin hafızası ayrı aktı.

'DEVLET İLE İYİ GEÇİN KENDİ DÜNYANDA İSTEDİĞİN GİBİ YAŞA'

Resmi ideolojisi başka bir şey, gerçek başka bir şey. Türkiye toplumu travmatiktir, ikiliklidir. Devlet ile iyi geçin kendi dünyanda istediğin gibi yaşa. Bir de bizim gibi düşündüğünü ifade edenler var, onlar da şiddetle karşılaşıyorlar. Kürt diyemezsin Kürdistan diyemezsin. Bu ülkenin seçilmiş vekili Süryanice konuşamadı kürsüde. Onu seçen halk bilmiyor mu Süryani olduğunu? 2023’ten bahsediyorum. Utanç duyulmalı.

Özür dilenip el üstünde tutulması gereken halklardandır Süryaniler. Bu anlattığım 1800 yıllar değil bakın. Bunu yapan zengin vekillerden biri. İşçisinin hakkını vermez, fabrikalarının ÇED raporları yoktur ama Süryani’ye Kürt’e tahammül etmezler.

Demokratik çadırların kurulmasına yönelik hazırlanan fezlekeye ilişkin “Nerde konuşmuşum Amed. 'Ey savcı, sen kimsin benim vatanımda konuşamazsın' diyorsun. Harıl harıl altını çizmişler.”